Mahir Çipil, “Kervan Yolda Düzülür, Türk Tarzı İş Yönetimi” kitabıyla Türk işi proje yönetimini anlatıyor. Zor bir coğrafyada, sınırlı kaynaklarla ve yoğun rekabet altında iş yapmanın hangi güçlü kasları geliştirdiğini anlatıyor. Kitapta Türk tarzı iş yapmanın özelliklerini gerçekten hayattan proje örnekleri ile bulacaksınız.
Çipil orijinal bir soyadı. Ne anlama geliyor?
Arapça’da aslan yavrusu, aslan oğlu demek. Ancak Arapça’da Ç harfi yok. Ş ile yazılıyor, “Şipil” şeklinde. Türkçe “Çipil” olarak yazılmış.
Adınız gibi Mahir’siniz. Mahir yetenekli, becerikli anlamına geliyor. Siz de adınız gibi her konuda yeteneklisiniz. Hem bürokratlık yapmışsınız. Hem öğretim üyeliği yapıyorsunuz. Hem de sekizinci kitabınızı yazmışsınız. “Kervan Yolda Düzülür” Türk işi İş Yönetimi Kitabı. Ne zaman çıktı?
İlk baskısı 2018’in sonu, 2019’un başında çıktı. 2019 sonunda ikinci baskıyı yaptık.
Kitapta ‘proje yönetimi’ internette çok aranıyor demişiniz. Niye insanlar proje yönetimini bu kadar arıyorlar?
Hem iş hayatında hem de hayatın genelinde rekabet arttıkça yaptığınız işleri daha iyi yapmak, daha iyi yönetmek daha da önemli hale geldi. Proje yönetimi metodolojilerini bilmek, anlamak, uygulamak daha fazla fayda sağlıyor. Bu da insanları proje yönetimiyle ilgili daha çok araştırmaya, öğrenmeye teşvik ediyor.
Kitabın ikinci baskısında bazı yenilemelere gitmişsiniz. Neleri değiştirdiniz? Neden değişiklik yapma gereği duydunuz?
Kitabın ismi, “Kervan Yolda Düzülür.” Ancak ilk alt başlığı, Türk İşi Proje Yönetimi’ydi. “Proje yönetimi” ifadesinin bazı okurlara fazla teknik geldiğine dair yorumlar geldi. Ki aslında kitap, teknik ya da akademik bir çalışma değil. Gayet akıcı, geniş bir okuyucu kitlesine hitap etmesi için özellikle kaleme aldım.
Ben kitabı Storytel’den dinledim. Dinlediğim haliyle gayet hikâye bazlı bir kitaptı.
Kesinlikle. O yüzden yeni baskıda alt başlığını “Türk Tarzı İş Yönetimi” yaptık. İlk kitabın girizgâh kısmında proje yönetimini kısaca anlatıp, genel proje metodolojileri hakkında bilgi veriyordum. İkinci baskıdaki değişiklikle birlikte o bilgileri atmaya kıyamadım. Zira çok hap şeklinde güzel bilgiler. Onları kitabın sonuna ek olarak koydum. Yeni kitabın girizgâh (giriş) kısmında bir Türkiye panoraması, bir Türkiye resmi çizdim. Ortalama Türk insanı deyince özelliklerimiz neler? İşte sosyal olarak, demografik olarak başta TÜİK olmak üzere, birtakım resmi istatistiklerden, çalışmalardan yararlanıp Türk insanı profili çizmeye çalıştım. Böylece odağında sadece proje yönetimi olmayan, genel olarak Türk tarzı iş yönetimine yoğunlaşmış bir yeni baskı ortaya çıkmış oldu.
Siz, bir de hem bürokrasi tarafını hem de piyasa tarafını tanıyorsunuz. İş yapma konusunda nasılız?
Kitapta da bu değerlendirmeyi yaparken sübjektif yorumdan kaçınmak istedim. Yoksa ben böyle görüyorum deyip yazmak çok kolaydı ama o zaman çok kişisel olacaktı. Bunu engellemek için karşılaştırmalı kültürler arası modeller var. Bazı araştırmacıların, akademisyenlerin çalışmaları… Türkiye dâhil dünyanın çok farklı ülkelerindeki kültürleri inceliyorlar. Bu çalışmalara göz attım. Bunların Türkiye ile ilgili tespitlerini alıp harmanladım. Burada öne çıkan bazı özelliklerimiz var, kültür anlamında. Neler? Bir kere, güç tepede. Merkezi gücün olduğu bir iş ortamı yapısı var. İşte ister yönetici, ister patron deyin, tepedeki o kişi, gücü elinde bulundurmayı seviyor. Yetki devri az. Çalışanları çocukları gibi görüyor. İşin ilginç yanı, çalışanlar da yöneticilerini ebeveynleri gibi görüyor. Asıl, aile yapısına baktığınız zaman klasik Türk tipi aile yapımızla baba güç figürüdür, merkezdedir. Onun, iş hayatındaki yansıması da benzer şekilde. Ayrıca liyakat esaslı yönetim yerine birazcık daha nepotik ilişkilerin ön plana çıktığını görüyoruz.
O ne demek?
Günlük tabirle ahbap-çavuş ilişkisiyle… Yetkinliğe dayalı değerlendirme yerine sizi tanıyorum, siz onu tanıyorsunuz. O zaman ben onu işe alırım uygulamaları…
Orada bir güven ilişkisi var. Hani tanıdığımız insan sanki daha düzgün iş yaparmış hissiyatı var bizde. Pek yabancıya güvenmiyoruz galiba?
Kesinlikle! Akademik çalışmaların Türkiye tespiti de bu yönde. Birbirimize karşı güven seviyemiz çok düşük. O güven seviyesinin düşüklüğünden dolayı da aynen dediğiniz gibi tanıdığımız, bildiğimiz kişiyle iş yapmak istiyoruz. Bu bazen kişisel olarak tanıdığımız, bazense memleketlimiz oluyor. Nepotik ilişkiden kastım tam olarak bu. Belirsizliğin yüksek olduğu bir iş ortamında iş yapmaya çalışıyoruz. O belirsizliğin yarattığı kaygıyı azaltmak için birtakım ritüellerden yararlanıyoruz ki en yaygın olan inşallah, maşallah dememiz. O belirsizliğe ilişkin kaygıyı azaltmaya yönelik sembolik çözümler…
Planlama yapmayı çok sevmiyoruz. Zaman yönetimi konusunda sıkıntılarımız var. Kitapta bu tip iş ortamımıza ait kültürel tespitleri paylaşıyorum. Bu genel tespitlerin ardında da Türk tarzı iş yapışın sekiz ana özelliği var. Bunları kitapta bir manifesto olarak alt alta sıralıyorum.
‘TÜRK TARZI İŞ YAPIŞ’IN 8 ÖZELLİĞİ
Bu özellikleri neye göre belirlediniz?
Kültürel özelliklerimizi belirlemek, nelerimizin farklı olduğunu anlamak için çok faydalıydı. Ama bunlar niye farklı olduğumuzu anlatmıyor. Çünkü kültür, sebep değil sonuç. Kitapta iş ortamımızın kültürel özelliklerinden bahsettikten sonra bu kültürel farklılıklarımızın nedenlerini de inceliyorum. Ekonomik nedenler, politik, bürokratik koşullar, sosyal, çevresel koşullar, teknik alt yapı gibi. Çünkü sadece Türkiye ve Türkler için değil; farklı ülkelere, farklı uluslardan insanların iş yapışlarına baktığımız zaman da o farklılığı yaratan koşullar etnik kökene dayalı değil. Yani bunu gösteren bir çalışma yok. Bizim iş yapış tarzımızın, bir Amerikalının, bir İranlı’nın, bir Afgan’ın, bir Fransız’ın farklı olması etnik olmayan birtakım koşullardan kaynaklanıyor. Ben, kitapta bu sebeplere de değiniyorum. Oradan yola çıkarak da diyorum ki “Türk tarzı iş yapış”ın, sekiz ana özelliği var. Bunu bir manifesto olarak alt alta sıralıyorum.
Neler bunlar?
En başta dünyada da çok takdir gören bir özelliğimiz, pratik zekâlı olmamız. Çok çözüm odaklıyız. O pratik zekâmızla çözüm bulma konusunda, kısa sürede etkin çözüme ulaşma konusunda çok iyiyiz. Krizlere karşı dayanıklıyız, şerbetliyiz. O kadar çok krizin içinde yoğruluyoruz ki biz kriz gördüğümüz zaman; korkmak, kaçmak yerine hemen çözüme doğru kendimizi yönlendiriyoruz. Bu tarz çok güçlü kaslarımız var.
Bir yandan da daha gelişime açık yanlarımız var. İşte planlamayı sevmiyor olmamız, uzun vadeli stratejik yaklaşmamız konusunda engel olabiliyor. Risk iştahımız yüksek. Risk yönetimi bizim için çok önemli olmayabiliyor. Zaman yönetimi sıkıntılı olduğumuz bir diğer alan. “Kervan Yolda Düzülür” deyince bu kitap sadece eleştirel bir çalışma gibi algılanıyor.
Aslında, iş yapmanın çok zor olduğu bir coğrafyada, çok az kaynakla, güçlü olduğumuz yanlardan dolayı çok güzel işler başarıyoruz. Eğer diğer özelliklerimizi biraz daha geliştirebilirsek çok daha iyi işler yapabiliriz.
AGILE (ÇEVİK) YÖNTEM, ŞELALE YÖNTEMİ, KRİTİK ZİNCİR, KRİTİK YOL
Kitapta bahsettiğiniz yalın, altı sigma, çevik gibi proje yönetim metodolojileri var. Biraz bunlardan bahseder misiniz? Hangisi bize uyuyor? Hangisinin avantajı, dezavantajı ne? Hangi sektörlerde daha çok kullanılması faydalı?
Proje yönetiminde genel kabul görmüş çeşitli metodolojiler var. Tarihsel olarak ilk öne çıkan ardışık dediğimiz yöntemler. Onların da en başta geleni, Şelale yöntemi: Waterfall. Bu daha çok inşaat sektöründe ortaya çıkmış bir yöntem. Tarihsel olarak baktığımız zaman işte çok büyük eski yapıların inşasından…
Ayasofya gibi demiştiniz.
Kesinlikle. Günümüzde çok büyük inşaat projelerini yaparken ardışık olarak birbirini takip eden adımların planlamasına dayanıyor şelale yöntemi. Kritik zincir, kritik yol gibi daha güncel uygulamalarıyla çok uzun zamandır proje yönetimi metodolojisi olarak var bunlar.
Savunma sanayi ve yazılım teknolojileri tarafındaki ihtiyaçlar, yeni metodolojileri doğuruyor. Agile (Çevik), bu anlamda çok önemli bir yöntem. Agile’in kendisi başta olmak üzere “Scrum, Extreme Programming” gibi birtakım çevik yöntemler bu değişen ihtiyaçlarla birlikte daha popüler hale gelmeye başladı. Çünkü ardışık yöntemler, değişimi yönetmeye yanıt vermeyen metodolojiler. Günümüzün dünyasında değişim çok hızlı ve kaçınılmaz olduğu için Agile(Çevik) yöntemler ön plana çıkıyor. Bir yandan da daha süreç odaklı, süreç yönetimine yatkın metodolojiler var. İşte bunlar da; Altı sigma, yalın ya da bu ikisinin birleşimi yalın 6 sigma gibi yöntemler. Bunların çeşitli artıları eksileri var. Farklı sektörler farklı metodolojileri benimsiyor. Yazılım geliştiriyorsanız çevik yöntemler daha uygun. İnşaat projesi yapıyorsanız ardışık metodolojiler daha uygun gibi.
Türkiye’de bunları birebir uygulamak zor olabiliyor. Bizde değişim çok daha hızlı, daha şiddetli. Zaman yönetimi, risk yönetiminde sıkıntılarımız olabiliyor. Bu metodolojileri alıp direkt kullanmak her zaman mümkün olmayabiliyor. Kendi profesyonel iş hayatıma da baktığımda, üniversitede verdiğim proje yönetimi derslerindeki vaka analizlerine baktığımda da bunu görüyorum. Kitabın gitmek istediği yol birazcık o. Bizim kendi koşullarımızın ortaya çıkardığı güçlükler ve avantajlar var. Bunları harmanlayacak, bize özgü bir iş tarzı, iş yapış yolu çok daha başarılı sonuçlar almamıza yardımcı olabilir.
Evet, böyle bir soru hazırlamıştım. Dedim ki acaba Türk işi yeni bir şey çıkabilir mi?
Evet, kitabın ilerleyen baskılarında bunu daha sistematik hale getirip, bizim kendi koşullarımıza uygun bir yöntemden bahsediyor olabiliriz.
Proje yönetim modelleri değişkenleri nasıl ele alıyor? Mesela Türkiye’de enflasyon, dolar baskısı vs. gibi etkenlerden bazı projeler yönetilemez hale geliyor. Bütçe, zaman, planlama her neyse bir şekilde devre dışı kalıyor gibi ya da öngördüğünüz maliyetlerin çok üstüne çıkıyor. Bu tür durumların bir çözümü var mı?
İşte Türkiye’de iş ve proje yönetmenin temel zorluklarından bir tanesi bu. Yani ekonomik değişkenler çok hızlı ve şiddetli şekilde farklı bir yöne gidebiliyor. Bu bir kere zaten uzun vadeli planlama yapmanızı çok ciddi şekilde engelliyor.
O yüzden mi yapmayı sevmiyoruz acaba?
Evet, bu nedenle yapmayı sevmiyoruz.
Zaten değişecek diye öngörüp…
Kesinlikle. Belirsizlik yüksek olduğu için, daha öncesinde çok şiddetli değişimleri tecrübe ettiğimiz için o konuda çok fazla motivasyonumuz, isteğimiz yok. Süleyman Demirel’in, “Bize plan değil, pilav lazım” sözü bizim gerçekliğimiz. Yoğun ve ani değişim bizi plan yapmaktan uzaklaştırıyor.
Türklerde vur kaç, ya savaş ya öl, ya kazan ya kaybet mantalitesi var. Oysa son dönemlerde rekaberlik diye bir kavram çıktı. “Kazan kazan” diye başka bir kavram. Yani yapılar, zihniyet değişiyor. Değiştikçe daha uzun süreli, daha büyük gruplar halinde daha yoğun çalışmayı ve daha verimli çalışmayı gerektiren bir sistematiğe doğru gidiyoruz dünya olarak. Orada bizim de bazı özelliklerimizi güncellememiz gerekiyor. Türkleri bu sürece nasıl adapte edebiliriz?
Adaptasyon konusunda Türkiye’yi çok güçlü görüyorum. Biz değişen koşulları görme, anlama ve ona uyum sağlama konusunda çok başarılıyız. Bunun yanında, krizlerin sonuçlarına karşı dayanıklılığı da koyduğunuz zaman günümüz iş dünyasında çok önemli iki kasa sahibiz. Sıkıntı sizin de bahsettiğiniz gibi kazan kazan tabanı üzerinde iş yapmakta zorlanmamız. O da aslında…
Biraz müzakere kültürü geliştirmek gerekiyor sanki.
Katılıyorum. Bu bahsettiğim çalışmalarda iş kültürümüzle ilgili tespitlerden bir tanesi açık iletişimin çok az olması. Biz daha kapalı iletişimi tercih ediyoruz. Bilgi akışı seçici ve yönlendirilmiş. İletişimin daha açık, daha şeffaf olması, kazan kazana dayalı işbirliklerinin de güçlenmesini sağlayacak. Modern dünyada çok fazla değişkeni aynı anda yönetmemiz gerekiyor. Tek başınıza ya da tek bir şirket, tek bir kurum olarak bunu uzun vadeli ve sürdürülebilir olarak yapmanız çok zor. O yüzden bahsettiğiniz işbirliği kavramı gerçekten çok kıymetli.
Proje yönetimine yardımcı olan yeni yazılımlar var. Bunları efektif şekilde kullanıp daha iyi sonuç almak mümkün mü?
Tarihsel olarak baktığımızda MS Project proje yönetimi yazılımları dünyasındaki amiral gemilerinden biri. Hatta bir yönetim danışmanlık şirketinin yakın tarihli bir araştırması var; dünya genelinde projelerin yüzde 45’inde hâlâ MS Project kullanılıyor. Yeni, özellikle bulut tabanlı çözümler sunan Wrike, Asana, Trello, Smartsheet gibi çözümler de var. Bunlar hem maliyet anlamında daha uygun olabiliyor hem de paylaşımlı çalışma sistemleriyle birlikte çok yaygın kullanılıyor. Ekip olarak proje yapıyorsanız, ekibin üyeleri farklı yerlerdeyse, projeyi ortak şekilde yönetmek konusunda ciddi anlamda avantaj sağlıyorlar. Türkiye’de her geçen gün bu tip çözümlerin daha yaygın kullanıldığını görüyorum. Evden çalışma, freelance çalışmanın yaygınlaşmasıyla bu tip çözümlere ihtiyaç artacak. Fiziki olarak zamanı ve mekânı paylaşma azaldıkça proje ve iş yönetirken yazılımların katma değeri de artacak.
Kitap yazarken bir proje yönetim uygulaması kullandınız mı?
Excel kullandım. Çünkü yazmak çok bireysel ve yalnız bir süreç. Daha ekiple yapılan bir iş olsaydı biraz önce bahsettiğim tarzda bir çözüm tercih edebilirdim. Performansınızı, verimliliğinizi kesinlikle artırıyor.
Mesela çevik yaklaşım kitap yazmaya adapte edilebilir mi? Bir editör bir yazarla bu sistem üzerinden çalışabilir mi? Kitap editlerken her şeyi bitirip bitirdikten sonra metni yazara iletiyoruz. Yazardan değişiklikleri yapmasını talep ediyoruz ama bölüm bittikçe bunu talep etmek acaba daha efektif olabilir mi gibi sorular geliyor aklıma.
Size ilham vermesine sevindim. Çevik yöntem IT dünyasından, yazılım sektöründen çıkmış bir metodoloji. Birçok projede kullanılmasının yanında bir yönetim metodolojisi haline de geldi. Yani artık sadece projeleri yönetmenin ötesinde şirketleri, kurumları, organizasyonları yönetmek için de kullanılıyor. Mesela Spotify sadece projeleri değil, şirketin genel yapısını yönetmek için çevik yöntemlerden yararlanıyor. Klasik konvansiyonel sektörlerde faaliyet gösteren firmalar bile çevik yöntemlerle yapılarını değiştirmeye başladı.
Mesela Chobani gibi bir yoğurt üreticisi kullanabilir mi?
Kesinlikle kullanabilir. Bu arada kitapta verdiğim örnek vakalardan bir tanesi Chobani. Mesela ING, yurt dışı operasyonlarında bankanın yapılanmasında ciddi şekilde çevik yöntemlerden faydalanmaya başladı. Teknoloji, değişen çalışma gücü özellikleri şirketleri hangi sektörde hangi işi yapıyor olurlarsa olsunlar çevik yöntemleri benimsemeye itiyor.
Proje yöneticisi olmak için nasıl bir eğitim almalıyım? Kimler iyi proje yöneticisi olur? Ya da proje yöneticiliğini kimler öğrenmeli? Aynı ekipte çalışan insanlar da proje yöneticiliği hakkında bilgi sahibi olmalı mı?
Belirli bir hacmin üzerinde proje veya iş yönetiyorsanız profesyonel bir proje yönetimi eğitimi almanız müthiş faydalı olur; ister proje yöneticisi olun ister o projenin farklı yerlerinde görev alan ekip arkadaşları olun. Dünya genelinde birtakım yapılanmalar var. En önde gelenlerinden biri PMI: Project Management Institute.
Bu tip yapılanmalar birtakım sertifika programları, sınavlar üzerinden bu eğitimleri verip sertifikasyonunu sağlıyor. Bunun dışında üniversitelerde lisans, yüksek lisans programlarında ders olarak var. Örneğin, öğretim görevlisi olduğum İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde proje yönetimi ders olarak okutuluyor. Bu alanda daha da derinleşmek istiyorsanız bütün odağı proje yönetimi olan ayrı yüksek lisans programları da var. Bunlardan istifade edebilirsiniz.
Proje yönetimi o kadar güzel bir konu ki hem iş hayatınızda hem özel hayatınızda öğrendiklerinizi kullanabilirsiniz. O kadar faydalı, yararlı araçları içeriyor ki bir sorunla karşılaştığınızda ya da bir sonuca ulaşmanız gereken her konuda performansınızı arttırıyor.
İçerisinde yüzlerce başlık var. Bahsettiğiniz kurum örneğin 60 saatlik eğitim veriyorsa onun belki de üç saatlik bir şahsi kullanım versiyonu yapıyor mudur?
Yapıyorlar mı ben de bilmiyorum ama çok mantıklı söylediğiniz.
Daha çok sigortacılık ve risk yönetimi üzerine yazmışsınız. Bir de çocuk kitabınız var.
Sigortacılıkla ilgili kitaplarım akademik. Ben 20 yıldır çalışma hayatında bulunuyorum. Bu 20 yılın ilk 10 yılı bürokrat olarak Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nda geçti. Dış Ekonomik İlişkiler Genel Müdürlüğü ve Sigortacılık Genel Müdürlüğü’nde çalıştım. Sigortacılık tarafında çalışırken bu alanda çok fazla Türkçe akademik kaynak olmadığını görünce orada bu eserleri yazmaya başladım.
Evet, çok kıymetli bir katkı olmuş.
Akabinde özel sektöre geçtim. Uluslararası sigorta ve emeklilik şirketlerinde üst düzey yöneticilik yaptım. Hala yapıyorum. Bir Avusturya şirketinde üst düzey yöneticiyim.
Sigortacılıkla ilgili yazdığınız kitaplar epeyce fazla. Sonra birden iş yönetimiyle ilgili ve kitap çıkarıyorsunuz. Bu konuda yazılmış epey de kitap varmış. Ne motive etti sizi böyle bir kitabı yapmaya?
Hem çalışma hem eğitim hayatım boyunca çok uluslu, çok kültürlü yapıların içerisinde bulunma fırsatım oldu. Farklı ülkelerden insanlarla proje yaptım, iş yaptım. Farkında olmadan ben de şey birikmeye başlamış, yani Türkler olarak bizim iş yapış tarzımız nasıl farklı, nerede değişik şeyler yapıyoruz? 6-7 sene öncesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde proje yönetimi dersleri vermeye başlayınca bilinçaltında biriken örnekler ve gözlemlerim, derste böyle somut vaka analizleri olarak hayat bulmaya başladı.
Türkiye’ye özgü farklılıklardan bahsederken, sıklıkla tahtaya “Kervan Yolda Düzülür” yazarken buldum kendimi. Zamanla motto haline geldi. Hatta KYD dediğimde öğrencilerim anlıyordu ki bize özgü iş yönetimi, proje yönetimi farkından bahsediyorum. Zamanla tüm bu örnekler, tespitler belirli bir olgunluğa ulaşınca dedim ki bunu bir kitap olarak, daha sistematik olarak inceleyeyim. Sonuçta ortaya “Kervan Yolda Düzülür” çıktı.
Umarım Türkiye’ye has bir metodoloji geliştirip bize böyle bir şey kazandırırsınız. Çünkü proje yönetimi hayata geçtikten sonra projelerin başarı oranı ciddi anlamda artmış. Yazılım da işin içine girdikçe, giderler azalıyor, başarı oranı artıyor, bitirme süresi kısalıyor. Bayağı katkısı var proje yönetiminin.
Kesinlikle, yani hani bunu somut şekilde gösteren akademik, bilimsel çalışmalar var. Bize özgü koşullardan dolayı dünyada yaygın olan metodolojileri alıp belki kullanamıyoruz ama dediğiniz gibi bize özgü bir yöntem geliştiğinde bizdeki projelerin, işlerin de performansını çok daha farklı bir noktaya gelebilir.
Kaizen’i hatırlıyor gibiyim. Bir projede 35 birimlik maliyeti üçe düşürüyordu. Ciddi farklar yaratmış, ülke olarak çok ihtiyacımız var.
Kesinlikle. Az kaynakla çok iş yapan bir ülkeyiz. Rekabetin çok çetin olduğu, hem Türkiye için hem civar ülkelerdeki durumlardan dolayı. O az kaynağı çok iyi kullanmak için çok daha iş yönetimi, sistematik yaklaşıyor olmakta fayda var.
Son olarak bize hangi kitapları tavsiye etmek istersiniz_
Alaeddin Şenel’in İnsanlık Tarihi’ni anlatan bir kitabı var. Ayrıca çevirisini yaptığı William McNeill’in Dünya Tarihi ile ilgili bir kitap var. Firuzan Kınal hocanın Mezopotamya Tarihi kitabı var… Bunları niye öneriyorum? Belki tuhaf gelecek ama iş yönetimi için. Tarihsel olarak insanların topluluklar içinde, bulundukları koşulların, iş yapış şekillerini, davranışlarının nasıl tetiklediğini, etkilediğini bu kitaplar aslında çok güzel anlatıyor. O zaman şunu görüyorsunuz. Alman Alman olduğu için, Türk Türk olduğu için, Fransız Fransız olduğu için farklı iş yapmıyor. İçinde bulunduğu koşullardan etkilendikleri için farklı sonuçlar, yöntemler çıkıyor. Bunları görüp anladığınız zaman da yönetmek çok daha kolay oluyor.
Deşifre: Deniz Köçer