elio

Elio D’Anna kurucusu ve başkanı olduğu European School of Economics Vakfı ve Üniversitesi ile, yazdığı kitaplarla pek çok kişinin hayatını değiştiriyor. Zengin olmayı da vaad ediyor, kendini tanımayı da! “Yaşadığın dünyanın yazarı sen ol” diyor. Bu kolay bir yol olmasa da ucunda bambaşka bir ‘sen’ var!


Türkiye’ye kaçıncı gelişiniz?

Pek çok kez geldim, senede 3-4 defa… European School of Economics (ESE) kampüsünü İstanbul’da açacağımız için daha sık geleceğim. Dünyada Londra, New York, Madrid gibi yerlerde altı kampüsümüz var. Roma ve İstanbul yedi tane tepenin üzerine kurulu. Bu yüzden yedincisinin burada olması anlamlı.

Sizin misyonunuz ne? İnsanlara hangi mesajı iletmeye çalışıyorsunuz?
Tanrılar Okulu kitabında geçtiği gibi; kardeşim (Stefano d’Anna) kendini öldürmek üzere olan sıradan bir insandı. Dreamer (Düşleyen) benim. Ona 35 yıl önce, “Bu sıradanlığından bir çıkış yolu var” dedim. Çok hastaydı, eşi de 26-27 yaşındayken öldü. O da, “Buna ihtiyacım var çünkü hayatım felaket” dedi. Kitapta olan bizim hikayemiz. “Hayatını yoluna koyabilirim fakat geriye baktığın anda, ölürsün” dedim ona. Dreamer’ın prensipleriyle birlikte olma macerasına başladığınızda geriye dönemezsiniz. Geride kalanlarla aranızdaki köprüleri veya gemileri yıkmanız gerekir. Çünkü geçmişle ilgili herhangi bir şeyle savaşma endişenizin olmaması gerekir.

European School of Economics nedir ve Türkiye’de neler yapmak istiyorsunuz?
Kısa kurslarla, master programları ve MBA ile başlayacağız. Türkiye, lisansta çok zor. Lisansı hayata geçirmek için YÖK ve Eğitim Bakanlığı kanalıyla uzun bir süreç yaşamanız gerekiyor. Moda, hizmet, spor gibi alanlarda altı aylık kurslar açacağız. Bu süre içinde bu alandaki şirketlerde staj yapabilir ve kariyer düşünüzü gerçekleştirebilirsiniz. Bu çok önemli! Hiçbir öğrencimiz işsizlik sorunu yaşamıyor. Hepsi iyi pozisyonlarda istihdam edilir. Bir kaç ay içinde çok iyi profesyoneller olabilirler.

Türkiye’de durum farklı. Çok kalifiye olursanız işsiz kalabilirsiniz.
Bu durum İtalya’da, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere’de de geçerli. Bu ‘bizim çok fazla’ olduğumuzu söylemenin bir yolu. Bu ilginçtir.

Türkiye hikayeniz nasıl başladı?
Toscana’daki master öğrencilerimden Ali Ayaz, Tanrılar Okulu kitabını Türkçe’ye çevirdi. Pek çok öğrenci mekanıma, Dreamer ile tanışmaya geliyordu. Ali Ayaz kitabı çevirmek istediğinde din değerleri yüksek bir ülkede tehlikeli olacağını düşünmüştüm, bu başarıyı beklemiyordum. Ali yayınevi açmak istediğini söylediğinde, kitabı çevirmesine olur dedim. En çok satan kitaplar arasında yer aldı. Stefano buradaki sözcümdü ve okulu, felsefemizi anlatmak için gelmişti. Bilginiz var mı bilmiyorum; geçmişte bir rock star’dım.

Evet, biliyorum. Pek çok albümünüz ve müzisyenler için albüm yapan şirketleriniz var.
Evet. Çok ünlüydüm, gençtim, zengindim. Zenginlik bana zulmü gösterdi. Refah, işimde her zaman benimleydi. 18-19 yıl boyunca tüm şanslara sahiptim. Avrupa’da çaldım, pek çok albüm sattım, prodüktördüm ama tüm bunlarla sahip olmaya yetkin değildim. Bir yerde hayatımın çok istikrarsız, zayıf, belirsiz, güvensiz olduğunu hissettim. Sonra çok daha somut bir şey bulmak istedim. Müziği ve müzik işini bıraktım, Amerika’da Arsa Music ile irtibata geçtim, Amerika’daki gruplar ve listelerle rekabet edecek bir işe imza attım. Yöneticimiz uyuşturucudan içeri atılınca grubumuz dağıldı. Korku en somut ve sağlam olandı. Hayatımın en iyi dönemiydi.

O dönemde ne yaptınız?
Hiçbir şey.

Sadece düşündünüz mü?
Düşünme olarak tanımlayabilirsiniz fakat ben ve yaradılışım düşünmüyordu. Gözlemliyordu. Bakın, burası çok önemli! Kitapta totallessness’tan bahsederken düşünmeyi durdurmayın; düşünen ‘sen’i izleyin, gözlemleyin. Gözlemci olun. Bu sizi güvende kılar. Birinin düşündüğünü gözlemliyorsunuz. Bu bölüm, sizin her şeyi yukarıdan görmenizi sağlar, farkındalık ve açıklık getirir. Neyi algılıyorsanız onu yansıtıyorsunuz. Her şeyin sebebinin, yaratıcılığınızın etkisi olduğuna inanıyor musunuz? Sonra dünya çok küçük hale geliyor. Siz kendinize daha da yakınlaşıyorsunuz ve bu iç dünyaya dönüşüyor. Sonra anlıyorsunuz ki dünya dışarda bir varlık değil, dünya içinizde. Biz dışarıdan olan tanımı izliyorduk, dinliyorduk fakat yaşam, dünyanın tanımı bu değil. Gerçek dünya kendi içine yakınlaştıkça ve bir olunca ortaya çıkar, sonra hayatın dünya üzerinde bir cennet olduğunu görmeye başlarsın. Mutluyum diyemem ama özgür ve güvendeyim; dünyanın bir daha asla bana zarar veremediği, saldıramadığı yerdeyim. Çünkü her şey sağlanabilir ve sürdürülebilir.

‘Inner Economy’ seminerinde üretken ve başarılı bir ekonomi için ‘içten başlama’ fikrini aşıladınız. Nereden ve nasıl başlamalı bu yolculuğa?
Tanrılar Okulu kitabını okuduysanız, kitapta sıradan bir insanın olağanüstü bir insan olma deneyiminden bahsedilir. Bu zor bir yolculuktur, tehlikelidir de… Çünkü sahip olduğunuzu düşündüğünüz şeyleri kaybediyorsunuz. Mülkleri veya aileyi kaybetmekten bahsetmiyorum. Acı çekmeyi, acı çektirenleri kaybediyorsunuz, bunu kaybetmek istemiyorsunuz. Bu hayatınızda en çok sevdiğiniz şey. Şu anda acıyı ortadan kaldırabilirsem acıdan daha fazla acı çekerim. Çünkü bunun bilincinde değiliz, acıların dışında yaşıyoruz. Her şey, hayat böyle çünkü biz böyleyiz. O zaman kendini fethetmen gerekir. Korkularını, acılarını, kaygılarını fethetmek ve çok daha gerçek olan bir şeye daha da yakınlaşmak demektir. O şeye Dream (Düş) diyorum. Bu bizim misyonumuz. Fakat dikkatimiz dünya tarafından dağılıyor, ‘nedenlerin dünyası’ tarafından… Sonra anlıyoruz ki iç dünyamız tamamen reddettiğimiz, unuttuğumuz veya gözden kaçırdığımız bir şey. Bizim iç dünyamıza dönmemiz ve acı çektiğimiz şeyleri bulup bırakmamız gerek. Sonra her şey senin olur; maddi ve manevi. Nasıl zengin olunacağının metodu bende var!

Nedir bu?
Acılarını bırak. Önce kendini tanıman gerekiyor. Socrates,“Kendini bil” diyor ve sen böylece Tanrıların isteğini bileceksin. Sonra her şey olacak; senin için. Kendi geleceğini bilmek istiyorsan tam da şu anda ne olduğuna bak!

Bir şeyi düşündüğümde veya hayal ettiğimde çabucak oluyor. Bu beni şaşırtıyor. Fakat bu hayal etmek, düşlemek (dreaming) değil. 
İkisinin arasındaki fark nedir?
Arzulama (desire) ile düşlemenin (dreaming) farkını bilmelisin. Arzu, zamanla olur. Düşlemek ise zamanın olmadığı yerde tam da şu anda olur. Tam şu anda hayatını planlayabilirsin. Geçmişini gözünde canlandır, canlandırdığımızla geçmişte yaşadıklarımıza inanıyoruz. Bu sadece hayal. Tam şu anda 360 derece tüm yönlere giden köktür. Eğer şu anı sahiplenirsen tüm yönlere düşünü yansıtabilirsin. Eğer arzularsan, arzu hiçbir zaman gerçek olmaz. Çok güzel ev, çok güzel bir aile ya da para arzulayabilirsin. Düş ise şu anda olur. Sen arzulanan deneyimi düşlüyorsun. Yani bu düşlemek değil. Senin arzulaman, hayal. Düş ise şu anda olan gerçek. Eğer arzuna erişmek istiyorsan, arzuyu ortadan kaldır. Çünkü arzu zamanla ilgili. Arzuyu kaldırırsan, seni düşüne daha da yakınlaştırır, sonra gerçek olur. Bunu dene. Bazıları diyor ki, arzular olmadan hayat olmaz. Bu doğru değil, arzular olmadan ‘gerçek hayat’ olur.

Bir sürü savaşlar, çatışmalar oluyor. Tüm bunlardan etkileniyoruz, bu koşulları nasıl dönüştürebiliriz?
Savaşlar bizim yansıtmamız ve ona çözüm bulmaya çalışmamalıyız. Dünyanın çözümlere ihtiyacı yok. Dünyanın, kendini öldürmeyi bırakmana ihtiyacı var. Kendi içindeki çatışmayı durduğunda dışında gelişen vahşetle veya çatışmayla kavga edemezsin. Dışarıda karşılaştığın her şey içini aynalar. Biz vahşi insanlar olduğumuza inanmıyoruz. Sen kendi içinde vahşisin. Her gün korkarak, endişe ederek, suçluluk hissederek, sinirlenerek, şikayet ederek, suçlayarak, kendini haklı çıkararak binlerce defa ölüyorsun. Tüm bunların hepsi içinde ölümdür. Dreamer ve Sen kitabında die-less (az ölmekten) bahsediyorum. Her gün daha az, daha az ölmekten… Bir gün göreceksin ki, asla ölmeyeceksin.

İki yıl boyunca böyle bir deneyim yaşadım. Konuştuğumda kullandığım negatif ifadeleri tek tek sildim. “Bu çok zor” yerine “Çok kolay” demeyi denedim ve hayatım gözle görülür şekilde değişti.
Bu iyi bir başlangıç. Eğer kelimeye doğru anlamı verirsen! Örneğin innocent (masum) kelimesi Latince’de ‘zararlılığın olmaması’ demek. O zaman pozitif bir şey söylemek için negatif kelime kullanıyorsun. Mesela ‘Amore’ diyorsun; yani aşk. Aşk, Latince’de ‘ölümün olmaması’ demek. Sen güzel bir şey söylüyorsun ancak negatif kelime kullanıyorsun.

Bu durumda ne yapmalıyız?

Ne söylediğin hakkında bilinçli olmalısın. Seni seviyorum dersem bu bir yalan. Tek yapabileceğim, kendimi içimde sevmektir. Dikkat et. Kendini içinde sevmek, her şeyle ilgilenmektir, yaptıklarından sorumlusundur, onlara sahipsindir; tüm dünyaya… O zaman kimseye “seni seviyorum” demene ihtiyaç yok. Kendi içinde kendini sevdiğinde, bunu herkes hisseder.

Eşiniz ona “seni seviyorum” demediğinizde ne diyor bu duruma?
Benim dışımda hiç kimse yok. Her zaman ben varım. Birine “seni seviyorum” demek bir bölümü ayırmaktır/ayrıştırmaktır. “Ben seni seviyorum” Ben… Sen… Eğer kendimi sevme hissim varsa bu birliktir, bütünlüktür. Sana yalan söylemediğimi anlarsın, o hisseder, herkes hisseder. Benim hissettiğim şeyi sen hissedersin şu anda. O zaman sen yaratıcı olursun, düşleyen olursun, yaşadığın dünyanın yazarı sen olursun.

Türkiye’ye özel bir gözleminiz var mı insanlarla ilgili?
Türk, İtalyan veya Amerikan arasında fark göremiyorum. Çünkü ben her zaman yansıtıyorum. Her zaman kendimle tanıştığımı hissediyorum. Senin, ben olduğumu hissediyorum. Ben hali hazırda senin bildiğin şeyi söyleme konusunda sana oyunculuk yapıyorum. Ben sana herhangi bir şey öğretmiyorum. Sana bildiğin şeyleri hatırlatıyorum. Spritüellikten bahsettiğimi düşünebilirsin. Ancak ben iş adamıyım, yapmaya inanırım. Zamansızlığın olduğu yerde yapabilirim. Girişimcilerle konuştuğumuz zaman çok iyi anlıyorlar.

Bugün biri, “Hastalandığında nasıl iyileşirsin?” diye sordu. Kendi içinde çatlak oluştuğunun farkında olmadığında hastalanırsın. Çatlak önce içsel dünyada meydana gelir, sonra bedeninde, sonra senin şirketinde! Eğer bir kuruma danışman olmak istiyorsan, öncelikle bir numaraya git. Organizasyonun kilidi birinci kişinin içindedir. O kişide eksik şey ne, onu görmen lazım. Eğer eksik olanların arasına sızarsan, birinci kişi iyileşir.

Herhangi bir sağlık probleminiz var mı?
Alnımda bir ben var. Birkaç güne iyileşeceğim. Bu bir kanser türü fakat kötü değil. Doktorlar aldırmam gerektiğini söylediler fakat hayır! Bunun kendi kendine gitmesi gerekiyor. Çok fazla oruç tutuyorum. Uzun oruçlar beni gün be gün daha güçlü hale getiriyor. Bu bana berraklık ve güç veriyor.

Sizin perspektifinizden gelecek nasıl şekilleniyor?
İleride fazla seyahat etmemize gerek kalmayacak. İletişim, hızlı tren ve uçakla rekabet edecek. Herhangi bir iş, oturduğumuz yerden hallolacak. Kendimi adamamız gereken konu fiziksel ölümsüzlük. Google, Facebook bunun üzerine enerji harcıyor, milyar dolarlar yatırıyorlar. Bir kaç dönem sonra fiziksel ölümsüzlüğe ulaşacağımızı düşünüyorum. Ölümün virüs olduğunu, bilimin bu virüsü anlayacağını düşünüyorum. Zengin ülkelerde teknoloji gelişmiş; ömür uzuyor, fiziksel ölümsüzlük gün geçtikçe bize yaklaşıyor. Fakat düşleyenin (dreamer) teknolojisi (Dreamer ve Sen kitabının İngilizcesi Technology of Dreamer) ile biz çok daha inanılmaz bir şeyi başarıyoruz. Her şeyi, bir çeşit durgunluk (stillness) içinde yapacağız. Dreamer’ın söylediği bu. Eğer içine bakar ve ona dokunursan tüm dünya sana müteşekkir kalacak. Çünkü tüm güzelliğin ve felaketlerin temel nedeni sensin.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu güzel bir tanışma ve konuşmaydı. Bunu hatırlayacağız ve hayatımızı değiştireceğiz. Bu röportajı yazıya dökerken, her şeyi gerçekleştirdiğimizi, her şeyden sorumlu olduğumuzu anlayacaksınız. Bunu aksiyona dökmeyi anlamak veya unutmak sadece sana bağlı. Çok teşekkür ederim. 

OYUNCULUK SANATI
“Tanrılar Okulu’nu kitabında ‘oyunculuk sanatı’ vardır. Saygı duymak zorunda değildir ancak oynamak zorundadır. Bu Tanrı sanatıdır. Biz oynamak zorundayız yoksa ölürüz, yaşayamayız. Bütün hayatımız boyunca oynamak zorundayız. Oynamak, yalancılık değildir. Oyunculuk, gerçekten daha gerçektir. Oyunculuk eşinle, çocuklarınla, annenle, babanla olurken ne olmak istiyorsan onu oynamaktır. Bu çok önemli. İnsan bazı olay ve durumların kölesi haline geliyor fakat bilinçli olarak oynadığınızda gerçekliğin sahibi oluyorsunuz. Kasıtlı ve bilinçli olarak her zaman her koşulda oyunculuk yaparsınız. Bunu yaparken kendi içinizde kompakt ve bütün olmalısınız fakat dışınızda muhteşem bir aktör olmalısınız bilinçli olarak. Her zaman sahnede oyuncu olarak yer alacaksınız. O spesifik durumda veya olayda rolünüzü oynarsınız ve o rolde giymek zorunda olduğunuz bir maske giyersiniz. Çünkü o durum, olaylar, insanlar sizden o rolü oynamanızı bekler ve sen bilirsin ki o rol senindir. Eğer bilinçli oynarsan sen de tuzak olacaksın fakat eğer senin yönetimindeyse durum, sen onların istediği gibi oynarsın, sen her şeyi kapsayan bir bütünlük olursun.”

ELİO D’ANNA kimdir?
Elio D’Anna, Yüksek Eğitim Araştırmaları ile burslar için yıllık fonlar oluşturan bir hayır organizasyonu olan European School of Economics Vakfı (ESE) ve Üniversitesi’nin kurucusu ve başkanı. Vakıf, Aile Şirketleri ve Kurumsal Uzunömürlülük gibi yıllık etkinlikler düzenliyor. Yine kurucusu olduğu Dreamore, insanların düşleyen bireyler olarak çalışmalarını sağlayan bir holding ve bünyesinde insanoğlunun kendi düşlerini keşfetmesi ve hayattaki en büyük arzularını gerçekleştirme iddiasıyla yönetilen pek çok şirket barındırıyor. Müzik endüstrisinde de öncü olan Elio, online müzik devrimiyle kişisel olarak ilgileniyor. BE IN Inc ve inovatif teknoloji barındıran bir sosyal ağ olan Gig In’in de kurucu. Best Seller ‘Dreamer ve Sen’ kitabının yazarı D’Anna’nın, kendi bütünlüğü ve ideallerinden doğan binlerce öğretisi ve mesajı insanlara farklı kanallarla ilham vermeye devam ediyor.

Kasaba.works Digital Agency