kitty

Zor zamanlardan geçiyoruz. Dünyayı ve yakın coğrafyamızı etkisi altına alan fırtınalı dönem yüzünden kendimizi sık sık korku, paranoya, endişe ve stres içinde buluyoruz. Eve kapandık, sürece müdahale edemediğimizi hissediyor, yaşadığımız duygusal zorlukların içinde dengede kalmaya çalışıyoruz. Oysa yapabileceğimiz şeyler var!

Elele Dergisi’nde yayınlanmıştır. Telif hakları DBR’ye aittir.

KittyGenoveseCatherine Genovese’nin başına gelenler hiç de hoş değildi ama bu insanlık dersi şu anda bir sosyal değişimi tetikliyor ve toplumsal dönüşüme katkıda bulunuyor. 1964 yılının 13 Mart sabahı saat 03.00 civarında çalıştığı kafeden eve dönen Catherine evine 100 adım mesafede arabasını park etmiş ve yürümeye başlamıştı. Sokak lambasının altına geldiğinde bir adamın kendini takip ettiğini fark etti. Adam onu yakalamıştı, bağırmaya başladı. Hemen yakındaki on katlı apartmanda ışıklar yandı. Kadın “Yardım edin!” diye çığlık atıyordu. Apartmandaki pencerelerden birçok kişi olayı görmüş, sadece biri “Bırak kadını” diye bağırmıştı. Catherine kimse yardım etmedi, hatta kimse polisi bile aramadı.  Genovese’in yardım çığlıklarına rağmen kimsenin hiçbir şey yapmaması New York Times’ın manşetine taşındı, gazete, “Biz nasıl insanlarız?” diye soruyordu ve toplumsal bir tartışma başladı. Catherine Genovese’e sempati besleyenler ona “Hello Kitty” adını taktı. John Darley ve Bibb Latane isimli psikologlar bu duyarsızlığın nedenini anlamak için bir araştırma başlattılar, bulguları ilginç bir gerçeği ortaya çıkardı.
Bulguları ilginçti. Pencereden bakan herkes “bu kadar insandan biri mutlaka bir şey yapar nasılsa” diye düşünmüştü. Buna “sorumluluğun dağılması” dediler ve yapılan tüm deneylerde sonuç aynı çıktı, şahit sayısı ne kadar fazlaysa yardım oranı azalıyordu. Tek görgü tanığı ise yardım ihtimalini arttırıyordu.
Uzmanlar buna “Seyirci Kalma Etkisi” adını verdi. Algımız şöyle çalışıyor; birbirine yabancı bireylerden oluşan bir grupla birlikteyseniz ve kimse bir şey yapmıyorsa sosyal normun yarattığı etki “hiçbir şey yapmamak”tır. Biz de ‘durum’un yanından geçip gidiyoruz.
Önemli olan “herkes kendi işine baksın” diyen bu normu nasıl değiştireceğimiz! Psikologlara göre bu değişimin anahtarı “Bireyin Gücü”nde saklı. Yani önce BİR(EY) tepki verirse saniyeler içinde diğerleri de ona katılır. Bir kişi harekete geçtiğinde göle atılmış taşın yarattığı halkalar gibi dalga dalga yayılıyor bu etki… İnsanlar yeni norm ‘yardım etmek’ diye düşünmeye başlıyor.
Seyirci Kalma Etkisi’nin ne olduğunu öğrendiğimize göre artık kendimizi böyle bir durumun içinde bulduğumuzda ne yapacağınızı biliyoruz; harekete geçersek, diğerleri de bize katılacak.  Yapacağımız en doğru şey kendimizi “tek” ve “yalnız” hissetmemek olmalı, çünkü tek değiliz! Milyonlarız ve her birimiz BİR (EY) olarak dönüşüm yaratma gücüne sahibiz.

Şirin AtçekenGündelik hayatın yönetimi
Gücümüzü idrak edebilmek çok önemli olsa da “Bu gücü içimizde hissedemiyorsak ne yapalım?” dediğinizi duyar gibiyim. BATE Birey ve Aile Terapileri Enstitüsü Uzman Psikolog Şirin Atçeken yaşadığımız süreçlerdeki gibi kriz dönemlerinde stres tepkileri vermemizin gayet normal olduğunu söylüyor. Atçeken şöyle sıralıyor yaşayabileceğimiz duyguları;
*
Karmaşık duygular (Yoğun endişe, korku ve çaresizlik duygusu, öfke, suçluluk, karamsarlık, panik gibi),
*
Bize endişelendiğimiz durumu hatırlatan kişi, yer ve durumlardan kaçınma,
*
İçimize kapanıp hiç konuşmama veya devamlı durum hakkında konuşmak isteme,
*
Yaptığımız işlere dikkatimizi vermekte ve karar almakta zorlanma, net düşünememe,  
*
Unutkanlık ve dalgınlık,
*
Yaşadığımız veya gördüğümüz olayı yeniden yaşıyormuş gibi olma, aniden zihnimize görüntülerin gelmesi ve kabuslar görme,
*
Tedirginlik, tetikte olma ve dikkat hali, yerinde duramama, dış uyaranlara karşı aşırı duyarlı olma ve bir türlü güvende hissedememe,
*
Eskiye göre daha sinirli, gergin ve yargılayıcı olma,
*
Yoğun stresten dolayı bedensel belirtiler gösterme (Baş ağrısı, baş dönmesi, bulantı, yüksek tansiyon gibi)
*
İştahta belirgin artış veya azalma,
*
Uyku problemleri,
*
Kronik yorgunluk,
*
İnsanlardan uzaklaşma isteği ve genel ilgi halinde azalma,
*
Alkol ve madde kullanımında artış,
*
Donukluk, hissizlik hali,
*
İş, evlilik, aile ve arkadaşlık ilişkilerinde sorunlar yaşama,
*
Gelecekle ilgili plan yapamama ve umutsuzluk hali.
Şunu unutmayın, bunu sadece siz yaşamıyorsunuz. Etrafımızdaki herkes yaşıyor. Dışarı çıkmaya korkuyoruz, günlük rutinlerimizi değiştirme eğilimine giriyoruz fakat hayat devam ediyor. Atçeken, “Her an bunları düşünerek kendimize ve çevremizdekilere karşı sorumluluklarımızı devam ettiremeyiz, üstelik şiddet ve korku dalgasının devam ettirilmesine katkıda bulunuruz” diyor ve ekliyor,  “Korku korkuyu besler. Asıl ihtiyacımız olan huzurlu, dingin ve umutlu olmak ki bireysel ve kolektif/toplumsal bilinçaltımızda yeşillenen tohum bu olsun. Fırtınadan güçlü çıkabilmek, çok daha olumlu bir gelecek vizyonu oluşturabilmek ve mücadele edebilmek için gemi ekipmanımız olan zihnimizin ve bedenimizin sağlam ve bakımlı tutmalıyız!”

İçsel dengeleri sağlamak…
Peki içsel dengemizi nasıl sağlayacağız? Atçeken’in önerileri şöyle;
* Medya/sosyal medya kullanımınızı kısıtlayın. Paylaşılan rahatsız edici görüntülere bakmayın. Bu görüntüler uykularınızı kaçırabilir, sizi kendiniz yaşamışcasına travmatize edebilir. Kendinizi kırılgan ve hassas hissettiğiniz günlerde ve gece yatmadan haberleri seyretmeyin ve okumayın. Çocuklarınızın yanında bu konuları konuşmayın.
* Resmi makamların uyarılarını dikkate alın ama günlük rutinlerinizi olabildiğince devam ettirin. Yaşamınızı normalleştirdikçe daha normal hissedersiniz. Kaçınmak endişe ve korkuyu büyütür, yüzleşmekse azaltır ve tabloyu daha gerçekçi görmemize yardımcı olur. Araştırmalar gösteriyor ki korku sarmalı içerisinde olmak çevremizdeki riskleri normalde olduğundan daha fazla algılamamıza neden oluyor. Trafik veya ev kazasında ölme riskimiz çok daha fazla!
* Bir süreliğine hayatınızı sadeleştirin, taşıyabileceğinizden fazla sorumluluk almayın, kendinize daha fazla zaman ayırın, iş ve özel yaşamınız arasında denge kurun, istemediğiniz konularda ‘hayır’ demeye çalışın.
* Kendinizi endişeli veya stresli hissettiğinizde yavaş ve derin nefesler alın. Nefesinize odaklanmak sizi ‘şimdi ve burada’ olmaya getirir, beyninize ‘rahatla’ sinyali verir. ’Şimdiki an’da güvende olduğunuzu hatırlayın. Yaptığınız birçok şeyi beş duyunuzla hissederek ve farkındalıkla gerçekleştirmeye çalışın (mindfulness); mesela yemek yerken, yürürken, duş alırken. Böylece anınızın daha fazla tadını çıkarır, zihninizin gelecekle ilgili korkular üretmesine izin vermemiş olursunuz.
* Kriz dönemlerinde ani ve radikal kararlar almayın. Kriz dönemleri yoğun duygular tarafından yönetilir ve mantıklı düşünemeyiz. Daha sonra pişman olacağımız kararlar alabiliriz.
* Zor zamanlarda en iyi gelen şeylerden biri insanlarla kurduğunuz sevgi dolu ve güvenli bağ. Sevdiğiniz insanlarla zaman geçirin. Onlardan destek ve yardım istemekten çekinmeyin. Etrafınızdaki iyilikleri görmeye çalışın, insanlığa olan inancınızı kaybetmeyin.
* Elinizden geldiğince gönüllü olun. Yardım etmek, sosyal projelerde görev almak hem ruhunuza iyi gelir hem de sürekli şikayet edip hiçbir şey yapmama halinden çıkararak çaresizlik duygusuyla daha iyi baş edebilmenize yardımcı olur.
* İçinde bulunduğunuz durumun yarattığı duyguları fark edin, sevdiklerinizle paylaşın, içinizde tutmayın.
* Zihninize ve bedeninize iyi bakın. Sağlıklı beslenin, alkol ve madde kullanımından kaçınmaya çalışın, egzersiz yapın ve uyku düzeninizi bozmamaya çalışın. Meditasyon, yoga, tai-chi, doğada yürüyüş yapmak, toprakla uğraşmak, oyun oynamak, masaj gibi sinir sisteminizi sakinleştiren aktivitelere ağırlık verin.

Çocuklarımıza nasıl anlatacağız?
İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Aylin İlden Koçkar; korku beş temel duygumuzdan biri ve tamamen doğal diyor, “Ancak sürekli ve aşırı olması vücudumuzun olumsuz tepkiler vermesine neden oluyor. Çocuklara çevrede olan biten kötü olayları anlatırken gelişmemiş savunma mekanizmaları, yaş ve mizaçları göz önünde bulundurulmalı. Televizyon haberleri, soyut işlem dönemine geçmemiş 11 yaş öncesine seyredilmemeli. Çocuklar soru sordukça cevap vermek daha mantıklı. Okulda türlü bilgiler duyabilirler. Çocuğunuzla aranızdaki iletişim kanalının açık ve olumlu tutun. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise ergenlik dönemine girmemiş çocukla oyun oynamaktan geçer. Günde 20-25 dakika oyun oynamak çocuk-ebeveyn arasında etkileşimi arttırır, stresi azaltır. Genel prensip çocuğun yaşı, gelişim düzeyi ve mizacına uygun biçimde dürüst cevaplar vermek. “Her an her yerde tehlike olabilir” demeyin. “Kalabalık yerlere gitmek uygun değil, insanları korkutmak isteyen bazı gruplar bu tur yerlerde olabilir. İnsanlar kendi görüşleri doğrultusunda, istenmedik davranışlar gerçekleştirebiliyor” demeyi tercih edin.

Ruh halimi nasıl dönüştürürüm?
Hollanda kökenli duygusal zeka eğitmeni Leilani van Rheenen bu tür süreçlerde “odağımızda ne olduğu çok önemli” diyor, “İnandıklarımızı üçgen olarak düşünelim. Üçgenin bir noktası odağımız. Sabah kalktığımızda, gece yattığımızda neye odaklanıyoruz? Bu bize güç veriyor mu? Odağımızı bize güç verecek şeylere kaydırmalıyız. İkincisi nasıl kelimeler kullanıyor, kendimizi nasıl tanıtıyoruz? Üçüncü nokta da vücut. Vücudu normal hayatımızda nasıl kullanıyoruz? Şu anda vücudumuzu ve onu nasıl kullandığımızı fark etmeliyiz. Depresyonda olan biri vücudunu daha aktif kullanmalı. Bu üçü birbirini çok etkiliyor. Hepsinin altında inançlarımız var. İnançları hızla değiştirmek mümkün değil ama bu üçlüye dikkat edersek zamanla inançlarımız da yapabileceklerimiz de değişir.  
Kontrol alanımızı kendimiz yönetebiliriz; küçük bir daire düşünün, bu bizim kontrol alanımız, onun dışına çizeceğiniz ikinci daire etki alanımız, onun da dışına çizeceğimiz bizi etkileyen ama bizim etkileyemediğimiz kontrol edemediğimiz alan var. Odağımızı kontrol edebildiklerimizde tutmalıyız. Bir sorunla karşılaştığınızda eğer kontrol alanınız dışındaysa bu sadece enerjinizi tüketir. Aileden, devletten şikayet etmek gibi… İnsanlar ya da dünya için neler yapabilirim demek kontrolümüzdeki daireyi büyütebilir. Bir şeyi değiştirmek için ilk başta kendi içimizi değiştirmemiz gerek.”
Son not; Catherine Genovese’nin ölümünden öğrenilenler şimdi “By Stander Revolution” (http://www.bystanderrevolution.org/) sosyal dönüşüm kampanyasında kullanılıyor. Kampanyaya Hollywood ünlülerinden lise öğrencilerine kadar birçok kişi katılıyor. Okullardaki kabadayılığı ve zorbalığı engellemeye yönelik bu kampanya şimdiden bir çok çocuk ölümünün önüne geçmiş durumda, aynı şeyin kendi coğrafyamızda da olmasını diliyoruz.

 

Bir cevap yazın

Kasaba.works Digital Agency