bager

Bager Akbay’ın arkadaşlarıyla kurduğu İskele47 atölyesinde 12 yaşındaki öğrencisi aplikasyon yapıp Google Play’den satıyor. Kendisi Posta gazetesine şiir yazan robot üretiyor, Deniz Yılmaz adını verdiği bu robotla Contemporary’e katılıp sanat kavramını sorgulatmayı amaçlıyor. Akbay yaşamı sorgulayan ve yeni çağa göre dönüştüren birisi…

Bildiğimiz anlamda kariyeri reddeden, sanat gibi kavramları yeniden tanımlama derdi olan, yeni nesle bir şey öğretme yerine mentörlük yapmayı daha doğru bulan biri Bager Akbay. Başka bir akılla meselelere yaklaşmanın, sorgulamanın kıymetini anlıyor insan onunla konuşunca…

Hangi koşullarda ve nerede büyüdünüz?
Annem yetiştirdi beni, ortaokulu Kadıköy Anadolu lisesinde yatılı okudum. Beni hayata hazırlayan şeylerden birisi bu. Yatılı okumak kuvvetli bir şeydi. Erken yaşta ayağa kaldıran, iş kurmayı öğreten bir şey. Sonra Atatürk Fen Lisesi’ne geçtim. Matematiği, bulmaca kültürünü, kitap okumayı, bilim kurguyu severdim. Matematikçi, çimlerin üzerinde yatan, sürekli düşünen bir tiplemeydi benim için. Lise biterken bursla Japonya’ya gittim, döndüğüm de kötü bir okula girdim, boş gezindim, saçma işlere girdim ve insanların anladığı ‘planlı kariyer’ anlayışım yıkıldı. Şu an bunları bilinçli yaptığımı hissediyorum, başardığımdan emin olmak için başardığım şeyi yıkmayı severdim.

Planlı kariyer yerine neyi tercih ettiniz?
Özgürleşme başladı, o kırılma iyi geldi. Başarılı olma isteğim azaldı. Üniversitelerde takılmaya başladım. Sonra, sanat! Ortaokuldan beri iyi bir sinema tüketiciydim. 1987-94 arası vizyona girmiş tüm filmleri izledim! Yazın sahaflarda çalışırdım. Kütüphaneleri, kurumları gezerdim, Tübitak’a gider, “Burada ne yapıyorsunuz?” derdim. Bilgim olmayan şeylerin peşine düştüm. İTÜ Matematik Mühendisliği okurken tiyatro kulübüne yedi yıl devam ettim, bu politikleşmemi sağladı. Klasik anlamdaki politika değil, post politik! Orada sanat okumayı, ve düzeni öğrendim. Matematik mühendisliğini bırakıp, “Tasarımcı olacağım” dedim. Sanat diyemedim. Yazılımcı olarak paramı kazanırken 22-23 yaşında tasarım okumaya başladım. Sanat dersleri beni etkilese de uzun süre bunu kendime itiraf edemedim. Türkiye’de teknik becerileriniz iyiyse, sanat yapma şansınız yoktur. O sırada bir şey kırılır, onu bağlarken konuşmayı kaçırırsınız.

Nasıl öğretim görevlisi oldunuz?
Üniversiteden mezun olduğumda beni bir sınava çağırdılar, öğretim görevlisi oldum. 25 yıllık profesyonel öğrenciydim, yani öbür tarafı çok iyi biliyordum, hoca olunca karakterime, kıyafetlerime, davranışlarıma hiçbir müdahale yapmadım, öğrenci gibi takılmaya devam ettim ama sürekli gözlemledim. Okulların yapılarını, idari şekillerini anlamaya başladım. Hayal ettiğimiz gibi olmadığını, sistemin kötü olduğunu anladım. Demek ki sorun vardı, oturup araştırdım, politik taktikler izledim. Öğrenci zil çaldığında sınıftan çıkıyorsa, ilkokul kafasındadır yada yanlış yerdedir. Bu öğrenciler nereye gidiyor? Kafeye, takıldım peşlerine! Herkes kafeye gidiyorsa sınıfı yada odamı kafe yapayım dedim. Sistemi hacklemek dışında bir üretim mümkün değil bu ülkede. Mesela “Duvarı boyayalım” diyoruz. “Tarihi eser, boyayamazsınız” diyorlar. Postere izin var mı?, “Evet!” O zaman duvara boş kağıt yapıştırıp üzerini boyuyoruz. Öğrenciler okulda kalmaya, bayramlarda bile çalışmaya başladı. Tabii idari sorunlar çıktı, üçüncü yılımda bölüm başkanım (Yıldız Teknik Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölümü) “Burada çalışmanı istemiyorum” dedi. “Demek ki iyi politika yapamamışım” dedim kendime.

Avusturya’ya neden gittiniz?
Sanat okumaya gittim, günde 17 saat sanatla uğraştım. İstanbul’un ne kadar yoğun olduğunu orada gördüm. 4 üzerinden 3.97 ortalamayla ve okul dışında 80 civarı proje ile 9 ay eğlene eğlene ürettim. O sırada kızım doğunca Türkiye’ye döndüm. Bahçeşehir’de hocaydım zaten, bir de meslek yüksek okuluna girdim. Okula laboratuvar kurdum, tüm malzemeleri bürokrasiye girmemek için kendim aldım, o laboratuvar Türkiye’de, Avrupa’da ödüller kazandı, Amerika’da kitaplara girdi. 1. sınıf öğrencileri çektiği reklam filmi ile kristal elma aldı. Öğrenciler memnun, veliler memnun. Boğaziçi’nde hoca olmak kolaydır çünkü gelen öğrencinin kapasitesi bellidir. Meslek okulunda ise 1000’lik dilimden değil 100 binlik dilimden öğrenci alırsınız, hızlı, yetenekli olmanız, pedagog veya abi olmanız gerekir. İşte o zaman biraz destekle çocukların neler başarabileceğini görüyorsunuz. Çok sevdim öğrencilerimi, hala atölyede ortaklarım onlar…

İskele47 orijinal bir oluşum. Neden üniversitede devam etmek yerine İskele 47’yi kurdunuz?
Dördüncü yılda özel sektör sorunlarıyla karşılaştım. Yılın sonunda laboratuvarı kapatıyoruz dediler fakat bütün malzemeler benim, zaten resmi olarak laboratuvar açık değil. Kalmak için sınıfın kirasını ödeyeyim dedim. Döner sermaye çalıştırmışım, bölüm para kazanıyor. Ona rağmen kabul etmediler. Okulun karşısında atölye tutsam diye düşünürken altından başka şeyler çıktı, orada çocuklar rahatmış, kanepe, çay ocağı varmış, okulun düzeni bozuluyormuş. Bahaneler oldukça komikti, ben de istifa edip kendi atölyemi, İskele47’yi açtım. Gezi dönemiydi. O dönemde büyük yapıların bilmediğimiz akıllı insanlar tarafından yönetildiğini sanıyorduk. O dönemde gördük ki bayağı itaatkar orta akıllarla yönetiliyorlar, bazılarının danışman kadroları iyi tabii. Okulun sahibine yönetim tercihi için de kızamam çünkü, “Sen neden yapmıyorsun?” diyebilir.

İskele47 bunun cevabı mıydı?
Evet, biz niye yapmıyoruz? Atölyede kendime 2-3 temel kural belirledim. Hiçbir firmayla partnerlik yapmayacağım. Çalışanım olmayacak, tek kişilik şirket olacağım, finansal olarak şeffaf olacak. Sadece sevdiğim işleri yapacağım. Paralı ya da parasız olmasına o anki para durumuna göre karar vereceğim. Yani param varsa bedava yapabileceğim, param yoksa para isteyeceğim. Kültüre yatırım yapacağım, çevremde belli insanlarla sohbet etmeye vakit ayıracağım. Atölyeye bu inançla girdik. Farklı kültürden insanlar burada ortak paydada buluştu. Atölyede birbirimizi etkilemeye başladık. Tahtaya birinci yılın sonunda haftada kaç saat profesyonel iş yapmak isteriz, kaç saat sanatla uğraşmak, kaç saat eğitim yapmak istersiniz çizelgesi yaptık. Bunları ayırmanıza gerek yok da, ayırınca kafayı açıyor. Sanat dediğiniz şey sanat olmak zorunda da değil.

Peki yeni nesille çalışmak nasıl bir şey?
Çocuklarla karşılaştığımda bambaşka kültürleri olduğunu keşfettim, biz anlatıyoruz, onlar da size deli gibi dünyayla ilgili detay aktarıyor. Facebook vs. gibi modern aletler inanılmaz alt kültürlerin artmasına sebep oluyor. Mesela ‘minecraft’ı iki yıl önce öğrendim, oysa çevremdeki 100 çocuğun 95’i biliyor. Bu kültürel bölünmüşlüğe inanamadım. Dibimizde duruyor, bilmiyoruz. Demek ki bir sürü alt çocuk kültürü var. Şu an onlar gibi Pokemon Go oynuyorum, onları anlamaya çalışıyorum. Üniversite derslerime de atölyede devam ediyorum, dersimiz çocuklarla bir şeyler denemek.

Neler deniyorsunuz çocuklarla?
Bahçeşehir Üniversitesi’nden fotoğrafçılık, yazılım mühendisliği gibi bölümlerden öğrenciler geliyor, ‘Ne yapacağız?’ diyorlar, “Ne isterseniz yapın” diyorum. Önceki projeleri gösteriyorum ama öğretmiyorum. Direnenler, örneğin altıncı haftada “Bize hiçbir şey öğretmediniz ki!” diyebiliyor. Ben de, “Öğretmeyeceğim zaten” diyorum. “Öğretmeden nasıl geçireceksin?” diyorlar, “Geçirmeyeceğim, bırakacağım” diyorum. Kavga ediyoruz, işin içinde blöf var, sonra konuşuyoruz ve iş “Tamam, yaparım”a dönüyor. İstediğin işi yapmak kadar hiçbir şey insana güç vermez. Benim işlevim onların sorularına cevap vermek, öğretmek değil, yönlendirmek. Nasıl iyi proje yapabilirim diyorsa aç Google’a bak derim ama “Şunu şuna nasıl bağlarım?” sorusunu yanıtlarım. Bir konuyla ilgileniyorum diyen öğrenciye, “Şu filmi izledin mi? Şu kitaba baktın mı?” diyorum. Sadece yönlendirme! Çocukların ihtiyacı bu, biz ilkokuldan beri o çocuğa nefes alacak alan bırakmamışız. Bu yüzden atölyede bir şok yaşıyorlar.

Tüketmek değil üretmek mi mesele?
Özellikle küçük çocuklar ilk geldiklerinde, “Alan var, takılın” deyince oyun oynuyorlar. 1-2 hafta sonra bir tanesini kandırıp güzel bir şey yapıyoruz, öbürleri bakıyor, tüketmek zevkli de tükettiğin şeyle ancak hava atarsın, oysa üretmenin keyfi bambaşka! Mesela bir kız öğrencimiz cep telefonu aplikasyonu yaptı, biz bile yapmamışız daha! “Yaparsın, iki günlük iş, ne olacak?” diyoruz. Hocalık böyle bir şey, senin yapman gerekmiyor. Gerçi verdiğimiz gazı yemesi de şaşırtıcı. İki gün sonra kız, “Baba kredi kartını verir misin?” diyor. “Ne alacaksın?” diye soruyor babası. “Bir şey almayacağım, aplikasyon sattım, parası yatacak” diyor çocuk. Bu arada satış sözleşmesinde 13 yaşın üzerinde yazıyor, kız daha 12 yaşında. Bir öğrencimiz okula ödevini cep telefonu aplikasyonu olarak verdi, aplikasyonu beş haftada 20 bin kez indiriliyor mesela. Bir işte iki temel öge var. Birincisi motivasyon ve ikincisi problem çözme yeteneğimiz. Okulda teknik öğretiyoruz, motivasyonu yok, öğrenci problemi çözmek istemiyor. Yani problem çözme tekniklerini öğretsen ne olur?

Yaptıklarınızın sonucunu nasıl ölçüyorsunuz?
Yaptığımız işin ne kadar çalındığına, ne kadar farklı türde çalındığına bakıyorum. Bir işi yaptığımızda iki şirket bu işin aynısını ürünleştiriyorsa, bir hoca okulda o tarz eğitimler veriyorsa, bu sizin etkinizi gösterir.

Peki atölyede yaptıklarınızdan para kazanıyor musunuz?
Parayla alakalı biri değilim. ‘Para kazanmamız lazım’ amacıyla yola çıkarsanız başkaları ile aynı şeyleri düşünürsünüz. “Evladım zengin ol, önemli olan bu” diyorlar. Buna sinir oluyorum. Biz garip bir algoritmayız, labirent çözmede aç gözlü algoritmalar vardır, hemen sonuca ulaşmaya çalışır. Bu algoritmalar kısa vadede, kriz ekonomilerinde işe yarar da uzun vadeli stratejilerinizin de olması gerekir.
Zenginliği anlamaya çalışıyorum. Mesela kendini tanımak, zenginliktir. Bilgi sahibi değilsen
parayla istediğin yemeği alamazsın, çünkü bilmiyorsun. Mesela istediğiniz filmin adını söylediğinizde size o filmi başlatan bir kutu kaça satılır? Sinema kültürü olmayan biri için fiyatı sinema bileti kadardır ama sinemayla ilgilenen biri için milyon edebilir. İnternetteki arama kutucuğu da öyle bir şey, bedava, orada öyle duruyor, istediğini ara ama kendini bilmek, farkında olmak, akıl sağlığı yerinde olmak bayağı değerli. Ancak o zaman teknoloji sana yararlı oluyor.

Yaptıklarınızı ürüne dönüştürüp ondan para kazanmak atölyenin sürdürülebilirliği için önemli değil mi?
Para kazanmak için ürünleştirebilirim ama ürün sürdürülebilir değildir, sürdürülebilir olan kültürdür. Açık kültür dönemindeyiz, yaptıklarınızın kopyalanabilir olması gerekiyor.

Başka yerlerde sizin atölyeniz mantalitesinde çalışan yerler var mı?
Bizim atölyemiz gibi oluşumlar yok diyenlere, “Birleşin, yapın!” diyorum. Bu motivasyonla bir kaç yere açılan atölyeler oldu. Kişisel olarak çözmediğimiz iki yer var; hastane ve okul. Eğitime el attık, kooperatifle hastane açabilir miyiz diye de konuşuyoruz. Hastanelerden anlamam ama anaokulundan da anlamıyordum ve girdik bu işe. Çok iyi anaokulu açtığımızı iddia etmiyorum, kooperatif anaokulu açtık, günden güne iyileştireceğiz. Özel sektörde de kimse en iyiyle başlamıyor, zamanla geliştiriyor.

Çocuklara oyun değil oyuncak verin diyorsunuz. Neden?
Çocuklara robot yapmayı öğretiyorum. Çinli bir firma kutuda robotu dağınık gönderiyor, monte etmesi çok zor. 7 yaşındaki çocuk o robotu 1.5 saatte gözümün önünde monte etti, sevinçten ağlayacaktı. Aleti kurma süreci insana çok şey öğretir. Çocukların bozabilecekleri, gerçek şeylerle oynaması lazım. Tüketici olarak iPhone alabilirsin ama eğitimci olarak android alman gerekiyor çünkü eklemlenebilir, yeni bir şey takılabilir bir sistem. Oyunda kural ve hedefler vardır, nasıl oynanacağı bellidir. Oyunbozan, mızıkçı, hilebaz gibi karakterler ortaya çıkar. Mızıkçı kural setini kendine göre değiştirmeye çalışır. Hilebaz kuralları yıkar, oyunbozan bütün o kural setiyle, mekanizmayla oynamaya çalışan kişidir. Çocukların hazır oyunlara ihtiyacı yok. Çünkü onlara “Kurallarda var ama istediğini yap” diyoruz. Çocuk paradigmaları değiştirebilir. O optimizasyon yapmaz, sen yaparsın. Genelde anneyle çocuğun ilişkisi onu daha yenilikçi yapar, bu babada çok yoktur. Çocuğun kendi kural setini oluşturabileceği oyuncaklara ihtiyacı var. O yüzden minecraft, oyun değil oyuncak. Lego vs. de öyle, yapı taşı gibi. Kızımın evde şişe koleksiyonları, bantları, ipleri yani malzeme seti var, proje yapacağı zaman onlar ortaya çıkıyor. Bir şeyleri deneyerek yaratıcı olmayı öğreniyor. Aletler, objeler insanlara bir şeyleri çok hızlı öğretir. Bu yüzden obje ve alet yapmak, alet tasarlamak çağımızın en politik dallarından biri. Mesela Twitter’ı yapmak, dünya politikasını değiştirebiliyor yada internet alt yapısını özgürleştirmek, dünyanın politikasını değiştirebiliyor.

Bütün insanlık tarihinde ilk defa yaşlılar gençlerden öğreniyor, öyle bir sürece geldik deniyor. Siz ne dersiniz?
Okul sisteminde öğrenme yok oluyor demek isteniyor orada. Ben bunu birebir biliyorum çünkü 7 yaşında öğrencim de, 30 yaşında öğrencim de teknik düzey olarak aynı seviyede olabiliyor ve aynı süreçlerde öğrenip uygulamaya geçebiliyorlar! 21. yüzyıl üretim devrimiyle çocuklar öne geçmiş olabilir.

Şiir yazan robot; Deniz Yılmaz
Bager Akbay, bir CNC tezgahını yapay zekayla şiir yazan robota dönüştürüyor ve robotun adını Deniz Yılmaz koyuyor. İnsan algısını tersyüz etme çalışmaları yapan Akbay, robot hakları üzerine yoğunlaşıyor ve bir robotun hakkını alabilmesi için, Posta gazetesinin ‘Yurdumun Şairleri’ köşesine şiirler gönderip yayınlatmaya çalışıyor. Contemporary İstanbul’a bu projeyle katılıyor. Akbay, “Deniz Yılmaz klonu için, tüm kodu özgür lisansla yayınlıyorum. Contemporary İstanbul’un Plugin Yeni Medya Bölümünde Deniz Yılmaz, ilk üretildiği şiirlerini sergilendi, şiirleri sanat eseri olarak satın alındı. Bir eserin aynı anda hem özgür formatta tutulup, hem de klasik sanat ortamında satın alınabilir halde tutulmasını deneyimlemek için bu yöntemi seçtim” diyor. Akbay aynı zamanda Coderdojo ve Maker Hareketi içerisinde yer alıyor. İrlanda kökenli bir vakıf olan Coderdojo, 60 ülkede 600’ün üstünden lokal topluluğa sahip, topluluklar yeni neslin teknolojiyi anlamasını sağlamak amacıyla kurulmuş. Make dergisinin oluşturduğu kültürün global hareketi olan maker hareketi ise dünya çapında bir çok lokal topluluğun ortaklaşa yeni nesil üretim araçları ve metodları ile projeler üretmesini sağlıyor.

Kasaba.works Digital Agency