Bismarck döneminde başlanmış olan ve daha önce görülmemiş bir nüfus artışıyla desteklenen iktisadi gelişme sürekli hızlanarak, Almanya’nın dünyanın büyük sanayi ülkelerinden biri olmasını sağladı. Almanya’nın artık güçlü bir kara ordusu ve savaş filosu vardı ve II. Wilhelm bunları dünya çapında bir siyasetin hizmetine sokmaya istekli görünüyordu.
“Weltpolitik” diye adlandırılan bu siyaset, 1905 yılından başlayarak diplomatik bir gerilim ortamı yarattı. II. Wilhelm’in, Bismarck kadar becerikli olmayan şansölyeleri, 1891’deki Fransız-Rus İttifakı’nın imzalanmasını ve 1907’de Üçlü İttifak’ın kurulmasını engelleyemedi. Böylece Avrupa’nın birbirine karşıt iki ayrı bloğa ayrılması onaylanmış oldu ve Birinci Dünya Savaşı patlak verdi.
Almanya’nın bu savaş sonunda bozguna uğraması (1918) ve Spartakistlerin önayak oldukları devrim, durumu daha da kötüleştirdi. II. Reich yıkıldı ve parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Almanya, 1919’da Versalles Barışı’nı imzalamak zorunda kaldı. Gerçekte, devrim birkaç ay sürmüş ve ılımlı sosyalist Ebert hükümeti, ordudan vardım isteyerek, 1919 Mart’ında birliğin yeniden kurulumasını sağlamıştı. Ama Weimar’da hazırlanmış bir anayasayı benimsemiş olan Alman Cumhuriyeti, 1923 yılına kadar hem sağ kesimin hem komünistlerin baskılarıyla sarsıldı. Bu arada 1923 Ocak’ında Ruhr bölgesini işgal eden Fransa’nın isteğiyle uygulanan ağır savaş tazminatları ödeme siyaseti de, korkunç bir enflasyona yol açtı.
1925 yılında bir kalkınma hareketi başladı. Mareşal Hindenburg’un cumhurbaşkanı seçilmesi; Dışişleri Bakanı Stresemann’ın Locarno Anlaşması’nın sonuçlarından (1925) ve Rheinland Bölgesi’nin müttefikler tarafından erken bir tarihte boşaltılmasından (1930) yararlanarak Almanya’yı yalnızlıktan kurtarması, Bakan Luter ve Maliyeci Schacht’ın çabalarıyla paranın yeniden güçlenmesi, özellikle ABD kökenli sermayelerin yatırılmasını kolaylaştırdı. Bunun sonucunda sanayi ve ticaret kısa sürede toparlandı.
Ama 1931’den sonra büyük iktisadi bunalımdan Almanya’nın da etkilenmesiyle, her şey yeniden değişti. Sermayenin dışa kayması, birçok bankanın iflasına ve kapanmasına, çok geçmeden de sanayi etkinliklerinin durmasına ve işsizliğe yol açtı. İktisadi bunalım ayrıca, aşırı uçtan paritlerin (Nasyonel Sosyalistler ve Komünistler) gelişmesini de kolaylaştırdı. Hindenburg’un yalnız bıraktığı Şansölye Brüning, görevinden çekilinceye kadar, Hitler yönetimindeki şiddet yanlısı Nasyonal Sosyalistleri durdurmayı başardı. Ama kısa süren Von Papen ve Schleicher yönetiminden sonra, Hindenburg, 30 Ocak 1933’te Hitler’i Şansölyeliğe atadı.
1934’te Hitler’in diktatörlüğü altında baskıcı bir devlet kuruldu. Hindenburg’un ölümüyle Rich’ın başkanı olan “Führer” bir yandan halk arasanda şiddetli bir yahudi düşmanlığının yayılmasını kışkırtırken bir yandan da iktisadi bunalımın etkilerini ortadan kaldırmak için katı bir otarşi (kendi kendine yetme siyaseti) uygulamaya çalıştı) ve yeni kısıtlamalar getiren bu rejimin, Alman askeri gücünün oluşturulması için gerekli olduğunu kabul ettirdi. Ayrıca rejimin Versailles “Dikta”sı ayıbından kurtulmasında tek çıkar yol olduğunu sandığı savaşa hazırlanmak için de gerekli olduğunu savunuyor ve Alınanlara “yasama alanı” sağlayacağına inanıyordu. Bu siyaset uyarınca 1933-1939 arasında gerçekleştirdiği “oldu bitti”’ler, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine yol açtı. Savaş 1945’te Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlandı. Ülkenin iki işgal bölgesine ayrılması, Batı blokunun batı kesimini, Sovyetler’in de doğu kesimini ele geçirmeleri ve Potsdam Konferansının (Temmmuz-Ağustos 1945) kararlarının değişik biçimlerde yorumlanması, çok geçmeden iki ayrı Alman devleti kurulmasıyla sonuçlandı.