islamoglupdf

Hep aynı yerde saydığınızı mı düşünüyorsunuz? Görünmez bağlar sizi hep aynı kısır döngünün içine mi çekiyor? Şapka Eğitim Danışmanlık’ta “Hayatının Direksiyonuna Geç” eğitimini veren Kemal İslamoğlu zihinsel ve duygusal blokajları yok etmenin formüllerini anlatıyor.

Elele Dergisi’nin Mart 2014 sayısında yayınlanmıştır. Telif hakları DBR’ye aittir.

Boğazıma dayanmış ok yüzünden önce yüzümü, sonra tüm vücudumu sıcak basmıştı. Boğazıma battığında nasıl bir ölümle karşı karşıya gelebileceğimi canlandırabiliyordum gözümde!
“Ellerimle bile kıramayacağım kadar sağlam oku boğazımla nasıl kırabilirim ki?” diye sordum cılız bir sesle… İç sesim ise, “İşte! Kurduğun cümleyle kendine nasıl blokaj yarattığını gör” diye söyleniyordu. Adam; “Hadi it ve kır onu!” dedi; “Yapabilirsin, hadi… hadi…”
Bir sınıftaydık. Gözler bana çevrilmişti. Kıramazsam korkaktım. Başarısızdım. Ama işte boğazımla duvar arasına sıkışmış bu okun yarattığı ölüm korkusu…
Kemal İslamoğlu beş dakika önce başka bir oku boğazıyla duvar arasına sıkıştırmış ve tek hamlede kırmıştı. “Neden o yapıyorsa ben de yaparım diye düşünmüyorsun?” dedi ve tek satırlık bir bilgi ekledi yaşadıklarımıza; “Boğazının dayanıklılığı o okun üç katı!”
Yani ok boğazıma batamazdı, artık güvenli bölgedeydim ve yüklendim. Ok üç parçaya ayrıldı, öyle kolay dağıldı ki, şaşırdım. Oysa ilk denememde, yani korkuyorken, önemde bir dağ, çelik bir duvar, aşılmaz bir engel gibiydi.
“İşte” dedi İslamoğlu, “Biz reel korkulardan dolayı koymuyoruz blokajları, hayali blokajlar yaratıyoruz kendimize ve onların esiri olarak küçük alanlara kapatıyoruz kendimizi, günlük rutinlere… gerçek potansiyelimizin çok altında yaşıyoruz.”
Kemal İslamoğlu’nun verdiği eğitimin adı “Hayatının Direksiyonuna Geç”. Amaç zihinsel ve duygusal blokajlarımızı ortadan kaldırmak. Hedeflerimize ulaşmamızı engelleyen durumların nasıl çözülmesi gerektiğini anlatmak.
İslamoğlu tahtaya yöneldi. Büyük puntolarla “kurban” yazdı; “Dedem zengin olsaydı, piyango bana vursaydı, babam destek çıksaydı ben şimdi neler yapardım diyerek hayatını kurban olarak geçirenlerin sayısı kaç biliyor musunuz? Yüzde 95!”
Kendime sordum. O yüzde 95’in içinde miydim? Zaman zaman kim kurban rolüne bürünmüyor ki? Kendimizi zayıf hissettiğimiz anlarda özellikle…
“Kurban seviyesinde olanlar, suçlama ve savunma kısır döngüsünde yaşar. Genellikle korku, nefret, öfke gibi negatif duyguların esiri olduklarından kendilerini; hırçın, saldırgan, şüpheci ya da eleştiren davranışlar içinde bulurlar. Kurbanlar anlaşılamadıklarına yanar. Bir anlaşılsalar dertleri bitecek sanırsınız. Sürekli oturdukları yerde bir kurtarıcı, beyaz atlı prens beklerler. Oysa önce kendilerini anlamaları gerekir! Kurbanlar Pavlov’un köpekleri gibi otomatik pilotta hayatlarını yaşar ve hep aynı olaylara aynı tepkileri verir.”
Sonra ikinci kelimeyi yazdı: güçlenme… “Güçlenme seviyesindeki insanlar farkındalık yaşıyor. Hayatlarında yolunda gitmeyen taraflar olduğunu görürler. Bunu değiştirmek için çaba harcamaları gerektiğini bilirler. Çözüm ve yöntem ararlar, ‘mana’ buldukları her şeyden beslenirler.”
Üçüncü sırada ‘tevekkül veya teslimiyet’ var; “Bu seviyedekiler, kabullenmeyi başaranlardır. Savrulmazlar. Ne kendilerini ne de başkalarını suçlarlar. Ellerinden geleni yaptıktan sonra olanın hayırlı olduğunu bilirler. Kendinizde ya da başkasında tevekkül gözlemliyorsanız o anda orada gelecek inşa ediliyor demektir.”
Son aşama; ‘İlham ile aksiyon’ “Bu seviyedeki insanlar, arınmışlardır. Hayatın içinde adeta akarlar. Cesaretle ve güvenle varoluşlarını deneyimlerler. Her şeyi keyif içinde yapar ve istedikleri her şeyi elde ederler.”

HAYATIMIZ BU ÜÇGENDE GEÇİYOR
Kurban, beyaz atlı prens ve yargıç… James Bond bir kötü adam (yargıç rolü) tarafından ‘kurban’ pozisyonuna düşürülür . Hikaye ilerler ve birilerinin (beyaz atlı prens) yardımı ile James Bond ‘kurban’ olmaktan çıkar ve ‘yargıç’ olur. Böylece karşısındaki kötü adam ‘kurban’a dönüşür. Kurban olmaktansa diğer rollerde olmak daha mı iyi? “Hayır” diyor İslamoğlu; “Bu üç rolde de ciddi sorun var. Rollerden hangisinde olursak olalım, orada yanlışlık olduğunu bilmeliyiz. Bilinçaltımızda oynanan bir oyunun içinde kalıyoruz bu süreçte… Güçlü ya da şanslı olanın kazandığı bu oyunda kaldığımız sürece aynı kısır döngüdeyiz.”
Peki bu durumda doğru rol dağıtımı nasıl olacak? Biz hangi üçgenin içinde sağlıklı ve mutlu bir hayat süreceğiz?

İÇİMİZDE KAÇ KİŞİ VAR?
Kemal İslamoğlu bu sorulara “İçimizde kaç kişi var?” diye cevap veriyor. Meğer biz tek kişi değilmişiz. Freud’un süper ego, ego ve id yaklaşımını Transaksiyonel Analizi ile geliştiren Eric Berne insan yapısını şu şekilde açıklıyor; Ebeveyn (süper ego), Yetişkin (ego), Çocuk (id). Her bir birey bu üç farklı egoyu farklı düzeylerde içinde barındırıyor. İslamoğlu; “İletişim halindeyken farkında olmadan bu rollerden birini seçer, davranışlarımızı ona göre belirleriz. Ancak bunu nasıl ve neden yaptığımızı anladığımızda, farkında olarak bu rolleri seçebiliriz. Böylece sahip olduğumuz egoları dengeli kullandığımızda hayatımızın direksiyonuna geçeriz” diyor.
Ebeveyn Ego; anne babadan başlayarak üzerimizde otoritesi olan büyüklere ilişkin kayıtları tutuyor. Empati yeteneği doğuştan geldiği için, etrafımızdaki büyüklerin davranışlarını, düşüncelerini, tutumlarını izliyor ve taklit ediyoruz. Yıllar geçtikten onlar gibi tepki vermeye başlıyoruz. Bu bazen kuralları belirleyen negatif ebeveyn oluyor, bazen destekleyen pozitif ebeveyn…
Yetişkin Ego; bizim mantıklı ve sağduyulu yanımız. Bilgisayar gibi, ne verirsek onu alıyoruz. Bilgi alışverişlerinde bu egomuz devreye giriyor.
Çocuk Egomuz ise 0-6 yaşına kadarki yaşadıklarımızı kayıt altına alıyor. O döneme ait duygu, düşünce ve davranışlarımızdan oluşuyor. Karşınızdaki kişinin ses tonunu ve konuşma üslubunu farkındalıkla dinlediğinizde onun çocuk ego ile konuştuğunu görebiliyoruz. Çocuk ego genellikle sorumluluk almaz ve mantıksız konuşabilir. Fakat çocuk egonun da bölümleri var; Doğal Çocuk, Uyumlu Çocuk, Asi Çocuk.
İşte günlük yaşamda verdiğimiz tepkiler hep bu farklı kişilerden birinin verdiği tepki ve cevaplar. Bazen biri öne çıkıyor, bazen öbürü… “Hayatta esas denge bu egolar arasında kimin, ne zaman cevap vermesi gerektiğini farkındalıkla bilmek” diyor İslamoğlu.
“Mesela sevgilinizle, eşinizle yatağa girdiniz, ışıklar kapandı… “Ellerini yıkandın mı?” diye soruyorsunuz. Kim konuştu? İçinizdeki negatif ebeveyn! Peki annenizle yatmak ister misiniz? Hayır! Aşkı ancak doğal çocuk olabildiğimizde yaşayabiliriz. Kim konuşmalıydı? Doğal çocuk.”

ALTIN ÜÇGEN
İslamoğlu’na göre “Kurban, beyaz atlı prens ve yargıç” üçgeninden insanların sağlıklı üçgen olan “Altın Üçgen”e geçmesi gerekiyor. “
Beyaz atlı prensler her ne kadar iyi niyetle ihtiyacı olan insanları zor durumdan kurtarır gibi gözükseler de, onları kurban olmaktan çıkaramaz. Üstelik kendi ayakları üzerinde duran bireyler olmaktan daha da uzaklaştırmış olurlar. Yargıçlar sürekli eleştirdikleri, akıl verdikleri ve yargıladıkları için; çatışma ortaya çıkar ve kurbanın savunmada, suçlamada ya da saldırıda bulunmasına sebep olurlar. Bu üçlü oyunun içinde kaldıkça insanlar bir türlü kendi hayatlarının direksiyonuna geçemezler. Hayatının direksiyonuna geçmenin altın üçgeni, yargıç ve kurtarıcı olmak yerine “yetişkin” sorumluluğu almaktan geçiyor. Yargıç gücünü “yetişkin” gibi kontrollü kullanmalı, kurtarıcı da kurtarmak yerine her zaman “yetişkin” gibi sorumluluğa odaklanmalı. Kendisine, “Burada kimin ne sorumluluğu var?” sorusunu sormalı, bunun sorumluluğuyla karşındaki kişiye kendi sorumluluğunu hatırlatmalı. Kurbanlarsa kendilerine, “Bu duygu benim hangi ihtiyaçlarımla, hangi değerlerimle, hangi inançlarımla alakalı?”gibi sorular sorarak duygusal okur yazarlık yapmalı” diyor.

İLİŞKİLERİN ALTIN FORMÜLÜ
Kemal İslamoğlu ilişkilerdeki altın formülü de veriyor eğitiminde… “İnsanların kişilik yapısını oluşturan bu ihtiyaçlar; netlik – kesinlik ihtiyacı, farklılık ihtiyacı, sevgi ve bağlılık ihtiyacı ve özel hissetme ihtiyacı. Diğer iki ihtiyaç da insanın ruhsal yapısına yönelik ihtiyaçlar; büyüme – gelişme ve katkı sağlama ihtiyacı.” Erkeklerin ilişkilerinde en çok aradıkları şey; “Özel hissetme.” “Hangi kadın onları çok özel hissettirirse o ilişki sağlıklı yürüyor” diyor. Kadının en temel ihtiyacı ise netlik ve kesinlik ihtiyacı… Zaten bu yüzden sürekli, “Ne zaman evleneceğiz, bana ev al, araba al” diyorlar. Erkekler ne zaman ki kadınlara güvende hissettiriyor, o zaman o ilişki sağlıklı yürüyor. Bir iddiası var İslamoğlu’nun; 90 günlük oruç; “90 gün boyunca karşınızdaki erkeğe kendisini özel hissettirin, sonra ilişkinizin rayına oturduğunu göreceksiniz, o da size güven hissettirmeye başlayacak” diyor.
Eğitim iki gün sürüyor, eğitim boyunca, tüm kavramları sindirerek, ok deneyi gibi yaşayarak öğreniyorsunuz ve bir daha kolay kolay aklınızdan çıkmıyor.

Bir yanıt yazın

Kasaba.works Digital Agency