yemepsikolojisi

Psikiyatrist Doç. Dr. Sibel Çakır duygu durum bozuklukları üzerine çalışıyor, aynı zamanda insanların yeme davranışları üzerine ilginç gözlemleri var. Duygu durum bozukluklarının yeme davranışları üzerine etkisi…

Doç. Dr. Sibel Çakır ile Mutfak Dostları Derneği’nin yönetim kurulu seçimlerinde tanıştık. Kürsüden kendini tanıtırken insanların yeme davranışlarını incelemeyi seven biri olduğunu söylediğinde konu benim de ilgimi çekti.

Yeme davranışlarına merakı şöyle başlamış, “Bir kız arkadaşım çok sık erkek arkadaş değiştiren, ani başlangıçlar ve bitişler yapan biriydi. Bir gün bana elinde dondurmalarla geldi. Ben tabak çıkarıp servis yapana kadar, hızla yarısını yiyip kalanını atıverdi. İlişkilerinin neden uzun soluklu olmadığını sorgulardı. O anda dış dünyaya, nesnelere yaklaşımı ile yiyeceklere olan yaklaşımı ne kadar örtüşüyor diye düşündüm ve kişiliklerle yeme davranışlarının paralelliği üzerine düşündüm” diyor.

Tıpta yeme davranışlarıyla ilgili pek çok hastalık tanımlanıyor. Benim ilgimi çeken ise yemeğe insanların yaklaşımlarıyla karakterlerinin nasıl örtüştüğü… Bu yüzden ilk önce bunu soruyorum kendisine…

“Obsesif karakterler yani takıntılı insanlar çok yemek seçiyor ve kontrolcü olma eğilimindeler, kişinin yemekle ilgili pek haz alma derdi olmuyor, yemek yemek mecburen yaptıkları bir işe dönüşüyor. Kilo konusunda da oldukça kontrollü, takıntılı olabiliyorlar.
Alerjileri, fobileri olan kişiler bazı şeyleri ayıklıyor, yavaş yiyor ve kendilerince eleme yapıyor, sağlıklıyı seçiyorlar ama bazen bu tutumları sadece onların hassasiyetini arttırıyor. Yedikleri, yaşadıkları ve davranış biçimleri örtüşüyor.

Dış dünyaya açık insanlar yeni tatlara ve insan ilişkilerine de daha açık oluyor ve hızla zenginleşiyorlar. Bu deneyimler sırasında kötü tecrübeler edinseler de zenginleşmekten vazgeçmiyor, sınırları zorluyorlar. Bunlar kolay arkadaşlık kuran kişilerdir ve onlarla sohbet etmek eğlencelidir” diyor.

“Cinsel haz ve yeme hazzı da birbiri ile bağlantılı, kimileri cinsellikten kaçınıp bütün hazzı yemekten almaya çalışıyor. Çocukluk çağından itibaren haz organı hayatın ilk bir kaç yılında anne memesidir, bu oral doyumların gelişmesine, burada aşırı doyum, anne memesine bağımlı olmak ya da bundan yoksun kalmak insanları oral bağımlı karaktere sürüklüyor, bu karaktere sahip kişiler daha kolay kırılıyor, onaylanmayı çok önemsiyor, bağımlılıklar geliştiriyor. Bu aşamalarda sıra dışı takılmalar yaşamayanlar, gelişmiş savunma mekanizmaları kullananlar bu durumu gastronomik bir keyfe dönüştürebiliyor ya da bu düşkünlüğü bağımlılıklara da yol açabiliyor. Hayatında bunu tamamıyla reddedenlere ya da yadsıyanlara da rastlanıyor” diye de ekliyor.

Gusto nasıl gelişiyor?
İkinci sorum da gustonun gelişimi üzerine oluyor tabii… “Damak zevki tecrübeyle gelişen bir şey, öte yandan neden bazı insanlar buna daha fazla değer verirken, bazıları lezzeti hiç önemsemiyor?” diye soruyorum. “20’li yaşlarda gustosu olan insan çok az, gusto zamanla gelişiyor çünkü insanlar ancak 30’lu, 40’lı yaşlara gelince ekonomik refaha ulaşıyor ya da yemeğe/içmeye para ve zaman ayırabilmeye başlıyor. Diğer alanlardaki hazların da tadılıp denenmesi ve azalmasıyla başka hazlara yönelebiliyorlar. Bunu aşırı gösterişli biçimde yaşama, paylaşma narsistik karakterlerde fazlaca görülür.”

Çağın hastalığı; Ortoreksiya Nervoza
Konunun “sağlıklı beslenme takıntısı”na dönmemesi bugünlerde imkansız gibi… Bu artık tıpta bir hastalık olarak da tanımlanmaya başlamış; Ortoreksiya Nervoza. Çakır bunu ‘medyanın ve pazarlama dünyasının yarattığı bir hastalık’ olarak tanımlıyor. “Her besinin, içeceğin kalorisini hesaplama, zayıf ve sağlıklı kalmaya çalışma, her şeyi organik mi diye kontrol etmek bu hastalığın belirtileri… Gündemden geri kalmamak ve sağlıklı olmaya çalışmak önemli ama hazdan yoksun yaşamak ne kadar sağlıklı, bu bir soru işareti” diyor. O zaman yemekle nasıl sağlıklı bir ilişki kurabiliriz sorusuna ise Çakır şöyle yanıt veriyor,”Sürekli bazı yiyeceklere yasaklar koymak doğru değil. ‘Tatlı krizim geldi’ diyen kadınlarda mutlaka yeme bozukluğu, bulimia tanısı konmaz. İçindeki sürekli ağlayan bir çocuğu duymazdan, görmezden gelen annenin o çocukla ileride ilişkisi ne kadar sağlıklı olur ki? Talepleri yasaklamak gelecekte yoğun istek patlamaları, dürtüsel davranışları ortaya çıkarabilir. Zayıflama diyetlerindeki aşırı kısıtlama en iradeli kişilerde bile sürdürülebilir değil. Diyabet gibi ciddi bir sağlık sorunu yoksa, uygun ölçülerde canının istediği her şey yenmeli.”

Her kadının bir iki kilo fazlası var
Çakır’ın bir diğer gözlemi de her kadının kendince bir iki kilo fazlası olduğunu düşüncesi. Zayıf olsalar bile böyle… “Bu görsel medyanın şartlandırması, kendini beğendirebilmek, hep bir arzu nesnesi olma çabası, birileri gibi genç, fit olma arzusu içindeyiz, bunun farkında olmak gerek! Yaşla vücudun kas, yağ kitle oranları, hormonal sistem, metabolizma hızı, hareket oranı değişiyor, imkansızın peşinde kendimizi mutsuz etmemeliyiz.”

Çikolata hakikaten mutlu eder mi?
En çok merak ettiğim konulardan biri de yiyeceklerin insanların duygularını nasıl etkilediği… Mesela çikolata bizi mutlu eder mi? “Mutsuz birini mutlu eden bir etkisi olduğunu söyleyemem. Canın aşerme düzeyde çekiyorsa onu yediğinde keyif alırsın ama bu çok kısa süreli bir hazdır, mutluluk değil. Vücutta salgılanan seratonin ya da vücuttaki sinir sistemi duygu durumumuzu etkiler, bunlar da yediklerimizle çok değişmez. Yediklerimiz santral sinir sistemine geçmesi devede kulak, öte yandan bedenin zinde olması, uyku uyanıklık dengesi, spor yapmak, spor yaparken bedenin aldığı oksijen ve bedenin metabolik kapasitesi çalışma biçimi, sağlıklı cinsel yaşam insanın ruh hali üzerinde çok daha etkili.”

Kasaba.works Digital Agency