Onlar işlerini bir şekilde ayarlayıp çocuğu ile daha çok zaman geçirmek isteyen, onların bakımına, eğitimine katkıda bulunan babalar. Peki babalığa nasıl bakıyorlar? Neden bu yolu seçtiler? İşi gücü bırakıp evde çocuklarına bakan babaların maceralarına kulak verin…
Bebeğimle Elele dergisinde yayınlanmıştır. Telif hakları DBR’ye aittir.
“Aramızdaki bağ güçlendi”
Tamer Durak. 40 yaşında. Oğlu doğduğunda işi bıraktı ve bir yıl onun bakımıyla bizzat ilgilendi. Hala işlerini evden yürütüyor ve oğlu Dağhan ile ‘birlikte büyüyorlar!’
Erkekler pek büyümez. Kendini çocuk gibi hissederken, aileye minik bir bebek katılıyor ve roller değişiyor, nasıl bir duygu?
Doğru, hala kendimi çocuk gibi hissediyorum ama baba olmak güzel. Biz isteyerek yaptık çocuğu, Dağhan doğduğunda ben 35, eşim Müjgan da 30 yaşındaydı. Çocuğumuz olsun ve onunla birlikte yaşayalım istedik. Baba olduktan sonra hayattaki olaylara daha yumuşak bakmaya başladım.
‘Artık sorumluluklarım var’ duygusundan mı, yoksa çocuğun getirdiği sabır mı bu?
Hem çocuğun getirdiği sabır hem de benim de bir çocuğum var, ona daha iyi bir dünya bırakmalıyım hissi. Oğlumla ilgili tek beklentim benden daha iyi ve mutlu biri olması. Daha başarılı değil, daha çok şey yapan biri hiç değil… İnsanı daha iyi olmaya sürüklüyor çocuk. Örnek olmak istiyorsun, “Senin baban da şunu yapmış” dedirtmek istemiyorsun.
Babanızla ilişkiniz nasıldı? Onun babalığını ve kendi babalığınızı kıyaslıyor musunuz?
Hayır, çünkü bizim inişli çıkışlı bir ilişkimiz oldu. Babam 20 yaşında baba olmuş. Dolayısıyla bakış olarak da, duruş olarak da kıyaslamam mümkün değil. Liseye gidene kadar her şeyi birlikte yapardık, onun atölyesinde çalışırdım. Didaktik biriydi, doğrular var ve sen o doğruları yapmalısın diye düşünürdü. Liseden sonra hayattaki görüşlerimiz ayrışınca uzaklaştık, işlerini devralmamı istiyordu, ben de kendi işimi yapmak. Belki bu yüzden Dağhan’a ‘mutlu olsun’ diyorum. Şimdi o sorunları çözdük, çok daha iyi bir ilişkimiz var.
Nasıl bir babasınız? Zorlandığınız zamanlar oluyor mu?
Hayır, çünkü çok hazırdım buna. İlk altını değiştirdiğin gün, kucağına aldığın gün bir şeyler değişiyor. Kızmıyorum, bağırmıyorum, hep ilgileniyorum, önceliklerimizi ona göre belirliyoruz ama kendi hayatımızı da yaşıyoruz. Bazı arkadaşlarımızın kendi hayatları, bir de çocuklarıyla ayrı bir hayatı var, biz öyle değiliz, hep birlikte bir şeyler yapmayı tercih ediyoruz. Dalışa giderken birlikte gidiyoruz, tatile giderken onu da götürüyoruz. Tahminimden daha iyiyim diyebilirim.
İlk doğduğunda bir yıl boyunca siz bakmışsınız, bu nasıl bir süreçti?
Doğuma iki ay kala, bir televizyon kanalında çalışıyordum ve şartları çok ağırlaşmıştı. Dağhan doğduktan sonra işi bırakamayacağımı anladım ve hemen bıraktım. O bir yıl serbest çalıştım, işlerimi evden yürüttüğüm halde yüzde 80 serbest olacağım işler yaptım. Mali açından zordu ama bir arada olmak, her gün, her şeyi birlikte yapmak şahaneydi. İlk adımında yanında olmak, her ilkine şahit olmak bana çok şey kattı. Çocukla aramızdaki bağ da, eşimle olan bağım da kuvvetlendi. Çocuğu daha iyi sahipleniyorsun. İlişki ‘baba para kazanır, çocukla oynar’ ile kaldığında bu kadar yoğunlaşamıyorsun. Babamın öğreten adam modelinden, arkadaşı olma konumuna geçtim. Geçen yıl Napoli’den Venedik’e kadar arabayla gittik ve 2500 km. yol yaptık. Hiçbir sorun çıkarmadı, harika bir deneyimdi.
Dağhan nasıl bir çocuk?
Yüzde 80 uyumlu ama bir şeye kafasına takınca, onun ne olduğunu da söylemeyip arıza çıkartabiliyor. İkimizden de özellikler taşıyor, kendine has da çok özelliği var.
“Bazen anne gibi hissediyorum”
Erdem Kabadayı. Bir derginin yazı işleri müdürü. Henüz bir yaşına giren Tibet’e haftanın iki günü o bakıyor, işlerini ona bakabileceği şekilde organize ediyor.
Kaç yaşında baba oldunuz?
36.
Baba olduktan sonra hayatınızda neler değişti?
İlk başta sadece eşim Mutlu’ya yardım ediyordum, biberon ısıtmaktan, ona su getirmeye kadar birçok yan işi yapıyordum. Sonra gündelik hayatımı ona bakacak şekilde organize ettim. Pazartesi, salı, Cuma işe gidip, diğer günler Tibet’e bakıyorum. Bizim işimizde evden çalışan çok. İşi zamanında ve düzgün yaptıktan sonra nerede yapıldığının önemi yok. Geçen yıl bilgisayarlarımız değişti ve yeni sistemde dergi sayfalarını evden kontrol edebiliyorum. Tibet ile gündüz 7-8 saat vakit geçirip, uyuduğunda, annesi eve geldiğinde arayı kapatacak şekilde çalışıyorum.
Tibet’e bakmaya başlayınca neleri idrak ettiniz?
Annenin yerini hiçbir şeyin tutamayacağını anladım. Annemle olan ilişkiden ziyade, çocuğumun annesi ile kurduğu ilişkiden bunu çok net görüyorum. Bazen ben ne yaparsam yapayım rahat ettiremiyorum. Karnını da doyursam, oyalamak için her şeyi de yapsam annesini istiyor.
Neden evde bir yardımcınız yok?
Kendimiz büyütmek istedik. İlk başta hep anneanne, babaanne eve yerleşir, 40 gün onlar yardımcı olur, ben böyle olsun istemedim. Bezini temin etmekten, malzemelerin sterilizasyonuna kadar, yemeğine kadar her şeyiyle ilgilenelim istedik. Eşim dört ayın üstüne, iki ay ücretsiz izin yaptı. Tibet’in çevresinde yaşıtları var. Kayınvalidem ve kuzenim de birer gün bakıyor. Dört kişiden farklı şeyler öğreniyor. Biriyle çok oynuyor, biri spor yaptırıyor, ben çok gezdiriyorum. Tibet, 1 Eylül’de bir yaşında olacak ve altından kalktık. Böyle daha iyi.
Nasıl bir bebek Tibet? Zorladığı olmuyor mu?
Çok dışa dönük. Bunda annesinin ilk haftadan itibaren onu dışarı çıkarmasının etkisi olduğunu düşünüyorum. Başka bebeklerle bir arada bulunmasının, onlarla, bizimle konuşmaya çalışmasının da etkisi büyük. Sürekli gülüyor ve çok mutlu bir bebek. Uzun yola çıktığımızda bile hiç sıkıntı çıkarmıyor. Bunun tuzağı ile ikinci bebek düşünüyoruz, ikinci bebeğin zıt karakterli olabileceğini söylüyorlar ama… İlk günlerde susturabilmek için dışarıya çıkarmış ve çok çaresiz hissetmiştim. Annesini mi özledi diye düşündüm. Bir süre sonra öğrendim. Bazen uyumadığında bebek arabasıyla evde gezdirmek gibi saçma sapan şeyler de yapıyorum ama bu çok sık olmuyor.
Çevrenizde sizin gibi örnekler var mı?
Bu annenin çalışması, babaların kendi çalışma koşulları ile ilgili. Mesela Norveç’te babaların da iki ay izni var. Bir arkadaşımızın çocuğuna ilk günden itibaren babası bakmıştı, çocuk ağladığında ‘baba’ diye ağlıyordu. Klasik babalara üzülüyorum, her gün işin içinde olup onu yaşamak bambaşka bir şey. Tibet’ten ayrı bir gece bile geçirmedim. İşten koşa koşa eve dönüyorum. Bazen “Güzel babalık yapıyorsun” diyenlere, “Aslında annelik yapıyorum” dediğim de oluyor. Fakat yaş, kuşak, Avrupa’dan örnekler görmemiz bizi farklı kılıyor. Babam emekli deniz subayı, bir tek dizinde atçılık oynadığımızı hatırlarım. Babam “Torun sevebiliyoruz ama bizim zamanımıza ayıplanıyordu çocuk sevmek” diyor.
Bütün gün işlerinde çocuk sesi duymadan çalışıp, evde yarım saat çocuğun başını okşayıp uzanmak çok rahat görense de sonradan “Bu çocuk ne zaman yürüdü?” diyorlar. Onlara üzülüyorum.
Babalık üzerine okuyor musunuz ya da herhangi bir eğitim aldınız mı?
Hayır ama eşim sürekli bana bir şeyler okutur, anlatır. Ben dozer operatörü gibiyim, bir şey söylensin, onu yaparım.
Kendimden bunu beklemiyordum dediğiniz anlar oldu mu?
Anne-baba olunca başka bir hayata geçileceği konuşulur ya, o hayatı rahat karşıladım. Evde bir film seyredebilmek lüks haline gelse de 36 yaşında baba olduğum için birçok şeyi zaten yapmışız. Bence babaların bebeğine bakması özendirilmesi gereken bir şey. Anne hasta olsa bebeğinin altını değiştiremeyip, komşudan yardım alan babalar var. Bir insanın kendi çocuğuna bakabilecek yetkinlikte olması gerek. Zaten benim çorbalarımı, mamalarımı seviyor Tibet. Tabii annesi varken havam kalmıyor pek, o başka!
“Çocukları sevmeniz çok şey ifade ediyor”
Fransız Joel Cao 55 yaşında, kızı Mila Cao Eclache ise 2.5. Eşi Pierre Fabre Dermokozmetik Pazarlama Müdürü Magali Eclache ile Türkiye’ye taşınmışlar ve Joel Cao eşi çalışırken, evde kızıyla vakit geçirmeyi seçmiş.
Baba olmak sizin için yeni bir deneyim mi?
Aslında hayır. İlk evliliğimden iki çocuğum var. Oğlum 26, kızım 23 yaşında. Onlarla yaşadığım farklı deneyimlerdi, her çocuk farklı bir tecrübe fakat onlara bu şekilde tam gün bakmamıştım.
Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdiniz?
Magali kariyerine çok önem veriyor, çalıştığı firma Pierre Fabre bizi buraya gönderdi. Altı aydır Türkiye’de yaşıyoruz. Magali’nin kontratına göre 2-3 yıl daha kalmayı düşünüyoruz. Ondan sonra başka bir ülkeye yerleşebiliriz. Farklı kültürleri tanımayı seviyoruz. Daha önce Çin’de yaşıyorduk, dil ciddi bir sorundu çünkü kimse İngilizce konuşamıyordu. Burada ise insanlar çok candan, hep yardımcı olmaya çalışıyorlar. Fakat Çinlilerle ortak özelliğiniz çocukları çok sevmeniz…
Emekli misiniz?
Hayır, Çin’de ve Fransa’dayken çalışıyordum. Uzmanlığım IT sektöründe proje yöneticiliği. Belki burada da işe başlayabilirim ama altı aydır işim Mila’ya bakmak.
Mila’dan ilk neyi öğrendiniz?
Sabırlı olmayı… Uyanıkken her saniye bir şey yapıyor ve hiç durmuyor. Gün içerisinde onu parka götürüyorum, geziniyoruz, yeni şeyler keşfetmeye çalışıyoruz. İlk başlarda hiç kolay olmadı. Çok fazla detayla ilgilenmek zorunda kalıyorsunuz, sürekli organize olmak zorundasınız. Mesela dışarı çıkarken bir sürü şeyi yanınıza almanız gerekiyor ve hep bir şeyler unutuyordum. Beni günü planlama konusunda daha organize biri haline getirdi. Çocuklar rutini çok seviyor, Çin’de bu pek mümkün olmamıştı ama burada daha iyiyiz.
Türkiye’deki çocuk eğitimi ve Fransa’dakini karşılaştırdığınız oluyor mu?
Farklılıklar var. Ben buradaki gibi çok korumacı davranmıyorum, eğer düşerse kendiliğinden kalkmasını bekliyorum, ona özgüven aşılamaya çalışıyorum. Ağlamak istiyorsa ona izin veriyorum. Kendisinin halletmesini beklemek bence en iyi yol, zaten şu an motor becerilerini çözmeye çalışıyor.
Daha iyi baba olmak için kurslar veya kitaplarla kendinizi geliştiriyor musunuz?
Aslında hayır. Sadece bir sorunla karşılaştığımızda o sorunu çözmenin en iyi yolunun ne olabileceğini bulmaya çalışıyorum.
Mila’yı yetiştirirken en çok nelere dikkat ediyorsunuz?
Biz nezakete ve insanlar arasındaki iletişime önem veriyoruz. Bu yüzden ona nazik olmayı, iyi iletişim kurmayı öğretmeye çalışıyorum. Mesela Çince ilk önce teşekkür etmeyi öğrenmişti. Çünkü nezaket insanlar arasındaki iletişimin anahtarı.
Karakter olarak size mi benziyor, annesine mi?
Aslında davranış olarak bize benzemeye çalışıyor, davranışlarımızı kopyalıyor. Genelde gülen bir bebek, aslında tamamen bambaşka biri… Türkler çocukları çok seviyor, havayollarında pilot “hoş geldiniz bayanlar, baylar ve çocuklar” dedi. Bu benim için çok şey ifade ediyor.
Çocuk sonrası ilişkiniz nasıl değişti?
Öncelikler değişiyor ama önemli olan çocukla eşiniz arasında dengeyi yakalayabilmek.
Biz çocuklara dokunmayı seviyoruz, sanırım Avrupa kültüründe bu yok…
Evet, Mila tanımadığı kişiler tarafından sevildiğinde rahatsız olabiliyor ama bir iki dakika sonra alışıyor. Biz bunun insanların sevgisini gösterme yolu olduğunu anlıyoruz elbette, bu bir sorun değil.