Editörlük dışarıdan bakıldığında herkesin kolayca yapabileceği bir iş gibi görünüyor, hatta işin arka planını bilmeyenler gerçek bir editörden fiyat alıp yüksek bulunca işi bir amatöre yaptırmayı tercih ediyor ve çoğu zaman iş ellerinde ‘patlıyor!’
Birçok kitap projesi bana, “Birine verdik ama kitabı bitiremedi, yarım bıraktı” veya “Yaptı bir şeyler de istediğimiz gibi olmayı bırakın ilk halinden beter oldu” gibi yorumlarla geliyor.
Dışarından bakıldığında editörlük sanki “Gramerim iyidir” diyen, “Ben çok kitap okudum, bilirim bu işleri” diyen herkesin yapabileceği kolaylıkta görünür. Bu nedenle, “Mis gibi işin var, bütün gün kitap okuyorsun, oooh hayat sana güzel” yorumları ile de sık sık karşılaşıyorum. Halbuki editörlük bir kitabı okumaktan, ona yorum yapmaktan başka bir şey!
Peki ama ne yapıyoruz? Yazdığınız kitaba editörlük ne kazandırıyor? Neden yayıncılığın olmazsa olmazı bu iş?
İlk kez kitap bastıracaksanız…
İlk kez kitap yazıyorsanız muhtemelen yayıncılık dünyası ile ilgili hiçbir bilgiye sahip değilsiniz. Eğer kendiniz bastıracaksanız bir yayınevinin elinden geçmeyeceği için bir editörle çalışmanız zaten zorunlu.
Bir kitap basılmadan önce en az üç kişi tarafından okunmalıdır çünkü kitabı yazan kişide ‘yazar körlüğü’ denen durum oluşur. Bu da defalarca aynı şeyi okumaktan kaynaklı artık hataları görememe halidir.
Bu aşamada editör sadece dile değil, kurguya, kitap metodolojisine, metnin doğruluğuna, dildeki aksaklıklara bakar. Bu da yetmez kitabın tasarımı, kapağı, başlığı, ön yazısı, arka kapak yazısı, telif hakları sözleşmeleri gibi teknik işlerle de ilgilenir. Bir editörün işlevi için burayı tıklayarak bu konudaki yazıma ulaşabilirsiniz. Basılmadan önce dilde herhangi bir yanlış olmaması için ise son okumayı bir redaktör yapar ve kitaba son hali verilir.
Kitabınızı bir yayınevine göndermeden önce bir kitap editörünün yapacağı düzeltmeler, öneriler hayati önem taşıyabilir ve kitabınızın kabul edilme olasılığını yüksek oranda arttırır. Çünkü editörler yayınevlerinin neyi göz önünde bulundurduklarını ve piyasanın neye ihtiyacı olduğunu bilir.
İlk satırlarında bile imla hataları göze çarpan, okumaya başladığınızda ilginizi çekemeyen, hatta sıkıcı bulduğunuz bir kitabı siz alır mısınız? Rekabetin bu kadar arttığı bir dönemde kim profesyonelce hazırlanmış bir kitabı satın almak varken daha amatör bir çalışma ile idare etsin ki? İyi bir editörün elinden çıkan kitapların satış şansı daha fazladır.
Editörlük yavaş bir iştir
Dakikada bir kitap sayfası okuduğunu iddia eden birisi 100 sayfalık bir kitabı bir buçuk, iki saatte bitirebilir. Eğer daha yavaş okuyorsanız diyelim ki bu kitabı bir günde bitirdiniz. Bu 100 sayfalık kitabı bir editörün bitirmesi ise aylarını alabilir. Çünkü editör kitabın her bir cümlesinde kendine onlarca soru sorar ve bu soruların her defasında cevaplanması ve metne işlenmesi gerekir.
– Bu cümle metnin gidişatı ile tutarlı mı?
– Cümle içinde yukarıdaki metinde tekrar eden kelime var mı?
– Cümle yapısı gramer olarak doğru mu?
– Cümle içindeki isimler doğru yazılmış mı?
– Bu cümle daha iyi ifade edilebilir miydi?
– Daha vurucu olabilir mi?
– Kısa mı? Uzun mu? Konuyu dağıtıyor mu yoksa açıklıyor mu? Açıklıyorsa bu açıklama yeterli mi?
– Yazarı kötü duruma düşüren bir içerik barındırıyor mu?
– Bir kişiyi, kitabı, yazıyı referans veriyorsa kaynağı belirtilmiş mi?
– Bir alıntı ise orijinal metinden mi aktarılmış yoksa internetten mi bulunmuş?
– Bu cümle okurun hoşuna gider mi? (Tabii kaygı eğer buysa…)
– Yayınevi için bu kitap gerçekten nasıl çekici hale getirilir?
Bu ve benzeri sorular editörün beyninde sürekli döner. Bir metin tek bir okumada ve düzeltmede değil, ilk hali ortaya çıkana kadar en az üç kez elden geçirilerek hazırlanır. İlkinde metnin kabası alınır, ikincisinde daha oturaklı hale getirilir, üçüncüsünde de artık son rötuşlar yapılır ve yazara teslim edilir.
Yazar editörün önerdiği düzeltmeleri görür, fikir beyan eder, gerekli değişiklikleri yapar ve editöre tekrar verir. Editör bu yeni gelen metne yine aynı işlemi uygular. Metin üzerinde bu kadar çok değişiklik yaptığı için editörde de bir süre sonra metne karşı bir körlük oluşmaya başlar ve tam da bu yüzden son okumayı editörün yapması doğru değildir.
Editörlük zamanla iyileşir
“Benim gramerim iyi” diye ortaya çıkan herkes editörlük yapamaz çünkü editörlük sadece bu bilgiye dayanmaz. Editörlüğünü üstlendiğiniz her yeni kitap size bambaşka deneyimler yaşatır ve tecrübe kazandırır. Kalıplarınızı kırar, sizi yeniler, yeni bakış açıları sunar. Bir kitaba yaklaştığınız gibi diğerine yaklaşamazsınız. Çünkü naturası farklıdır ve onun naturasını bozmadan müdahale etmeniz gerekir, çünkü duyulması gereken editörün sesi değil yazarın sesidir.
Üniversitede gazetecilik okudum ve mezun olunca tabii ki işe muhabir olarak başladım. Yayın yönetmenim, “Bunun Türkçesi iyi, redaktörlük de yapsın” diyerek tüm metinleri bana verirdi. 21 yıldır yüzlerce kitabın yazımını, editörlüğünü veya redaktörlüğünü üstlendim ve hala gelen her kitaptan editörlüğe dair yeni şeyler öğreniyorum. Annem eskiden ebeydi, “Bir bebek, annesi ‘ah öldüm’ demeden doğmaz” demişti bir kez. Kitaplar da editörlük sürecinde bu kadar sancılı işte… Editöre, “Aaah öldüm” dedirtmeden doğmuyorlar ama doğunca da çok tatlı ‘bişi’ oluyorlar.