Türkiye’de doğup büyüyen ve 13 yıl boyunca Rusya, Fransa ve Avusturalya’da ekspat olarak yaşayan Bütünsel Beslenme & Sağlık Koçu ve Klinik Pilates Eğitmeni Ayça Kaşıkçı çocukluğundan beri spor yapmış, sağlıklı beslenmiş ve bedenini sorgulamış. Pilates, bütünsel beslenme ve ardından kozmik şifa eğitimi almış. Şimdi birikimlerini herkesle paylaşıyor.
Pozitif Dergisi’nde yayınlanmıştır. Telif hakları Doğan Burda Dergi Yayıncılık ve Pazarlama A.Ş.’ye aittir.
İlkokulda spora jimnastik ve yüzme ile başlamış Ayça Kaşıkçı. Saint Benoit Fransız Lisesi’nde lisanslı voleybol oyuncusu ve takım kaptanı olmuş. Galatasaray Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler okurken bir yandan da su jimnastiği ve pilatese devam etmiş. Evlenip işleri için Rusya’ya taşınmışlar. Bir firmada kurumsal iletişim müdürü olarak çalışırken Rusça’yı Tolstoy’u, Dostoyevski’yi ana dilinden okuyacak kadar iyi öğrenmiş ve hafta sonları arkadaşlarına pilates dersleri vermiş. Altı yıl Rusya’da kaldıktan sonra 2010 yılında Paris’e geçmişler. Descartes Üniversitesi’nde, Sürdürülebilir Kalkınma Hukuku master programında ‘Sürdürülebilir Gıda ve Beslenme’ üzerine master’ını tamamlamış. Sonra da Avustralya… RMIT Üniversite’sinde Avustralya ve Türkiye karşılaştırmalı obezite nedenleri üzerine doktora yapmış. 2011 yılında Melbourne’e yerleşince ‘sağlıklı ve sporlu yaşam’ meslek haline getirmeye karar vermiş. Matwork, ball&circle, reformer, cadillac ve wunda chair; doğum öncesi ve doğum sonrası, menopoz öncesi ve sonrası, çocuk ve ergen pilatesi alanlarında eğitmenlik yapmış. Sürdürülebilir sağlık için çıktığı bu yolculuk, bedeni içten ve dıştan koruma yöntemlerini öğrenmeye itmiş onu. Bedeni bir bütün olarak görmek amacıyla; doktora çalışmalarına eş zamanlı başlattığı, New York Üniversitesi’ne bağlı Integrative Nutrition Institute’tan ‘Holistik (Bütünsel) Beslenme Uzmanı ve Sağlık Koçluğu’ eğitimi almış, “Benim istediğim, dünyanın pek de değiştiremeyeceğim bozuk düzenine uzaktan bakıp; akademik ahkamlar kesmektense ihtiyacı olana tek tek dokunup, bireyi bilinçlendirme üzerinden bir fayda sağlamaktı. Bunu keşfettiğim an, bir ışık seli açıldı sanki” diyor.
13 yıl yurt dışında yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönmüşsünüz. Neden?
Biraz çocuğumuz büyükleriyle vakit geçirsin, biraz da bu ülke gerçeklerini öğrensin istedik. Birçok kişi yurt dışına çıkmak isterken, “Neden döndünüz ki?” diyenler oluyor. Biz ülkemizin güzelliklerini daha iyi hissetmek için gündemi evimize sokmamaya karar verdik. Gündemi eve taşırsanız evin huzurunu, enerjisini de bozarsınız. Yurtdışında yaşamaya adapte olmak kadar geri dönmek de zorlu bir süreç. Hiçbir şey bıraktığınız gibi olmaz. Bu kendi içinde zorlukları olan bir durumken bir de ülke zorluklarını buna katsaydık altından kalkamazdık.
Ne kadar bilinçli yaklaşmışsınız. Başından beri eşinizle birbirinize destek olmuşsunuz, ortak kararlar almışsınız.
Biz 15 yaşından beri birlikteyiz. Birbirimizin hem zihinsel hem kariyer anlamında gelişimine çok katkımız oldu. Üniversiteden mezun olur olmaz Moskova’da global bir reklam ajansında kurumsal iletişim müdürü olarak çalışmaya başlasam da kurumsal hayatla ilgili sorgulama içindeydim. Hep “Amacın ne?” diye sordum kendime…
Kurduğunuz iş bu sorgulamanın cevabı oldu mu?
Evet, en azından adımı oldu. Kendimi anlamamı, kendimi anlayarak da insanları anlamamı sağladı. İnsanlarla biz bir bütünüz ve ben o bütüne yüzeysel olarak sadece yedikleri, içtikleri ile bakamam. İşim yaptığım şeyleri bir arada topladı. Avusturalya’da bir akademisyenken sadece belli bir çevreye hitap ediyordum oysa ben, çevremdeki herkesi bilinçlendirmek istedim.
BütünSEN ile yapmaya çalıştığınız nedir?
İnsana bir bütün olarak bakmak için yola çıktım. Avusturalya’da pilates eğitimi aldım, bu bana insan vücudu ve anatomisi ile ilgili çok şey öğretti. Ne şekilde çalışıyorsam, ne şekilde duruyorsam, nasıl yemek yiyorsam vücudumu ona göre şekillendiriyorum. Sonra klinik pilates eğitimi aldım. Bir insanın duruş bozukluğunu düzeltmek, hastalığını iyileştirmek insana çok şey katıyor. Diz ağrısı ile gelen birine, “Diziniz olması gerekenden daha düz, bu nedenle baldırlarınızda ağrılar var” gibi teşhisler koyabilmeyi, egzersizlerle sıkıntılarını gidermeyi sevdim.
İnsanlar, “Pilates ile ağrılarımızdan kurtulmamıza yardım ediyorsun ama kilo problemimiz de var, nasıl beslenelim?” demeye başladılar. Çocukluğumdan beri beslenmeyi çok önemseyen, 15 yaşından beri Formsante okuyan, hep ev yemekleri yapmayı ve yemeyi seven biriyim. Ne yersen osun derler ya ben de vücudumu sevdiğimi yediklerimle gösteriyordum. Anatomiyi de öğrenince bedenime karşı daha fazla sevgi duymaya başladım. Önce Paris sonra da Melbourne’de sürdürülebilirlik, gıda, tarım, yaşam döngüleri gibi konuları içeren derin araştırmalar yaptım. Sürdürülebilir gıda üzerine tez de yapınca, beslenmeyi daha derinden öğrenmem gerektiğini düşündüm. Bu kez bütünsel beslenme eğitimi aldım. Bu çok güzel bir aydınlanma ve farkındalık oldu.
Bütünsel beslenme neyi öğretti size?
Bütünsel beslenmede sadece beslenme tarzlarını öğretmiyorlar. Karşınızdaki kişiye diyet listesi vermek yerine koçluk yapmayı öğreniyorsunuz. Kişinin kendi diyet listesini oluşturabileceği şekilde onlara bilgiler aktarıyorsunuz. 3-6 aylık program dahilinde, sohbet ederek, o kişiyi çözümlemeye çalışıyorsunuz. Neden illa tatlı tükettiğini, neden sabah kahvesine ihtiyaç duyduğunu, neden çay içmeden ayılamadığını ona keşfettiriyoruz. Onun yolculuğunda ona yardımcı oluyorsunuz. Bu sürece zihni de sokuyorsunuz. Diyetlerin en büyük handikaplarından biri listelere bağlı kalınması. İnanlar, “Şu an tavuk yemeliyim, 3 ceviz, 1 kibrit kutusu peynir tüketmeliyim” diye bakmaya başlıyor. Bunları neden yediğini bilmiyor. Ben nedenini de anlatıyorum. İçeriği anladığında peynir bulamadığında sütle, yoğurtla değiştirebilir yada yediği zamanı değiştirebilir. Belki biliyorsunuzdur, Avrupa’da 20 yıldır diyet listesi vermek yasak. Yedikleri zaman da, yemedikleri zaman da psikolojileri bozuluyor insanların. Bir arkadaş ortamında herkes güzelim yemekleri götürürken, “Ben diyetteyim, salata yiyeceğim sadece” dediğinizde arkadaşlarınızdan almanız gereken zevki alamıyorsunuz. Oysa bedenimizin de o arkadaşlardan alacağı şeylere ihtiyacı var. Orada mutlu olunca belki fazla kilolarımız da gidecek. Bunun farkında olmalarını sağlamaya çalışıyorum. Kişi bana bağlı kalmamalı, sonrasında kendi beslenmesi konusunda sürdürülebilir olmayı başarmalı. Aynı bedenle doğup aynı bedenle ölüyoruz. Sadece o bedenle evrim geçiriyoruz, işte o süreçte bedenimi ne kadar sağlıklı tutarsam o oranda mutlu oluyorum. Doğduğum gibi ölebilmem için de sürdürülebilir bir sağlık içinde olmamız gerekiyor.
Bazen canımız bir şeyi çok ister ve diyet çöpe gider. Neden?
Bir anda canınız deli gibi tatlı yada tuzlu istiyor. Bedenimizin bizden neyi talep ettiğini anlamalıyız. Tuzlu yeme isteği vücutta vitamin ve mineral eksikliğinden kaynaklanabilir. Tatlı tüketiminde vücut hem zihnen hem bedenen enerji istiyor demektir. Biriyle tartıştığınızda, sıkıldığınızda da tatlı yemek istersiniz. Her defasında, “Şu anda bedenimde ve zihnimde ne oluyor?” sorusunu sormalısınız. Vücuda dışarıdan bir şey vermek değil, içeriden vermek. O tatlıyı yiyeceğiz elbette ama kan şekerinizi yükseltmesin diye belki daha sağlıklı bir tercih yapacağız.
Sadece danışmanlık mı veriyorsunuz? Workhoplarınız da var mı?
Haftada bir yada altı aylık programlarda iki haftada bir danışanlarımla buluşuruz. Bazı insanlar sürekli kontrol altında olmak istiyor, bazıları da kendi kendine öğrenmeyi seçip iki haftada bir gelmeyi tercih ediyor. Workshoplarımızda ise kendi kendilerini keşfetmelerini istiyorum. Mesela glüten intoleransı saçımdaki kepeğin nedeni olabilir mi, cildimdeki sivilcelerin nedeni, tırnaklarımın dökülmesi, uykusuzluğumun nedeni bağırsak floramın bozuk olması olabilir mi? Biz toplum olarak soru sormuyoruz maalesef, bazıları sadece liste istiyor, oysa liste vermek en kolayı.
Biyolojik kimliğimiz beslenmemizi nasıl etkiliyor?
1950’lerde bir kimyager biyolojik kimliği tanımladı ve “Bütün insanların anatomisinden beden sağlığına, hücre yapısına kadar farklıdır” dedi. Herkesin biyolojik kimliği çok farkı. Adaçayı benim için yararlı olabilir ama sizde belki göz kararması yapacak, bu biyolojik kimliğimizle alakalı. Bu kimliklerimizin yaşadığımız coğrafyadan atalarımızın genlerimize işlediği kayıtlı bilgilere, yaşımızdan cinsiyetimize kadar birçok bileşkesi var. Atalarımız Akdeniz stili beslenmişse biz o tarz beslenerek daha mutlu oluruz, eğer protein ve karbonhidrat ağırlıklı beslenirsek, bağırsak floramız sorun çıkartabilir. Bu yüzden bedenlerimizi bir laboratuvar gibi düşünmeliyiz. Birilerinin yararlı demesine bakarak değil bedenimizi dinleyerek karar vermeliyiz. Adaçayı bana iyi geliyorsa içmeliyim, ekmek yediğim zaman bana şişkinlik, mide ağrısı yapıyorsa onu sorgulamalıyım. Bir not defteri ile gezip kendimizle ilgili notlar almalıyız. Böylece hem bedenimizi tanır hem zihnimizi geliştiririz, kendi diyet listelerimizi yapmış oluruz.
Gıdaları birincil ve ikincil gıdalar olarak ayırıyorsunuz. Bunlar nedir?
Birincil gıdalar hep var olan ama varlıklarından haberdar olmadığımız şeyler. Bunlar ilişkilerimizi kapsıyor, yani ebeveynlerimizle, eşimizle, arkadaşlarımızla yada çocuklarımızla olan ilişkilerimizi. Bizim en temel besinlerimizden biri bu. Sütten, çaydan, peynirden daha önemli. İlişkileriniz kötüyse içinize kapanır, hayattan keyif almazsınız. Kötü hissederken bir arkadaşınıza gidip sohbet ettiğinizde ise dünyanız değişir. Ruhumuzu ancak birincil gıdalarla besleyebiliyoruz. Bir diğer birincil gıda kariyerimiz. İlla CEO olmanız gerekmiyor, kariyer işinizden tatmin olmanız demek. İşiniz sayesinde biri “İyi ki varsın” diyorsa işinizden tatmin olursunuz.
İkincisi fiziksel aktiviteleriniz. Hayatınızda mutlaka aktivite olmalı. Yarım saat de olsa her gün yapmalısınız. Bu aktivitede bedeninizi hissetmelisiniz. Amacınız kilo vermek olmasın. Zihniniz buna kitlenirse vücudunuzu hissedemezsiniz oysa bedeniniz muhteşem şeyler yapabilir. Gerçek bir hikaye; bir kasap 30 yıl boyunca aynı buzhaneye girip karkas yerleştiriyor. Bir gün kapı arkasından kitleniyor. Saatler sonra kendisini bulan olmayınca cebinden kağıt-kalem çıkartıp karısına, “Sizi çok seviyorum, ancak burada kapalı kaldım, ölüyorum, çocuğum sana emanet” diye yazıyor. Ertesi gün bu kişiyi burada ölmüş ancak donmamış olarak buluyorlar. Meğer o gece buzhanenin soğutucusu bozuk olduğu için sadece havalandırması çalışıyormuş. Her zaman -25 derecede olan buzhane o gece öldürecek düzeyde soğuk değilmiş. Bu olay üniversitede araştırma konusu olmuş ve bakmışlar ki kasap 30 sene boyunca aynı zihin yapısıyla oraya girdiği için zihniyle kendisini ölürmüş. Maalesef biz de kendimize bunu yapıyoruz. Kendimizi zihnimizle şişmanlatıyoruz. Kendimize, “Diyet yapıyorum ama kıyafetlerimi vermeyeyim, kilo alırsam bunları giyerim” diyoruz. O zihin yapısında pastanenin önünden geçerken, “Bu pastayı yememelisin” desek de zihin size secde ediyor, “İstemiyorum” desek de. Zihni hep olumlu yönde kullanmak, ‘Olan güzeldir’ düşüncesini yaymak önemli. Bu yüzden sürece zihni de sokuyorum.
Aslında nüanslar hayatımızı değiştiriyor. Mesela muzu çok tüketiyorsunuzdur ama akşam yersiniz, halbuki sabah tüketilse daha sağlıklıdır. Sadece diyet yapmak değil, nüansları bilmek önemli. Neyi, ne zaman, neyle birlikte tüketmeliyiz? Diyete değil, bedeninize ve zihninize odaklanırsanız ve olumluyu düşünerek hayal ederseniz her şeyi yapmanız mümkün. Kendinizi o kasap gibi öldürmeyin, aksine olmak istediğiniz yerlerde ve kıyafetlerde kendinizi hayal edin ve sizi hayalinize dönüştürecek besinlerle bedeninizi besleyin.
Son dönemlerde bağırsak florasını da çok konuşur olduk.
Vücudumuzda milyonlarca mikroorganizma ile yaşıyoruz. Bunların büyük çoğunluğu sindirim sistemimizde. Bağırsak mikrobiyotası doğduğumuz andan itibaren oluşuyor. O yüzden normal doğum çocuklarımıza verebileceğimiz en büyük hediye. Anne karnından çıkarken vajinal florayı yutmakla çocuğun ilk mikrobiyotası oluşuyor ve üç yaşına kadar olgunlaşıyor. Bu ne kadar sağlıklı ve düzenli ise biz de o kadar sağlıklı oluyoruz. Bağırsaklar sadece dışkılama için değil, vücudumuzdaki bir sürü sistemle ilişkili, bağışıklığımızdan psikolojimize kadar birçok şeyi etkiliyor. Tiroid, obezite, tansiyon gibi hastalıklar bile bağırsak floramızdaki düzensizlikle ilgili olabiliyor. Onu düzelttiğinizde sağlığınız toparlanıyor. Onun da çıkış noktası doğru beslenme.
Verdiğiniz eğitimlerin bir ayağı beslenme bir ayağı pilates, diğer ayakta zihin için ne var?
İnsanoğlu var olduğu günden beri bir şeye tutunma, güvenme ihtiyacı hissetmiş. Büyük bir enerjiden güç ve destek almak istemiş. Dışarı çıkıp bir çiçekle, ağaçla haşır neşir olmak da olabilir bu, dua edip namaz kılmak da… İnsan ne şekilde rahat hissediyorsa, ne duymak istiyorsa, neyi vermek ve neyi almak istiyorsa ona ulaşmalı. “Dua etmek Allah’a yalvarmaksa, meditasyon da cevabını duymaktır” derler. Allah zaten içinizde, meditasyonla içinize iniyorsunuz, zihninizi dinginleştirebiliyorsunuz. Kendinizi dinlemeye başladığınızda kendinizi çözümleyebiliyorsunuz. Beslenmenizi de, beden duruş bozukluklarınızı da, her şeyi çözebiliyorsunuz. Önemli olan içiniz neyle tamamlanmak istiyorsa ona onu verebilmeniz. Neden baş kapatılıyor biliyor musunuz? Başı örttüğünüz zaman diğer enerjileri kapatmış oluyorsunuz ve tek bir yere yöneliyorsunuz. Eski Sümerlerde bile bu böyleymiş. Ben insanların zihinlerini kullanmalarını istiyorum, kendilerine yaklaşmalarını önemsiyorum. Mesela kendimi tamamlamamdaki en son nokta kozmik şifa oldu. Kozmik şifa terapistiyim aynı zamanda. Bütün dünyada var olan manyetik bir enerji bu, herkese ait bir şifa, ben sadece buna yol olmaya çalışıyorum. Bir gece şifana yol olmak istiyorum dedim ve ertesi gün bir kozmik şifa terapisti ile tanıştım. Kendisinden şifalandım, Akdeniz ateşi rahatsızlığım vardı, onu temizledik. Enerjiyi, çakralarımızı, meditasyonu da kullandığımız zaman bir bütün olduğumuzu fark ettim. Zaten bunu keşfetmem de meditasyona başlamamla oldu. Transandantal Meditasyon eğitim aldım ve hayatım 180 derece değişti. Hayat tarzım değişti çünkü kendimi fark etmeye, zihnen yaşayabilmeye başladım. O yüzden Pozitif Dergisi o anlarda hayatıma girdi. Hiçbir şey tesadüf değildir ya… Farklı bir yolculuktu benim için… Ben bunları deneyimleyince ihtiyacı olan insanlara bunu taşımak istedim. Çünkü küçücük bir konuşma bile insanların hayatına pozitif etki ediyor hatta değiştirebiliyor.
Beden duruş bozuklukları ile hastalığı kendimize zerk ediyoruz demişsiniz. Nasıl yapıyoruz bunu?
Doğuştan getirdiğimiz rahatsızlıkları konu dışında bırakacak olursak bizim yürürken, çalışırken beden duruş bozuklukları yaşadığımız ortada. Bununla ilgili farkındalık yaratarak birçok sorunu aşabiliriz. Mesela bir öğrencimin sürekli ayak başparmağındaki tırnaklar kırılıyordu. Pedikürden zarar gördüğünü düşünüyordu, postür ve yürüyüş testi yaptığımızda ayak başparmağının yürürken yukarı kalktığını gördüm. Yürüyüşünü değiştirince sorunu da yok olup gitti. Bel fıtığı bile yanlış oturma ve arka popo kaslarının zayıflığından kaynaklanıyor.
Çocuklara da yönelmişsiniz, onlara hangi eğitimleri veriyorsunuz?
Çalışmalarımda en çok çocukları eğitmek istiyorum. Bu yüzden okullara yöneldim. Ters mentörlük yaptırmak istiyorum. Etiketleri okumayı öğrensinler, onların neye etki ettiğini görsünler ve ailelerine, “Anne ben bunu istemiyorum” desinler. Benim de çocuğum var ve o da sürekli, “Bunu alalım, şunu alalım” diyor. Çocuklar anneleri onları neden sürekli kısıtlıyor, çocuk reklamlarında neden bu yasaklar gelmiyor anlasınlar. Özellikle katkı maddeleri üzerine onları bilinçlendirmek istiyorum yada anneleri çorba karıştırırken telefonu omuzu ile tutuyorsa, “Anne bu sağlıksız” diyebilsinler istiyorum.