Türkiye “mavi gözlü bir adamın ve Türk halkının bir düşü” olarak doğdu. Türkiye Cumhuriyeti’nin en yetkili ve millet egemenliğini simgeleyen organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi cumhuriyetin ilanından üç yıl önce, 23 Nisan 1920’de kuruldu.

Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisini belgeleyen Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) imzalanmasıyla, Osmanlı Devleti’nin egemenliğindeki birçok bölge ve Anadolu toprakları İtilaf Devletleri’nin işgaline acık duruma geldi. Bu gelişmeye karşılık Anadolu’nun büyük vilayetlerinde, özellikle de Yunan işgalinin söz konusu olduğu Ege Bölgesi’nde, yerel direniş örgütleri kuruldu. Bu örgütlerin en önemlisi Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ydi.

Bu cemiyetin baskılarıyla 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı Misak-ı Milli programını kabul etti. Meclis, İtilaf Devletleri askerlerinin İstanbul’u işgali üzerine çalışmalarına süresiz ara vermek zorunda kalınca yerini TBMM aldı.

Kurtuluş Savaşı’nda da TBMM önderlik etti ve bu cumhuriyetin kurulması sürecini hızlandırdı. 11 Ekim 1922’de İtilaf Devletleri ile Ankara Hükümeti arasında Mudanya Mütarekesi imzalandı ve kalıcı bir barış antlaşmasının koşullarını görüşmek üzere bir ay sonra Lozan’da bir konferans düzenlenmesi kararlaştırıldı. Ama İtilaf Devletleri’nin bu konferansa İstanbul Hükümeti’ni de çağırmaları üzerine Ankara Hükümeti belki de daha sonraki bir tarihe bırakmayı düşündüğü adımı öncelikle attı. TBMM 1 Kasım 1922’de halifeliğin saltanattan ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını açıkladı.

Son Osmanlı padişahı VI. Mehmet de (Vahdettin) 17 Kasım 1922’de bir İngiliz gemisiyle gizlice İstanbul’u terketti. Ankara Hükümeti’nin Türkiye’nin tek temsilcisi olarak katıldığı Lozan Barış görüşmeleri 21 Kasım 1922’de başladı. Türk heyetine İsmet İnönü başkanlık etti. Bu görüşmelerde Musul Sorunu ve Osmanlı borçları dışındaki konularda anlaşma sağlandı ve Türkiye Kurtuluş Savaşı’nın temel programı olan Misak-ı Milli sınırlarını güvence altına aldı.

Lozan Konferansı’nın toplandığı sırada İzmir İktisat Kongresi de toplanıyor ve yeni yönetimin iktisat politikasına yön verecek öneriler tartışılıyordu. Gene bu sırada TBMM’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun bir siyasal partiye dönüştürülmesi hazırlıkları vardı. Partinin adı 6 Aralık 1922’de “Cumhuriyet Halk Fıkrası’’ oldu ve resmi kuruluşu ise 11 Eylül 1923’te gerçekleşti.

Mustafa Kemal, 28 Ekim 1923’te Çankaya Köşkü’nde yakın çalışma arkadaşlarıyla yapığı bir toplantıda içinde bulunan siyasal belirsizlik ortamından çıkış yolunun anayasa değişikliği olduğunu ve Cumhuriyet ilan edilmesi gerektiğini söyledi. Cumhuriyetin ise hemen ertesi gün ilan edileceğini belirtti ve böylece reformların kapıları açıldı.

Yeni cumhuriyetin yeni reformları…

Türk İnkılabı, Atatürk Devrimleri, Kemalizm gibi adlarla da anılan ve Türk toplumunu çağdaş uygarlık düzeyine çıkartmayı yükseltmek amacıyla; siyaset, iktisat, toplum, kültür gibi alanlarda girişilen Atatürk ilkeleri cumhuriyetçilik, ulusçuluk, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimcilikten oluşuyordu.

Türk Devrimi Atatürk’ün daha öğrencilik yıllarında kafasında oluşmaya başlamış ve kendini bu doğrultuda yetiştirmişti. Avrupa devletlerinin hızla ilerlemelerine karşılık Osmanlı devletinin yaptığı yüzeysel yenilikler, Avrupa ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki kültür, uygarlık ve askerlik alanlarındaki farkı kapatmaya yetmemişti.

Mustafa Kemal’in TBMM’ni toplaması ve hükümeti kurması da bir devrim niteliğindedir. Çünkü TBMM; yasama ve yürütme yetkisini taşıyan bir meclistir.

Gerçekte bir bütün olan Türk devrimleri, temelde askerlik, siyaset, toplum, kültür, iktisat gibi alanlarda olmak üzere çok geniş boyutlara ulaşıyor.

Atatürk işe öğretmenlerden başlamıştı. Çünkü uygarlık düzeyinin, ülkenin refahının ve bayındırlığının ulusal eğitime bağlı olduğunu düşünüyordu. Ülkede çokbaşlı eğitimin, yeni kuşakları yetiştiremeyeceğini, ümmet toplumundan ulusa geçilemeyeceğini düşünüyordu. Halifeliğin kaldırılmasıyla birlikte (3 Mart 1924) Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi) yasasını kabul eden TBMM, Şer’iye ve Evkaf Vekaleti’ni kaldırdı. Bütün okullar Maarif Vekaleti’ne bağlandı. Medreseler kapatıldı ve böylece laiklik konusunda iki köklü devrim bir anda gerçekleştirilmiş oldu.

Atatürk Türk kadının da durumunu çağdaşlaştırmak gerektiğini düşünüyordu. 1923’te yurt içinde yaptığı gezilerde kadın konusuna değinerek kamuoyunu aydınlatan Mustafa Kemal Türk kadınının toplumdan kaçmasını, geri planda kalmasını istemiyordu.

Giysi (kılık-kıyafet) kargaşasına da kayıtsız kalamazdı. Nitekim, Kastamonu gezisinde başında fötr şapkayla halkın karşısına çıktı ve “buna şapka denir” diyerek halka tanıttı. Atatürk’ün niyeti Türklerin de diğer ülkelerin uygar giyim modelleriyle bütünleşmesiydi. 25 Kasım 1925 ’te şapka yasası kabul edildi. Yeni kılık-kıyafet ve şapkanın kabulüyle eski giyim biçimi de ortadan kalktı.

Ardından 1925’te tekke, zaviye, türbeler kapatıldı, çeşitli ünvan ve kisveler kaldırıldı. 1 Ocak 1926’dan sonra miladi takvim yılının geçerli olduğu belirlendi, alaturka saat sistemi de değiştirilerek yeni saat esası kabul edildi. Aynı yıl içinde hafta tatili, ölçü, tartı ve rakamlar da değiştirildi.

Devrimlerin en kapsamlılarından biri de Türk Medeni Kanunu’nun 17 Şubat 1926’da kabul edilip 6 Ekim 1926’da uygulanmaya konmasıydı. 1922’de çıkan bir yasayla ümmet uygarlığından, çağdaş uygarlığa geçildi.

Türk ailesinin kuruluşu yeniden belirlendi. Kadın aile içinde erkekle eşit duruma getirildi. Aynı yasayla Türk yurttaşları arasında din ve mezhep yönünden ayrım gözetilmeme esası getirildi. Azınlıklar da yeni yasaya bağlı oldular.

Laik Medeni Kanun’un kabul edilmesinden sonra Ceza ve Borçlar Kanunu, Ticaret, İcra, İflas, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunları, 1928-30 arasında yürürlüğe sokuldu. Kadın haklarının geliştirilmesi sürdürülerek kadınlara siyasal haklar verildi. 1930’da kadınların belediye seçimlerine katılabilmeleri, Belediye Kanunu ile sağlandı. 1934’te kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı.

1927 yılında yapılan çalışmalardan sonra 1928’de Sarayburnu’nda yapılan bir toplantıda Atatürk halka seslenerek, Harf Devrimini açıkladı. Daha sonra Dolmabahçe Sarayı’nda devlet adamlarına yeni harfler tanıtıldı; basın da gelişmeleri günü gününe izleyerek yurda duyurdu. TBMM’de yapılan çalışmalarla Latin harfleri, Türk alfabesi olarak kabul edildi. Okuma yazma seferberliği ile millet mektepleri açılarak başta memurlar olmak üzere herkese yeni alfabe öğretildi. Tabii iş, harf devrimi ile bitmiyordu; tarihi ve dili de öğrenmek ve geliştirmek gerekiyordu. Türk Dil ve Tarih Kurultayı’nı toplayarak Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmasına çalıştı.

1934’te soyadımız da oldu. Gene meclisin çıkardığı bir yasayla Mustafa Kemal’e tüm Türklerin atası anlamına gelen “Atatürk” soyadını aldı.

Dış siyasette ise “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi uygulanıyordu ve tüm bu yenilikler hala cumhuriyetin temel ilkeleri arasında yer alıyor.

Kasaba.works Digital Agency