iskocyaresim2

İskoçya’ya gitmeden Kuzey denizi kıyılarında neden bu kadar iddialı yazarlar yetiştiğini anlamazsınız. Neden viskilerinin bu kadar iyi olduğunu da… En iyisi gidip yerinde denemek!

Gusto Dergisi’nde yayınlanmıştır.

Kardeşim “Şu İngilizlere bayıldım” diyor. “Klasiklerini 10 yılda bir yeni starlar ve yeni teknolojilerle tekrar çekiyor, gençlere yeniden izletiyorlar.” Aslında bayıldığı Steven Moffat ve Mark Gatiss’in zekası. BBC, kahramanları kendi ününü aştığı için haksızlığa uğradığını düşündüğüm ünlü İskoç yazar Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes‘üne yeni maceralar yaşatarak müthiş bir dizi çekmiş. Biz de eve kapanmış, bir hafta boyunca, yılda sadece 3 bölümü çekilen dizinin tüm sezonlarını izledik, hatta ikinci turu bile döndük. Dizi, İskoçya’ya yapacağım gezinin motivasyonunu iyice arttırdı.

487359_10150965608153437_1348231862_n
Edinburg uçağında kulağıma bazı mırıltılar çalınırken belleğimden diziden sahneler geçiyordu.
-Kilt giyecek miyiz?
-Ben giyerim ama altına galiba hiçbir şey giyilmiyor.
-Kilt’i giymek sorun değil de, çoraplar…
Erkekler çoktan İskoç erkeklerinin giydiği kareli eteklerin çekim alanındaydı. Gideceğimiz Dufftown’daki damıtımevleri için, “Roma yedi tepe üzerine kurulmuş, Dufftown ise yedi imbik üzerine…” denirmiş. Biz de bunlardan 1843’de kurulan Glenmorangie’ye, viskilerin tadına bakmaya gidiyoruz. Dünyanın en büyük imbiklerinin olduğu yere… Bu bile insanın damağını karıncalandırmaya yetiyor.
Benim için İskoçya Arthur Conan Doyle’un ve Robert Louis Stevenson’ın ülkesi. Hatırlayın! Define Adası ya da Dr.Jekyll ve Mr.Hyde. Galiba roman/öykü kahramanlarının ve kitaplarının yazarlarından ünlü olması buraya ait bir gelenek. Viski ve edebiyat. Çifte bonus.
Havaalanında ilk iş, 33 derece sıcaklıkta bıraktığımız İstanbul’dan getirdiğimiz montları giymek oluyor. Sıcaklık 12 derece, hava yağmurlu. Yağış oranı Londra’dan fazla, Temmuz-Ağustos’ta bile ortalama hava sıcaklığı 15-20 derece.

295277_10150934566218437_575671834_nCANAVARLI GÖLDE
İskoç Highland’inin kalbinde, Cromarty Halici’nin bakir kıyılarına yola çıkmadan önce rotamızı dünyanın en ünlü göl canavarı Nessie’nin yaşadığı Loch Ness gölüne kırıyor ve yol üstünde karnımızı doyurmak için The House of Bruar’da duruyoruz. Turistik tesisin gayda çalan bir İskoç heykeli haricinde kayda değer bir yanı yok. Av malzemeleri, içi doldurulmuş hayvanlar, kıyafetler… Lokanta ise bildiğiniz self servis ama mantar çorbası ve hamburger, şimdiye kadar tattıklarımın en iyileri listesine ilk üçe girer.
Bu arada grupta kaynaşma başlıyor. Grubun 30’lu yaşlardaki üçlüsü ileride kuracakları müzik grubunun ilk temellerini bu restoranda atıyor; Scottish Malt Whiskey Band; Edinbros. GQ‘dan Eser Teker: kaftan yerine giydiği uzun deri pardesü ve sakalıyla modern Kanuni kıvamında, Esquire‘dan Uluç Özcü 1980’ler retro çağrışımlı, XOXO Mag‘dan gelen cool delikanlı Gazali Görüryılmaz ise hafif çatlak ses tonuyla geleceğin Tom Waits’i olmaya aday.
Nessie’yi görme umudumuz yok, yine de Loch Ness’e gitmenin ayrı bir heyecanı var. Canavarı yüzünden dünyaca meşhur bu gölde yaşayan yaratığın fazla beslenmiş bir müren olduğunu düşünsem de komik duruma düşmemek için kimseye çaktırmıyorum. Gölün içindeki çukurun derinliği 302 metreyi buluyor ve Nessie’nin ne yazık ki geldiğimizden haberi yok. Zaten göl, turba zerrecikleri yüzünden adeta kahverengi akıyor, görüş mesafesi sıfır. Gezi teknesinde sonara rastlayınca umutlarda bir kıpırdanma oluyor. İkinci kıpırdanma da teknenin barında yaşanıyor. Musluklardan Famous Grouse, Captain Morgan Spiced, Bacardi, Gordon’s, Smirnoff, Courvoisier akıyor. Glenmorangie mi? O da isteyene şişeden servis ediliyor. Sonar, büyülügerçeklik akımının ünlü kalemi Jorge Luis Borges öykülerindeki inandırıcılık oranının arttıran “gerçek yemleri” gibi. Öyküne gerçekle başla, okur sana güvensin sonra kurgunu ör gitsin. Gerçeğe tutturduğun iple kendini hayal dünyasına bırak.

ISSIZ VADİDE VİSKİ
Bu turistik atraksiyondan sonra damıtımevine gitme vakti geliyor. Tipik Highland evi olan Glenmoragie misafirhanesi, Cromarty Halici kıyısında. Glen, Keltçe’de vadi demek. Morangie ise sessizlik…Vadi gerçekten çok sessiz ve ıssız, etrafta hiç yapı yok. 17. yüzyıldan kalma evin çevresini geniş çimenlikler sarmış. Küçük bir de bostanı var. Havanın yazın bile bizim ilkbaharımıza tekabül ettiği bu topraklarda, salonda şömine başköşede. Salonu savaşların resmedildiği kahramanlık resimleri, yemek odasının duvarlarını ise bölgenin ileri gelenlerinin tabloları süslüyor.
İnsanın inzivaya çekilip kendisiyle barışacağı, uzun yürüyüşlerden ıslak ama mutlu döneceği bir yer burası. Hele de şömine yanıyorsa ve yanında bir bardak viski de alevlere eşlik edecekse… Doyle’un ve Stevenson’ın nasıl bu kadar yaratıcı olduklarını anlamak zor değil.
Misafirhanede akşam yemeği öncesi viski kokteylleri ile karşılanıyoruz. Evsahibimiz Türkleri aratmayan bir konukseverlik ve güleryüzle bizi yemeğe davet ediyor. Bahçede bırakmaya kıyamadığım, en değerli bölümü son yudumları olan kokteylim benimle birlikte yemek odasına kadar geliyor. Gezi boyunca Mehmet Yalçın ve Teoman Hünal’ın kulaklarını da çınlatıyoruz. Yalçın, “Viski kokteylle ziyan ediliyor, kokteyl yapacaksan başka içkiden yap, viskiyi ziyan etme” dese de viskiyi sek içerken ” jet yakıtı” hissine kapılan ben halimden hoşnudum. Viski kokteyli yudumlamanın vicdan azabı kaybolup yerini tatmin olmuşluk duygusuna bırakıyor. Altı çeşit yemekten oluşan ziyafet de, her yemekle değişen şaraplar da nefis. Geceyarısına doğru odalara çekildiğimizde, hava hala aydınlık. Kuzey Denizi’nin kıyısında derin bir uykuya dalıyorum.

 

480320_10150934566683437_623849782_n

110 YILLIK YUDUMLAR
İkinci günün ilk durağı Cadboll Stone, heykeltraş ve taş ustası Barry Grove bizi bu yekpare taştan anıt heykele götürüyor. Eski çağlarda kuzey İskoçya’da yaşayan Pict halkının eseri olan yapıt epey tahrip edilmiş, yıllar süren araştırmalardan sonra Grove hayal gücünü de kullanarak bu eseri tekrar ayağa kaldırmış. Akşam yudumlayacağımız süperlüks viski Signet de amblemini bu eserden almış.
İkinci durağımız Glenmorangie başharmancısı Andy Mac Donald’ın bizi kapısında karşıladığı bir bahçe. “Nasıl şarabın teruarı varsa, viskinin de bölgesi var” diyor Andy Mac Donald, “Suyumuz buradaki Tarlogie kaynağından. Bu çevre çok iyi korunuyor, dolayısıyla hayvansal hiçbir atığın suya karışması mümkün değil. Açılan küçük havuzun içinde su, kumların arasından süzülerek çıkıyor. Buradaki sular yeryüzünün en yumuşak suları…”
Mc Donal ekliyor, “Viski sadece fıçıda yıllanmıyor. Yapıldığı bu sular deniz sularının buharlaşması ve gökyüzüne çıkıp tekrar yağmurla toprağa düşmesi, sonra da gözenekli kumtaşlarının içinden süzülüp kumtaşları ve kalkerlerin arasından mineralleri 100 yıl boyunca biriktirmesi ile oluşuyor. Yani aslında içtiğiniz viskiler 10 değil, 110 yıllık…”

541611_10150965604103437_1773871116_n
Damıtımhane bir vadinin içine yerleşmiş tek katlı 4-5 taş binadan oluşuyor. Bu görünümü kıran tek şey ise yemyeşil ağaçlar ve kıpkırmızı kapılar. İskoçya’nın en uzun imbikleri, bu binalarda. Kuğu boyunlu imbikler en hafif, en saf buharların tepeye kadar çıkıp orada alkol halinde yoğunlaşmasını sağlıyor. Böylece dengeli, rafine ve temiz içimli hafif bir viski çıkıyor.
Turun sonunda The Original, Lasanta, Quinta Ruban, Nectar d’Or ve Signet tadıyoruz. 10 yıllık The Original, bir Fransız parfüm uzmanına götürülmüş ve parfümcü 26 farklı aroma bulmuş viskide… Vanilya, narenciye, sardunya ve hatta nane kokuları belirgin. İkinci viskimiz ekstradan iki yıl şeri fıçılarında kalmış Lasanta. Karamela, kuru üzüm ve ceviz ağırlıklı kokusuyla grubumuzdan bir hayran kitlesi ediniyor. Ekstra iki yıl tatlı Sauternes şarabı fıçılarında geçiren Nectar d’Or’da hafif zencefil ve muskat cevizi çeşnileri var. Ferahlatıcı limon kabuğu ve vanilyalı krema çağrışımları da kadınlar arasında onu ilk sıraya yükseltiyor. Sıra geliyor Quinta Ruban’a… Porto fıçılarında ekstra iki sene yıllanmış Quinta Ruban, yağ gibi akıcı. Çikolata ve nane çağrışımlı ilk yudumdan sonra, grup üçe bölünüyor… Hangisi daha çarpıcı? Evsahiplerimiz, “Kararı vermeyin, daha sırada Signet var. Onun tadımı akşama” diyorlar.

KULAKLA TADIM
Basık tavanlı salonun pencereleri sıkı sıkıya kapalı, mumlar yakışmış, tadım bardakları ve kulaklıklar hazır, aniden tadımı yaptıracak centilmen siyah takımı ile kapıda beliriyor. Tek düze bir tonla, “Şimdiye kadar tadım sadece burun ve damakla yapılıyordu, biz üçüncü boyutu, sesi ekledik” diyor. Kulaklıkları takıyoruz. Kalabalıklara yanaşan bir araba sesi, kapı açılıyor, çok şık olduğunu tahmin ettiğimiz -ben Rita Hayworth’ı hayal ettim- hanımefendi kapıdan iniyor, kavalyesi elinden tutarak patlayan flaşların önünde ona büyük salona kadar eşlik ediyor. Glenmorangie Signet’in bardağa konuluşu ve yudumlanışı… İşte bambaşka bir yerdesiniz… Bir süre sonra seslerin beni sahile sürüklediğini duyumsuyorum, Signet’i koklayıp yudumluyorum. Keskin baharat ve acı moka tatlarına, tarçın, kahve, ceviz yağı çağrışımları eşlik ediyor.

551088_10150965601473437_1299438063_n
İskoçya seyahatimizde tattığım viskiler haricinde beni en heyecanlandıran falconry dedikleri atmaca eğitimi oldu. Yaklaşık 50 yıldır atmacalarla uğraşan eğitmenimiz, çantasından çıkarttığı taze tavşan ayaklarını elimize tutuşturup baykuştan atmacaya, şahinden doğana kadar bir çok yabani yırtıcının elimize konmasını sağlıyor.
Seyahatin sonunda Edinburg’u birkaç saatliğine de olsa görebilmek için sabahın altısında kalkmayı göze alıyoruz. Kadınlar alışverişe koştururken, erkekler pub’da takılmak istiyorlar, sanırım Edinbros müzik marketlere dalacak. Çoğunluk sağlanamayınca koşarak kendimi bir şehir turu otobüsüne atıyorum, çünkü yeni nesil Sherlock Holmes’ün izini sürmek için çok az zamanım var. Eve dönünce üçüncü turu kardeşimle Signet eşliğinde döneceğiz çünkü…

 

Bir cevap yazın

Kasaba.works Digital Agency