Ömer Önder televizyon programcısı, söz yazarı, piyanist, besteci ve kişisel gelişim yolculuğunda şifayı hem tıbbi hem de farklı öğretilerle çalışan bir doktor. Nöral tedaviyi, manuel uygulamaları Türkiye’de neredeyse hiç konuşulmadığı dönemlerde, 20-25 yıl önce uygulamaya başlayan kişi iken şimdi herkese solunumun önemini anlatıyor. “Müzik benim şifa yolculuğum” dese de şifayı hayatında uğraştığı her alandan devşirmiş.
Pozitif Dergisi’nde yayınlanmıştır. Telif hakları DBR’ye aittir.
Siz kimsiniz? Sanatçı mı, doktor mu, eğitmen mi? Varoluşunuzu tanımlayan sıfat ne?
Aslında hepsiyim ama her şeyden önce müzisyenim. İlkokulu Ankara Devlet Konservatuarı piyano bölümünde okudum, beni televizyona taşıyan da müzisyen yanım oldu. Erkin Koray, Cem Karaca, Neco, Füsun Önal, Berkant gibi duayenler de dahil olmak üzere yüzlerce büyük isme piyanomla eşlik ettim. Bizim dönemimizde konservatuara ilkokuldan giriliyordu, öğlene kadar kültür, öğleden sonra sanat derslerimiz vardı. Ancak yaşamımda bu denli önemli yeri olan müzikle hep sevgi-nefret ilişkim oldu. Sürekli korku yaşadığım bir piyano dersi kalmış aklımda ama hocamı da affettim onun da katkısı oldu yolculuğuma . İlkokul sonrası TED Ankara koleji sınavını kazanmıştım, annem-babam “Konservatuar mı, kolej mi?” diye sordu. Bunca tutkun olduğum müziği seçemedim. Ancak bugün görüyorum ki bu acı deneyimim, kendi eğitmenlik yolculuğumu olumlu anlamda aydınlatıyor. Öğrencilerimle yalnızca dersin gerektirdiği teknik ve akademik bilgiyi değil, yaşamı, gerçek hayat bilgisini paylaşıyorum bildiğimce, biriktirdiğimce. Eğitmenlik, yüzlerce binlerce yaşama dokunabildiğiniz için o kadar önemli ki! Çağımızın iletişim kanallarıyla bilgiye o kadar kolay ulaşabiliyorsunuz ki, Harvard’ın, Stanford’un en değerli hocalarını bile internette, üstelik ücretsiz izleyebiliyorsunuz. Yeter ki isteğiniz ve vizyonunuz olsun. O nedenle hocalık, eğitmenlik misyonu da başka boyuta taşındı. Gençlerin gelişim yolculuğuna kılavuzluk edebilmek aktardığınız teknik bilgi kadar değerli. Onlara bireysel gelişimin, kendilerinin en iyi versiyonu olma çabalarının önemini hatırlatıyorum sık sık.
Tıp bilinçli tercih miydi?
Bilinçli değildi, en yüksek puanla nereye giriliyorsa o bölümleri yazmıştım. Televizyon serüvenim tıp fakültesi 3. Sınıfta başlamıştı ve televizyonun tek kanallı olduğu dönemde olduğu için bayağı tanınıyordum. Hürriyet’te, geçenlerde geçmişten bugüne damga vuran ve unutulmayan sunucular listesinde Cemile Kutgün, Halit Kıvanç, Cenk Koray, Erkan Yolaç gibi isimlerden sonra kendi adımı görmek çok onurlandırdı beni. İletişimi; sözcükleri doğru telaffuz etmek, iyi Türkçe konuşmak sanırdım o dönemlerde, asıl becerinin kendinle iletişim kurup dinlemek olduğunu sonradan anladım. Duymaktan ruhunuzla dinlemeye giden yolculukmuş, susabilmekmiş aslında iletişim, konuşmadan da çok şey söyleyebilmekmiş.
Kişisel gelişim ve alternatif tıbbın gri bir alanı var; bir şarlatanlık boyutu bir de bilinçle gelişen sağlıklı alanı… Dünya Sağlık Örgütü’nün resmi olarak kabul ettiği homeopati gibi disiplinler var mesela. Siz hekim olarak nasıl bakıyorsunuz? Siz olayın hem beden boyutunu değerlendirebilirsiniz hem de aldığınız eğitimlerle diğer boyutlarını…
Biz okulu bitirince, bir de üstüne ihtisas yapınca “eğitimimiz bitti” diye düşünürdük. Viyana Üniversitesi Fizik Tedavi kliniğinde ÖAD bursuyla çalıştığım dönemlerde etrafımdaki herkesin sağda solda workshop peşinde koştuğunu gördüm. Ben de peşlerine takıldım ve ‘Nöral terapi’, ‘projeksiyon semptomları’, ‘manuel tıp’ eğitimlerine katıldım. Tıp fakültesinde hiç duymadığım, bütünsellik, refleks zonları gibi yepyeni, heyecan veren bilgilerle tanışıyor ve çok heyecanlanıyordum. 1990’larda Türkiye’ye döndüğümde, bu alanların hiç konuşulmadığı dönemlerde orada öğrendiğim nöral terapi ve manuel tıp uygulamalarına başladım.
Projeksiyon semptomları eğitiminde göğüs hastalıkları uzmanı Doç. Dr. Otto Bergsman’ın, solunumla ilgili anlattıklarından öyle etkilendim ki anlatamam. Ankara’ya döndüğümde değerli hocam Dr. İsmail Koca’nın da özellikle manuel tedavi yaklaşımlarını biliyor ve uyguluyor olması benim için şans oldu. Viyana Üniversitesi’nde kürsüsü olan akupunktur dahi burada şarlatanlık kabul ediliyordu.
Yeni yeni tanımaya başladığımız bu terapi alanlarının ülkemizdeki yolculuğu da sancılı oldu. Tamamlayıcı tıptan, alternatif tıbba, bütünsel tıbba birçok isimle anıldıktan sonra nihayet ‘integratif tıp’ adıyla üniversitelerde de söz edilmeye, ders olarak okutulmaya başlandı. Son 10 yılda ciddi mesafe kat edildi. Tabii ki bu emekleme döneminde doğrular kadar yanlışlar da yapıldı. Bu terapi ya da şifa alanları kendine yeni bir profesyonel alan yaratmak isteyenlerin ilgi odağı oldu. Kimileri işlerini çok iyi yaparken, kimileri yapamadı.
‘Bütünsel yaklaşım’, biyopsikososyal bir varlık olan insanın ruh, zihin, beden, duygu hatta bir adım daha ileri giderek sosyal yönden de bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği bilgisidir. Bu alanda hasta-hekim ilişkisi de hekimin hastaya yeterince zaman ayırma şansı varsa, başka bir anlayışa evrildi. Hekim hastasına hastalığının nedenlerini bütün yönleriyle anlatıyor ve hasta derin öğrenme (deep learning) dediğimiz, sıkıntıyı her boyutuyla tanıma, bilme noktasına geliyor. “Şunu şu nedenle yaşıyorsun, şimdi bunu şu nedenle yapacağız” dediğinizde hastanız artık sağlığının sorumluluğunu alan, tedavi takımının bir oyuncusu haline geliyor ve otojen, yani “öz” sağlık kaynaklarının daha verimli çalışabilmesi için elinden geleni yapmaya başlıyor.
Viyana’da öğrendiklerinizi burada uyguladınız, sonrası nasıl gelişti?
Viyana Üniversitesi’nde reçeteler sekreterin dolabında durur, gerekirse yılda 1-2 defa kullanırdı. Tedavi havuzlarıyla, ergoterapi alanlarıyla geniş bir alana yayılmış dünyanın en önemli sporcularının tedavi edildiği müthiş bir klinikti. Gerçekten fizik tedavi uygulamaları gerçekleştirilir, doktorlar da manuel uygulamalar yapardı. Türkiye’de ise daha romatoloji ağırlıklı ve ilaca yaslanan bir yaklaşım vardı ki bu benim motivasyonumu çok azalttı. Ancak kliniğimizde dostluklar, paylaşımlar inanılmaz güzeldi. Bir süre mesleğimden uzaklaştım, o dönem de benim için özel ve kendimi çok geliştirdiğim başka bir deneyim oldu.
Neden uzaklaştınız?
Reçete yazarak hekimlik yapmak istemedim. Bu kadar çok şey öğrenmişken, tekrar geriye dönmekti bu. Viyana’ya gitmeye karar vermişken gelen cazip bir teklifle televizyon programına başladım. Türkiye’nin en büyük eğlence kuruluşlarından Mydonose’un kurucuları arasında yer aldım.
Sizin çok driver’ınız var; müzik, televizyon, tıp, kişisel gelişim. Bu kadar farklı alanla uğraşmak sizi dağıtmıyor mu?
Aslında tek alanda çalıştığımda konsantrasyonum düşüyor. Multi-tasking’in (çok işlilik, aynı anda birçok iş yapmak) iyi bir şey olmadığını anlatıyoruz eğitimlerde ama bazılarımızın fabrika ayarları böyle. Ben de kendimi farklı alanlarla uğraştığımda daha mutlu, üretken ve verimli hissediyorum. Eğitimlerimde gerçekleştirdiğim bütün yolculukların toplamını anlatıyorum. İletişim nedir, zihin nedir, beyin, nörobilim, organizma nasıl çalışır, yaşamın dinamikleri, kendini tanımak… Bütün deneyimlerimden yola çıkıp yaşamın her alanından bilgiler aktarıyorum. Bunca alanın içinde yine de müzik en değerli şifa yolculuğudur benim için. Şu anda Seda Bağcan ile hem yurt içinde hem dışında konserler veriyoruz. Bunca yolculuğun ardından şunu söyleyebilirim; hayat mesajlarını birtakım yollarla iletiyor ve diyor ki, “Senin ana yolun şu, yan yollarda vakit kaybetme!” Şanslıysanız, daha doğrusu çalışırsanız, kendinize emek verirseniz bu mesajı duyuyorsunuz.
Heybenize öğrenmeniz gerekeni doldurup şifa yolculuğuna dönüyorsunuzdur!
Evet, zaten yürümem gereken yolda olduğum için şanslı hissediyorum kendimi. Söz konusu yolculukların en değerlisi olarak gördüğüm kendime yolculuğumda rehberlerim olan yol arkadaşlarım sevgili Nil Gün ve Saim Koç ile birlikte en büyük zenginlik kaynağının eğitimli, sağlıklı ve kültürlü olarak yetişmiş insan gücü olduğu inancıyla Kuraldışı Vakfı’nı kurduk. Amacımız kişisel gelişimle ilgili bilgiyi bütüne yaymak ve her yaştan çocukların akılcı, bağımsız düşünebilen, çağdaş, araştırmacı bireyler olarak yetişmesine katkıda bulunmak. Beni en çok heyecanlandıran şapkalarımdan biri de bu.
Bir yerde “Nil Gün hayatımı değiştirdi” demişsiniz, nasıl değiştirdi?
Yaşam okulu adlı uzun süreli bir eğitim sırasında yaşadığım farkındalıklarla kendime yaptığım o en değerli yolculuğa katalizör oldu ki yaşamımda kendime verdiğim en büyük hediyedir. Verdiğim eğitimlerde de ben katalizör olmaya, rehberlik etmeye, farklı yaşamlara dokunmaya çalışıyorum.
Biraz nefes teknikleri konuşalım. Solunum sizin için neden önemli?
Bergsman’ın tıp fakültesinde duymadığım bilgileri aktarmasıyla başlayan bir yolculuk bu. O ilk bilgilerin ardından aldığım İngilizce kitapta 22 yıl önce solunum sözcüğünün birçok kültürde ruhla aynı anlama geldiğini keşfettim ve heyecanla daha derinlemesine araştırmaya başladım. Batılıların daha fiziksel doğuluların ise ruhsal faydasıyla ilgilendiğini, temel özellikleri birbirine çok benzeyen birçok farklı nefes tekniği olduğunu keşfettim. Örneğin Sufi nefes tekniği ile yogik pranayama teknikleri birçok benzerlik içeriyor. Hem yurt içi hem de yurt dışındaki eğitimlerde, Dr. Konstantin Pavlovich Buteyko gibi birçok doktorun, eğitimcinin yaptığı çalışmalarla geliştirdiği teknikleri inceledim ve eğitimler aldım. Hem kadim teknikleri hem de bu tekniklerden yola çıkılarak geliştirilen çağdaş ekolleri inceledim. Bütün bu araştırma ve incelemelerin, deneyimlerin sonucu bu tekniklerin fizyolojik olarak ne anlama geldiğini, altta yatan fizyolojik mekanizmaları anlatıyorum kitap ve workshoplarımda. Doğru bildiğimiz yanlışlardan bahsediyorum. Mesela arka arkaya 5-6 defa derin nefes alınca başımız döner. Diyorlar ki beyne bol oksijen gidiyor, o yüzden baş dönmesi oluyor. Halbuki tam tersi, arka arkaya derin nefes almak karbondioksit kaybına yol açıyor. Bu nedenle damarlar daralıyor, oksijeni taşıyan hemoglobinin yer aldığı alyuvarlar bu daralmış damarlardan geçemiyor. Oksijene zayıf bağlanarak taşıyan hemoglobinin de oksijen ‘aşkı’ artıyor, yani kolayca bırakması gereken oksijeni bırakamıyor, buna da Bohr efekti deniyor. Sonuç olarak beyine neredeyse hiç oksijen gitmiyor. Bu fizyolojik mekanizmaları anlatınca daha bilinçli nefes yolculukları söz konusu oluyor. Ne olduğunu bilince egzersizlerin faydası geometrik çarpanlarla büyüyor. Daha derin merak edenler için tıbbı terminolojiyle yazılmış fizyoloji kitabım var fakat herkes okuyabilsin diye dili daha kolay bir kitap da yolda! Çevirdiğim kitapları da büyük kitapçılarda bulabilir merak edenler…
Şu anda neler yapıyorsunuz?
Bağdat Caddesi’nde fizik tedavi merkezim vardı, onu kapattıktan sonra Prof. Dr. Bilsen Sirmen ile Esenyurt Üniversitesi’nde Fizyoterapi ve Rehabilitasyon bölümünü kurduk, aynı üniversitenin senatosunda da görevliyim. Öğrencilerimle hayat bilgisi anlamında birbirimizi besliyoruz ve en değerli bilgi yolculuğum da bu. Bütünsel sağlık, kişisel gelişim kitapları yazıyor ve çeviriyorum. Andulasyon Terapi Sistemi’nin Türkiye Medikal Direktörüyüm. Kuraldışı Vakfı’nın başkan yardımcısıyım. Kuraldışı’nda ve önemli kurumlarda eğitimler veriyorum. İnsan hayatına dokunmak kadar bütüne katkı sağlayan ve anlamlı bir şey yok ve ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Aktif fizik tedavi merkezlerinde Fizik tedavi uzmanı olarak yaptığım şey de bu aslında.
Başarı nasıl geliyor?
Mahatma Gandhi’nin bir sözü var; “Söyledikleriniz düşüncelerinize, düşünceleriniz duygularınıza, duygularınız davranışlarınıza, davranışlarınız alışkanlıklarınıza, alışkanlıklarınız değerlerinize, değerleriniz karakterinize, karakteriniz kaderinize dönüşür” diye… Kurumsal yapılarda da kaderimizi belirleyen performansımızdır. Duygudan davranışa ve performansa uzanan bu sürecin zemininde hangi fizyolojik kavram var diye sorulduğunda ‘homeostazis’ diyorum ve bu kavramı da otonom sinir sistemi dediğimiz işini bize sormadan yapan sistemin ‘dengede olması durumu’ diye açıklıyorum. Otonom sinir sistemi işini kendisi gören ve bize sormayan mucize sistem. “Şu an çok korktum, kalp pompasını daha hızlı mı çalıştırsam?” diye bize sormuyor, ne gerekiyorsa onu yapıyor dengede ve sağlıklıysa. Bu sistem dengedeyse yalnızca daha sağlıklı değil, daha yaratıcı, daha mutlu ve yüksek performanslı olabiliyoruz. Bu dengeyi oluşturmanın, sağlamanın ve sürdürebilmenin yollarından biri ve en önemlisi de solunum ya da nefes çalışmaları. Çünkü kontrolümüz dışında çalışan bu sinir sisteminin kontrol edebildiğimiz tek fonksiyonu solunum. Nefes çalışması derken gerçekten her gün düzenli yapacağımız ve nefesimizi kontrollü şekilde alıp vereceğimiz çalışmaları kast ediyorum. Bunları yaparken en değerli bilgi, sistemin sağlıklı çalışmasını sağlayan ‘homeostazis’ yani hassas denge durumunu destekleyen ve ‘resonant rate’ (rezonans hızı) denen dakika nefes sayısı ki bu da bilimsel çalışmalara göre 5-6 civarında. Yani nefesi dakikada 6 kez, burnumuzu kullanarak alacağımız kontrollü nefes çalışması. Yani günde on beş dakika yavaş, sakin, odaklanarak, burnumuzdan çok derin olmayan ancak derine, diyaframa gönderdiğimiz nefesler alıp veriyoruz. Dakikada sekiz nefes iyi bir ilk hedef olabilir ki bunu da aşağı yukarı dörde sayana kadar geçen süre boyunca alıp yine dörde kadar sayıp vererek başarabilirsiniz. Rahat ettiğiniz bir pozisyon bulup oturun ve başlayın nefes alıp vermeye! Bir, iki, üç, dört sayıp alın ve yine dörde kadar sayarken verin. Siz yolu açın, gerisini bilge beden halleder. Ağzınızdan çıkan sözcükler de değişir, kaderiniz yani performansınız da. Tekrar etmekte fayda var sağlıklı bir otonom sinir sistemi, sağlıklı bir prefrontal kortekstir. Yani insanı insan yapan, beynin CEO’su diyebileceğimiz bu alanın (prefrontal korteks) sağlıklı çalışmasıdır. Bu da daha sağlıklı, mutlu, yaratıcı, üretken, uyumlu olmaktır. Unutmayalım ki yaşam yarışını daha hızlı ya da güçlü olan değil, daha uyumlanma mekanizmaları daha iyi çalışan kazanır.
Ömer Önder kimdir?
1987 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. İhtisasını ÖAD bursuyla Viyana Üniversitesi’nde yaptı. Ankara Hastanesi’nde fizik tedavi uzmanı olarak çalıştı. 1996 yılında kurulan Mydonose Gösteri Sanatları’nın kurucuları ve yöneticileri arasında yer aldı. Magic Gösteri Sanatları’nı kurdu. Aynı zamanda söz yazarı, piyanist ve besteci olan Önder’in eserleri Zerrin Özer, Erdal Çelik ve Sibel Egemen gibi sanatçıların albümlerinde yer aldı. Eurovision Şarkı Yarışması’nın yorumculuğunu üstlendi, Türkiye ulusal finallerinde sunuculuk yaptı. Televizyonculuk alanında 15 ödülü var. Dr. Barbara Hendel’in Alerjiye Son ve Ağrısız Eklemler kitaplarını Türkçe’ye çevirdi. Ayrıca Alana Özel Fizyoloji, Sportif Rehabilitasyon, Kinesiyoloji ve Biyomekanik kitaplarının da yazarı…