Modern resmin kurucularından Oscar Claude Monet Güney Fransa’nın mütevazı köyü Giverny’de kurduğu bahçede resim sanatında adeta bir devrim gerçekleştirdi. Ev Bahçe Dergisi’nin Ekim 2013 sayısında yayınlanmıştır. Telif hakları DBR’ye aittir.
DERLEYEN: MÜRSEL ÇAVUŞ
FOTOĞRAFLAR: SAKIP SABANCI MÜZESİ ARŞİVİ
Modern resim sanatının ilk büyük öncülerinden, Fransız resminin büyük ustası Oscar Claude Monet bir tren yolculuğunda penceresinden gördüğü Giverny Köyü’nün doğasına hayran kalmıştı. Paris’e 80 kilometre uzaklıktaki bu köyde önce bir ev kiraladı, sonra kiraladığı evi satın alıp, arazisini de genişleterek kendi bahçesini ve yapay göletini yarattı.
1980’lerde aslına uygun olarak bakıma alınan ve müzeye dönüştürülen bahçeyi her yıl 500 ile 700 bin arasında sanat tutkununu ziyaret ediyor.
Trenle Paris’ten Vernon kasabasına doğru 45 dakika süren yolculukta kır manzaraları ve tipik Fransız mimarisinde yapılan evler eşlik ediyor yolculara… Kasabaya indiğinizde St. Lazare tren istasyonunun Monet’nin resmettiği dönemlerden beri pek de değişmediğini görüyorsunuz. Giverny köyü buraya beş kilometre mesafede… Vaktiniz varsa yürüyerek, vaktiniz yoksa istasyondan sürekli kalkan otobüsleri kullanarak köye ulaşabiliyorsunuz.
Normandiya’nın bu yöresinde göz kamaştıran şatolar, değirmenler, muhteşem bahçeler, sanat galerileri ve empresyonistlerin müzesi de gezilmeye değer yerler arasında. Monet döneminde sadece 300 kişinin yaşadığı bu yer, şimdi şık ve bakımlı villalarıyla göz dolduruyor.
Monet burayı 1883’te kiralamış, 1890’da da satın almış. Bahçeyi istediği mükemmelliğe ulaştırması ise 16 yılını almış, 43 yıl boyunca bu bahçedeki nilüferleri, salkım söğütleri, Japon köprüsünü tablolarıyla ölümsüzleştirmiş.
Monet’nin ölümünden sonra bu ev ve bahçe oğluna miras kalmış. Oğlu Michel pek ilgilenemeyince üvey kızı Blanche bir süre eve ve bahçeye bakmış. 1966’da oğlu burayı Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağışlamış.
BİR BAŞYAPIT OLARAK BAHÇE
1980’ler bahçenin tekrar eski ihtişamına kavuştuğu yıllar ve o günden beri tüm sanat meraklıları bir başyapıta dönüştürülen bu bahçeyi gezmekten büyük keyif alıyor. Monet evi ve bahçesi 1 Nisan-1 Kasım arasında ziyaret edilebiliyor.
Eve gitmek için en ideal saatler sabah saatleri. Öğleden sonraya kalırsanız uzun bir kuyrukta buluyorsunuz kendinizi… Bu yüzden internet üzerinden e-bilet almakta fayda var.
Üzeri güllerle sarılı giriş kapısından bahçeye giriliyor. Avrupa’da birçok müzede olduğu gibi gruplar halinde resim yapan çocuklar her yerde karşınıza çıkıyor. Gezintiye bahçeden başlıyoruz. Sekiz dönümlük bahçe yapay göl ve çiçek cenneti. Burada her mevsim değişen çiçekleri görmek mümkün ama en dikkat çekenleri lilyumlar, nilüferler, salkım söğütler, bambular, sardunyalar, Monet’in botanikçilerin de destekleriyle değişik ülkelerden getirdiği çeşit çeşit oryantal bitkiler ve melez türler…
Artık olmayan tren yoluyla bölünen bahçe, Clos Normand ve su bahçesi olarak ikiye ayrılıyor. Evin önü güneşin hareketine göre ve renklere göre gruplanmış güller, zambaklar, papatyalar, gelincikler ve pek çok egzotik çiçekle kaplı. İyi bir ressam olduğu kadar, iyi bir bahçıvan olmakla da övünen Monet ömür boyu arkadaşlarıyla bitki değiş-tokuşu yapmış ve hep nadir türlerin peşinde koşmuş. Özellikle zor bulunan mavi renkli çiçekleri araştırmış ve onları tuvallerine de yansıtmış.
Monet kayığı ile kendi yarattığı yapay gölette dolaşıp nilüferleri istediği gibi şekillendiriyor ve sonra resmediyormuş. El arabasına doldurduğu tuvalleri günün her saati ışığın durumuna göre başka yerlere taşıyormuş. Monet’in torunu Philip Piguet dedesi için “Giverny’de bir mikrokozmos yaratmıştı ve her şeyin merkezinde kendisi vardı. Bir resme başladığında hayat ona göre düzenleniyordu. Çocuklarının çiçeklere dokunmasına dayanamayıp onları başkalarının bahçesine gönderiyordu” diyor.
Giverny’ye dünyanın her yöresinden ressamların özel bir ilgisi olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Monet döneminde bu küçük köyde 100 tane sanatçı kalmış. Monet ise kendi keşfettiği bu küçük cennetin ilgi görmesinden pek memnun olmamış doğrusu… Hatta bu ressamları bir sorun olarak nitelemekten çekinmemiş.
Tablolarında genellikle soğuk renklere yer veren Monet evin içinde ise çok canlı mavilere, sarılara yer vermiş. Sade ve rahat atmosfere sahip evde hasır koltuklar, country tarzına yakın yazı masaları, sehpalar, oymalı sandıklar ve kitapların durduğu çalışma masası dikkat çekiyor. Üst katta küçük bir dikiş odası da var. Mutfak ise mavi çinilerle süslü ve neredeyse her şey Monet’den kalma. Kuzine bütün haşmetiyle sıcak günleri çağrıştırıyor.
Ailesini çok seven Monet’nin duvarlarında pek çok aile fotoğrafı var. Evin en dikkat çeken taraflarından biri de 211 parçalık Japon baskı koleksiyonu ve çok sayıda Japon resmini bulunduruyor olması. Hokusai, Sadahide, Utamaro ve Kunisada’nın eserlerini görebilmeniz mümkün.
MONET RESMİNİN DOĞUŞU
Monet’nin doğaya ilgisi çocukluğuna kadar uzanıyor. 1840 yılında Paris’te doğan Monet, beş yaşındayken ailesiyle Le Havre’a taşınmış. Annesi şarkıcı, babası bakkal olan Monet çizim yapmaya karikatürle başlamış. Ortaokulda yaptığı karikatürleri 10-12 Fransız frangına satarak ilk parasını kazanmış. Eugene Boudin’den yağlı boyayı öğrenmek Monet’nin yaşamında önemli dönüm noktalarından biri…
16 yaşında annesini kaybedince dul teyzesinin yanına Paris’e tekrar taşınan Monet, bu fırsatı iyi değerlendirmişe benziyor. Bu dönemde Louvre müzesini sık sık ziyaret etmeye başlıyor. Ressamlar ustalarını taklit ederken, Monet pencereden gördüklerini yapmayı tercih etmiş ve bu konuda da yeni tanıştığı empresyonist ressam Edouard Manet’nin desteğini almış.
Monet 1862’de resim eğitimi almaya başlamış ama geleneksel yaklaşım onu hayal kırıklığına uğratmış. Yeni tanıştığı Pierre-Auguste Renoir, Frederic Bazille ve Alfred Sisley ile yeniliklerin peşinden koşmaya başlamış. Işığa yoğunlaşan genç ressamlar, ışığı doğrudan çizmek yerine onun kendilerinde yarattığı izlenimi tuvallerine yansıtmışlar ve bu da sanat tarihinde önemli bir değişimin başlangıcı olmuş.
1875’te yaptığı Argenteuil Yakınlarında Yürüyüş Monet resminin ilk ipuçlarını veriyor. Bu resimde evler ağaçlardan görünmüyor, neyi netlediği belli değil. Kasaba dalların arkasında adeta bir siluet gibi…
Bu yaklaşımından dolayı her yıl Paris’te önemli ressamların eserlerinin sergilendiği Salon Officiel’den kabul edilmiyor genç izlenimciler…
Monet lekeyle çalışıyor. Bir yaprağı formunda değil, fırça darbesiyle yaprağı düşündürecek leke olarak yapıyor. Salon’da yer alamayınca Monet, Renoir, Bazille, İsley, Pissarro, Morisot gibi izlenimciler “Anonim Sanatçılar Derneği” olarak bir araya gelip kendi sergilerini açıyorlar. Monet oraya bir eseriyle katılıyor. Sergideki eserleri düzenleyenler, “Tablonun ismi ne koyalım?” diye sorduklarında Monet, “Bilmiyorum, güneşin doğuşunu izledim” cevabını veriyor. İlk defa burada sergilenen ünlü “İzlenim-Gündoğumu” tablosu yani “Impression soleil levant” tarihe izlenimcilik akımına adını veren eser olarak geçiyor.
Monet yaşamında iki büyük savaşla yüz yüze geliyor. Fransa-Prusya Savaşı (1870–1871) dönemini İngiltere’de geçiriyor ve bu dönemde William Turner’dan etkileniyor. 1. Dünya Savaşı sırasında ise ‘Ölüm karşısında yaşam’ı sembolize etmesi için nilüferleri çiziyor ısrarla…
1922’de bitirdiği tablosunu Fransız halkına armağan ediyor.
Doğa tutkunu Monet, ışığın değişimiyle aynı resmin bir daha yapılamayacağını söylüyor. Saman balyalarını yüzlerce kez çiziyor, böylece Monet zamanı resmeden ilk ressam oluyor.
Monet’in resimlerinde ne ufuk çizgisi var, ne de zemin. Sadece konusuna odaklanan resimler. Figürlerin azını gösteren ama kompozisyonu alabildiğine soyutlayarak daha çok rengi ve ışığı öne çıkarıyor.
BÜYÜK KAYIPLARDAN SONRA…
Ünlü ressam son döneminde hem eşinin hem de en yakın dostlarının ölümüne tanık oldu. Bu kayıpların büyüklüğü, katarak ve ksntopsi hastalığının ilerlemesi, Picasso gibi yenilikçi ressamların gelmesi son yıllarını biraz daha kıyıda, köşede geçiren Monet’nin resminin bu dönemde koyu renklere bürünmesine neden oluyor. Tuvalinde çoğu zaman çok koyu bordolar, yeşiller, sarılar ve kahverengiler var.
Bu karanlık döneminde bile büyük usta bahçesinden ve resimlerinden hiç vazgeçmiyor, kendine ait bir doğa kurma tutkusunu realize etmeye devam ediyor. Tablolarına anlamı, renkleri ve zamanı aktarıyor.
Monet resim sanatında yarattığı yapıtlar kadar hayalindeki bahçeyi düzenleyerek de bir başyapıt çıkarıyor ortaya. Önce ortamı yaratıp sonra yarattığını resmediyor. Yaratıcılığın bu şekilde birbirinin içine geçmesi bir ressam için büyük bir nimet.
Monet’in ruh durumunun ışığa göre değiştiği de söylentiler arasında… Öğle ışığını parlak bulan ressam sabah ya da öğlenden sonra çalışmayı tercih etmiş. Akşam saatlerindeki renklerin yumuşaklığı tuvallerinde tatlı bir renk cümbüşü yaratıyor. Monet soğuk renklerle çalışsa da izlenimcilerin canlı kompozisyonları ile sanata neşe getirdiğini söyleyebiliriz.
İzlenimcilere kucak açan Paris’teki D’Orsay müzesinde Cezanne, Renoir, Degas, Sisley gibi Monet’nin de önemi eserleri var.
Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer, “İzlenimcilik akımının Türk resmi üzerinde büyük etkisi var. Monet’nin de ülkemiz resmine etkisi ve katkısı söz konusu…” diyor.
Monet bugün tabloları en yüksek fiyatlara satılan ressamlardan biri… 1905’te yaptığı Nympheas yani Nilüferler tablosu, New York’ta Christie’s müzayedesinde 43 milyon dolara alıcı buldu. Le Bassin Aux Nympheas, Nilüfer Havuzu isimli tablosu ise 2008 yılında Londra’daki Christie’s müzayedesinde 80,4 milyon dolara satıldı.
Monet’in evini ziyarete gitmeyi planlıyorsanız, ayrılırken onun sevdiği çiçek tohumlarını almayı unutmayın.