Ayrılmak her zaman zordu ancak günümüzde en az 3-4 önemli ilişkimiz sonlanıyor. Terk eden de terk edilen de olsak acılı sürecin içinden defalarca geçiyoruz. Bununla birlikte ilişki terapileri sayesinde ayrılığa dair daha çok şey biliyor ve belki de umut dolu başlangıçlar yapabiliyoruz. Psikiyatrist Defne Eraslan The School of Life İstanbul’daki ‘İlişkiden sonra hayat nasıl devam eder’ atölyesi ile bu zorlu süreci mercek altına alıyor.
Erişkin psikiyatristi Defne Eraslan’ın The School of Life’taki ‘İlişkiden sonra hayat nasıl devam eder’ atölyesi ayrılık sürecinde yaşanan duygusal yolculukların seyrinde katılımcılara yardımcı olabilmeyi amaçlıyor. Atölyede psikoloji, sosyoloji, hatta fizyoloji alanlarından kaynaklara başvurarak, bir ilişkinin bitiş sürecini gözden geçiriyor, geçmişi yeniden ele alıp yorumlayarak ayrılığın üstesinden gelmenin yollarını anlatıyor. Eraslan, “Atölyemizde ilişkiler nasıl daha iyi olurdan ziyade ilişki bittiğinde insanın nasıl kendisini toparlayıp bundan dersler çıkarıp hayatına devam edebileceğini konuşuyoruz. Aşk acısını iyi şekilde nasıl atlatabiliriz sorusunu yanıtlıyoruz” diyor.
Kadınlar ve erkekler ayrılığı nasıl karşılıyor?
Herkesin karakteri farklı, aşırı genelleme yapamayız fakat kadının daha fazla zorlanmasına sebep olabilecek bazı özel durumlar var. Bunlardan biri toplumsal yapı. Kadınlar ilişki ya da evlilik içinde daha değerli bulunuyor. Kadınlar da kendilerini ilişki içerisinde daha değerli buluyor. İlişkiyi sürdüremediğiniz için başarısız da olmuş oluyorsunuz. Karşınızdaki kişi bıraktıysa istenmeyen kişi oluyorsunuz. Erkekler için de bu başarısızlık hissi var fakat onlarda nerede akşam orada sabah, çılgın bekar hayatı yaşayan erkek yine de kabul edilebiliyor. Erkekler 36 yaşında ayrılırım 50 yaşında evlenirim, çocuk sahibi olurum diyebilir. Kadında ise evlenmesi ve çocuk sahibi olunması için yaş kısıtlı olduğu için ilişki bittiğinde daha çok paniğe kapılıyorlar. Hiçbir zaman çocuk sahibi olamama, hiçbir zaman ilişki içerisinde kalamama olasılığı oluşuyor. Erkekler kendisinden küçük kadınlarla beraber olabiliyor. Kadınlarda ise bu zor. Dolayısıyla kadın geleceğini kaybediyor.
Nasıl duygusal süreçler yaşıyoruz?
Bir ilişkiyi kaybetmenin öngörebildiğimiz aşamaları var. Bir şehirden de ayrılsanız, bir yakınınızı da kaybetseniz benzer aşamalar yaşanıyor. Birinci aşama şok ve inkar. O kişiyi kaybettiğiniz gerçeğini tabii ki biliyorsunuz fakat tam kabullenememiş oluyorsunuz. Hala berabersiniz veya geri dönebilir diye düşünüyorsunuz. Çok duygu hissetmiyorsunuz. Yok sayıyorsunuz. Sonra pazarlık aşaması başlıyor. Pazarlık aşaması da kabul edememenin bir parçası. “Onun en yakın arkadaşı aramızı bozmasaydı, ayrılmazdık. Daha güzel elbiseler giyseydim, farklı şehre gitmeseydim ayrılmazdık” gibi… Zihnimiz o kayıpla bu şekilde başa çıkıyor. Sonra depresyon başlıyor. Zor ama olması gereken dönem bu. Bazen ‘keşke’lere takılı kalıp ilişki ile vedalaşamıyorsunuz. Onun yerine bir şeyler koyamıyorsunuz. O sizin en iyi spor arkadaşınızsa spor yapabileceğiniz başkasını bulmanız gerekiyor yada onsuz spor yapmaya alışmalısınız. İnsanlar bu noktada zorlanıyor. Sonra kabullenme aşaması başlıyor. Kabullenme aşamasına gelmiş olmak sonsuza kadar aşk acısı çekmeyeceğiniz anlamına gelmiyor. Onun başkasıyla olduğunu gördüğünüzde ya da kendi hayatınızla ilgili belirsizlik yaşadığınızda, hastalandığınızda yine bu aşamalara geri dönebilirsiniz. Bu aşamalar hem kadınlar hem erkekler için beklediğimiz aşamalar. Bunların herhangi bir noktasında takılı kalıp atlatamamak aşk acısının insanın baş edemeyeceği bir noktaya gelmesine yol açıyor.
Terk eden ya da terk edilen olmak ayrım yaratıyor mu?
Terk edilen olmanın iki dezavantajı var. Birincisi hazırlanamamış oluyorsunuz. Giden kişi gitmeye karar veren kişi bunu kafasında olgunlaştırıyor. Diğeri bunu fark edemediyse birden yalnız kalmış oluyor. Bir yakınınızı kronik hastalıkla kaybetmek başka, sağlığı yerindeyken kaza ile kaybetmek başkadır. Kazanın acısı daha zor atlatılır. Aynı şey ilişkiler için de geçerli. Terk edilen olmanın ikinci kötü yanı değersiz hissettirmesi. Değer konusu ile zorlukları olan biriyseniz terk edilen olmak çok daha zor.
Bir ilişki ne zaman bitirilmeli?
Burada artılarla eksileri bir kenara koymak gerekiyor. O ilişki size mutluluk ve eğlence vermek yerine sizden sürekli bir şeyler alıp götürüyorsa bitmeli. Mesela karşınızdaki kişi hastadır ve zor bir dönemden geçiyordur. Siz ona destek oluyorsunuzdur. Destek olduğunuz için de kendinizi iyi hissediyorsunuzdur. Bu da artı bir değer. Ne zaman ilişki sürekli şekilde tek başınıza olduğunuzdan daha kötü yapıyor, o ilişkinin bitirilmesi gerekiyor. Hangi koşullarda o kişi için kötü olduğu çok kişisel bir şey. Herkes için değişir. Birisi fedakarlıktan o kadar çok hoşlanıyordur ki, o ilişki içinde her şey onun aleyhine olduğu halde o ilişkiye devam ettirmek onun için avantajdır. O zaman fedakarlığa neden bu kadar ihtiyaç duyduğunu sorgulamak gerekir ama yine karar ona aittir. Bunun için de duygusal artı ve eksileri göz önünde bulundurmalısınız.
Ayrılıktan sonra nasıl sağlıklı atlatacağız?
En önemli şeylerden biri aşk acısının normal olduğunu kabul etmek. Ayrıldıktan sonra çok mutlu olmalıyım, hiç üzülmemeliyim gibi bir standart hem kendinize güveninizi azaltıyor hem de o duyguyu yaşayamadığınız anlamına geliyor. O yaşayamadığınız duygular her koşulda farklı bir yerden çıkar. Bazen öfke bazen depresyon olarak illa onu ifade etmek durumunda kalırsınız. Sevdiğiniz ve alıştığınız bir şeyi kaybediyorsunuz. Bu da doğal bir şey. Birincisi normal olduğunu kabul etmek, ikincisi dünyanın sonu olmadığını unutmamak. Her kayıp ve her ilişki insana bir şey öğretiyor. Bize gelen insanlarda en önemli sıkıntı ilişkiye takılıp kalmak ve ileriye bakamamaktır. Pazarlık aşamasına takıntılı şekilde geçmişi düşünüyorlar. Neden bana böyle yaptı? O bana böyle dediğinde benden sıkılmaya başlamış mıydı? O akşam o kıza mı gitmişti? İkincisi kendi eksikliklerine odaklanıp önüne bakmamak oluyor. Bir ilişki tam olarak bitmemiştir, her an devam edebilecek durumdadır ve siz de onu değerlendiriyorsunuzdur. Bu başka bir şey ama bittiyse üzüleceğiz, neleri farklı yapabilirdim diye değerlendireceğiz ve önümüze bakacağız. O ilişki ve o ayrılığın bize öğrettiği şeyleri sepetimize atıp daha da güçlü şekilde yolumuza devam edeceğiz. İnsanlar çok daha büyük acıları atlatıyor. İnsanoğlu yasla baş edebilir.
Yeni bir ilişkiye başlamak organik bir şekilde mi olmalı yoksa insan kendisini bilinçli olarak başka ilişkiye yönlendirebilir mi?
O ilişkinin size kattığı şey beraber zaman geçirmek ya da değerli bulunmak ise öbürünün yası tamamlanmadan başka ilişkiye başlamak öbürünün yasından kurtarabilir. Beni başka beğenenler de var diye ilişkinin kaybını azaltabilir. Her zaman kötüdür diyemem. Bir yandan da bir şeyin işlenmeden yok sayılması iyi bir şey değil. Başka biri ile ilişkiye başladığınızda mutlu olduğunuzu hayal edip öbür taraftaki acılarınızı yok sayarsanız bu kötü bir şey. Kimi insanlar o şekilde birisi ile beraber olduklarında duygusal olarak daha çok yıpranıyorlar. O kişilere yeni ilişki kötü geliyor. Ama kimi insanlar eskisi kadar aşık olmasalar da kendilerine duygusal veya pratik fayda sağladığı için başka ilişkilerin içinde o yası tutmayı tercih ediyor. Yeni ilişkide size sağladığı faydayı göz önünde bulundururken size verebileceği zararı da göz önünde bulundurmalısınız. İnsan bazen hemen yeni birisini bulayım diye kendisine iyi hissettirmeyen birisini tercih edebiliyor. Bir çift ayrılır, öbürü iki ay sonra yeni tanıştığı biri ile evlenir. Bu sık görülen bir şey olmasına karşın o evlilikten iyi bir şey çıkmaz. Birisinin acısını dindirmek için alet olarak kullandığın ilişkiyi hayat boyu devam ettirmek kötü oluyor. Önemli olan yine duygusal olarak kar zarar hesabıdır.
Nasıl bir mesafe insanları kendileri olmaya yetecek kadar koruyabilir?
Herkesin mesafesi birbirinden farklı. Nasıl Amerikalıların güvende hissettikleri fiziksel mesafe ile Türklerin güvende hissettikleri mesafe farklı ise duygusal mesafe için de aynısını söyleyebiliriz. Erik Erikson diyor ki, “Biz kişilik gelişimimizi tamamlayıp kim olduğumuz konusunda rahatlamazsak, başka bir ilişki içerisinde kendimizi bırakamayız. O ilişki beni alıp götürecek ve bambaşka bir insan yapacak diye korkarız.” Kendisini yok sayıp, ilişkiye yapışıp benliğini kaybedenler var. Bunun çoğu zaman nedeni kişinin bireyleşmesini tamamlayamamış olması. Dolayısıyla yeterince kendisini tanıyan, kişilik gelişimini sağlıklı şekilde tamamlamış insanlar yakınlaşmaktan korkmaz. Ne olursa olsun tekrar kendisi olabileceğini, tekrar tek başına yaşayabileceğini öğrenmiştir.
Bütün ilişkilerde her zaman şu soruyu sormak lazım, “Şu anda yapıyor olduğum şeyi ben mi istiyorum yoksa o istediği için mi yapıyorum?” ya da “O istediği için, ben de ona değer verdiğim için ona izin mi veriyorum?”
Bir insan yakınlaşma düzeyini karşısındakinin sınırlarına göre belirliyorsa ve ona iyi gelmiyorsa bence kişinin sınırı odur. Siz karşınızdaki insan için kendinizden fedakarlıkta bulunabilirsiniz. Biraz daha fazla yakınlaşabilirsiniz. İlişkinin diğer verdiği şeyler bunu makul kılıyordur. Fakat siz sürekli kendiniz rahatsızsanız, onun istediği sınırların içerisindeyseniz orası sizin durmanız gereken noktadır. İki kişinin de ilişki içerisinde dengeli biçimde hayatlarını sürdürebildikleri nokta en önemli yakınlık noktasıdır.
Topumun doğru olmasa da makbul gösterdiği ilişkilerin doğasını çürüten yaklaşımlar var. En temelde nelere dikkat edilmesi gerekiyor daha sağlıklı ilişki kurulabilmesi için?
Toplumu eğitme çabası yok. Tam tersi ilişkiler kadınlar için biçilmiş rollerin oynanması üzerine. Kadınlar yok sayılıyor. Özellikle kızlara, “Her zaman yanındayım, hoşlanmadığın bir şeyi yapmak zorunda değilsin” denmiyor. Erkeklere de, “Karına ya da kız arkadaşına kibar davran, gönlünü al, onu incitme” denmiyor. Yanlış mesaj verilmenin ötesinde mesaj da verilmiyor. Toplumun isteklerinden veya arkadaşlarının standartlarından sapabilmek kişiliğinin oturmasına bağlanıyor. Bağımsız birey olabilmek, kendi düşüncelerini yerleştirebilmek, genel düşünceleri sorgulayabilmek bir kişilik geliştirme aşaması. Maalesef bireyselleşemiyoruz.
Erkekler açısından genelde kabul gören kadın evde çocuğa baksın, çalışsın parasını da kazansın, beni de serbest bıraksın, bana sadık kalsın ama ben kalmasam da olur yaklaşımı nasıl aşılır?
Bunlar bireysel olarak değiştirilmesi zor şeyler. O yüzden toplumsal eğitim şart. Bir de bu giderek fazlalaşıyor. Neredeyse teröre dönüşüyor. Erkekler kendilerini bulunmaz kumaş gibi görüyor. Toplum tarafından erkek olmanın gururunu yaşıyorlar. Kızlara lütufta bulunuyor gibi görüyorlar. Öyle olunca tabii ki erkekler kendilerini değiştirmek için uğraşmaz. Anneler genellikle çocuklarına, “Sen yanlış yaptın, kızı niye üzüyorsun oğlum?” demez. “Aslan oğlum, sana kız mı yok?” derler. Kızların ilişkileri hakkında konuşulmuyor zaten. Eleştirilmeyen insan davranışını neden değiştirsin?
Tesadüfi yaşanan gecelik ilişkiler peki?
Her iki taraf için de cinsel ilişkiye girmek ve sonradan başka ilişkilere devam etmek sorun olmadığı zaman cinsel rahatlama olur. Bu ataerkil yapının içerisinde bir taraf daha özgür. Kızlar da erkekler istedikleri için cinselliğe okey diyorlar. Fakat ayrıldıkları zaman kendilerini kirlenmiş ve kullanılmış hissediyorlar. Bu da eşit olmadığımızı gösteriyor.
Yabancıların ilişkiyi paylaşım, kazanım ve güzel bir deneyim olarak gördüklerini Türklerin ise ilişkileri kayıp ve kirlenmişlik olarak algıladıklarını gözlemledim. Sizin tespitleriniz nasıl?
Atölyenin amacı da kayıplara odaklanıp kazançları göz ardı etme anlayışımızı değiştirmek. Kadın için doğru ilişki, sürdürülebilen ilişki olarak yorumlanıyor. Bu ilişki yaşandı, isteyerek ya da istemeden bitti. Bu tamamının başarısız olduğunuz anlamına gelmez. Belki hayatınızın o dönemine uygun kişiydi ama iki ya da beş sene sonra doğru olmayan bir şeye dönüştü. Bu, o dönemde doğru olmadığını göstermez. Bunu kötü bir şey ilan edip kayıp olarak görmektense “Yaşandı, bunları kaybettim ama bunları kazandım” diyerek kazanımları alıp kaybedilenlerle vedalaşarak yola devam etmek gerekiyor.
The School of Life Atölyeleri
Alain de Botton’un ilk olarak 2008’de Londra’da hayata geçirdiği The School of Life felsefe, edebiyat, psikanaliz ve görsel sanatların sunduğu yaklaşımlar ve rehberlik aracılığı ile katılımcıları akıllı ve iyi yaşama alternatiflerini keşfetmeye ve tartışmaya davet ediyor. Potansiyelimizi nasıl gerçekleştirebiliriz? Aşkı nasıl zinde tutabiliriz? Nasıl fark yaratırız? Nasıl yaratıcı oluruz? Sakin kalmayı nasıl başarırız gibi sorulara cevap arayan atölyeler hafta içi akşam, cumartesi sabah ve öğleden sonra, pazar ise öğleden sonra saatlerinde BİLGİ santralistanbul’da ve kentin farklı mekanlarında düzenleniyor. Atölyeleri Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen yazar, sanatçı ve düşünürleri veriyor.
The School of Life İstanbul Direktörü Elvan Omay atölyeleri şöyle anlatıyor; “The School of Life, duygusal olgunluğa ve psikolojik gelişime odaklanmış global bir kültürel girişim. Teknolojinin, globalleşmenin ve hızlı değişimin rüzgarında anlam arayışının arttığı, iş ve özel yaşamda hayatta kalmak için gereken yetkinliklerin hızla evrildiği bir ortamda, üretken, başarılı, mutlu olmak için gereken bakış açılarının kazanılmasında, bireylere ve organizasyonlara destek veriyoruz. Dünyada 11 şehirde şubeleri bulunan ve İstanbul’da üçüncü yılında olan TSOL’un içeriği felsefe, psikoloji, nöro-bilim, ekonomi, edebiyat, tarih ve sanattan besleniyor. Akademik kadromuz yine bu alanlardan Türkiye’nin önde gelen isimleri ve değişim liderlerinden oluşuyor. Çoğu 3-4 saatlik atölye ve etkinliklerimizde ağır konuları hafifleterek sınıfa getiriyoruz; zihni harekete geçiren ve potansiyeli açığa çıkaran kullanışlı ve keyifli fikirler, sorular ve uygulamalarla çalışıyoruz. Bugüne dek programlarımızla 3000 insanın hayatına dokunduk. Tüm bu insanlar, hayatı, kendilerini ve yaşadığımız bu dönemi daha iyi anlamaya çalışan kentli, meşgul ve duyarlı bireyler. The School of Life önümüzdeki dönemde de İstanbul’un farklı mekanlarında yeni atölyeler, etkinlikler ve ilaç gibi gelecek yeni deneyimlerle bireysel ve toplumsal ruh haline ayna tutmaya, farklı bakış açıları sunmaya devam edecek.”
İletişim için: istanbul@theschooloflife.com