İtalya’da ve diğer ülkelerdeki okullarda 19.yüzyılda, çocuklara dersler ezberletiliyor; çocukların bazı şeyleri öğrenmesi engelleniyor bazen de dayak atılıyordu. Okula gitmek eğlence değil işkenceydi. Maria Montessori farklı düşünceleri ile yarattığı sistemle eğitimi kökten değiştirdi.
Maria çocukluğundan itibaren farklı bir yapı çiziyordu. 31 Ağustos 1870’de İtalya’nın Chiaravalle kasabasında doğmuştu. Babası muhasebeciydi. O da dönemin ezberci eğitim sisteminden nasibini aldı. O dönemde kızlar en fazla Yunanca, Latince ve edebiyat dersleri alıp öğretmen oluyorlardı. O ise matematikle ilgilendi ve erkeklerin gittiği bir ortaokula gitti. Derslerin sıkıcılığını, zekası ve bilimsel konulara duyduğu ilgi ile aşabiliyordu. On altı yaşında teknik bir liseye kaydoldu, ardından da doktor olmaya karar verdi. O güne dek, İtalya’da hiçbir kadın doktor olmamıştı.
Gece yarısı kadavralarla beraber
Babası bu duruma şiddetle karşı çıktı; kızının diğer kızlar gibi iyi bir evlilik yapmasını istiyordu. Annesi ise içten içe kızını destekledi. Sonunda Maria’nın inadı galip geldi ve tıbba başladı.
Tıp eğitimi bir kadın için çok zordu. Eğitimin önemli bir bölümü kadavraların incelenmesiydi. Okul yönetimi, bu çalışmaları erkek öğrencilerle yapmasına izin vermedi. Maria erkek öğrenciler gittikten sonra geceleri kadavraları inceleyebiliyordu. Okulda erkeklerden ayrı bir yerde oturuyor; sürekli alaya alınıyor, aşağılanıyordu. Bu onda sinir buhranları yarattı ama yine de yılmadı.
Bu süreç onun kadın haklarına ilgisini arttırdı. Kadınların meslekleri konusunda kendi kararlarını vermeleri gerektiğini ve tatmin edici bir yaşam için evliliğe dayanmamalarını öğütledi.
Maria Montessori yeni kadını 1899’da şöyle tanımlıyordu: “Gelecekteki kadınlar; hem eşit haklara hem de eşit görevlere sahip olacaklar… Bizim bildiğimiz aile yaşamı değişebilir ama bu feminizmin annelik duygularını öldüreceğini göstermez. Çağdaş kadın, evlenip çocuk sahibi olabilir ama bunu zorunlu olduğu için yapmayacaktır.”
Yoğun çalışmalarla dolu altı yılın sonunda Maria yirmi altı yaşındayken, İtalya’da tıp dalında derece kazanan ilk kadın oldu. Hemen ardından ilk kez İtalya dışına çıktı, üstelik bunun sebebi kadınlara da erkeklerle eşit ücret ödenmesi konusunda bir konferansa katılmaktı. Berlin’de katıldığı konferans büyük ilgi gördü ve basın onu destekledi.
Sağırlar ve ruh hastaları öğrenebilir
Maria’nın yaşadığı dönemlerde ruh hastalarının ve sağırların toplum için yararsız olduğu düşünülüyor ve bir odaya kapatılıyorlardı. Maria ise tam aksini düşünüyordu. Bir klinikte asistan doktor olarak çalışıyor ve bir yandan da kendi araştırmalarını yürütüyordu. Yeni kurulan Gecikmeli Çocukların Eğitimi için Ulusal Birlik Kuruluşu’nda, bu konularda ve feminizm konusunda dersler veriyordu.
1899’da başarılarından dolayı Roma’da ruhsal sakatlığı olan çocuklar için açılmış bir okula yönetici olarak tayin oldu ve Londra’dan Paris’e pek çok yerde bu konularda konferanslar verdi.
Gizli bir aşk ve babasız bir çocuk
Maria okulda ruh hastası çocukların eğitimleri ile ilgilenen Guiseppe Montesano adlı bir doktora aşık oldu ve ondan bir erkek çocuk doğurdu. Ancak evlenmediler. Bu olay sadece aile tarafından biliniyor ve gizleniyordu. Doğan çocuk köyde bir ailenin yanına verildi ve annesinin kim olduğunu ancak büyüyünce öğrendi.
Bu Maria Montessori’nin yaşamına büyük bir değişim getirdi. Roma Üniversitesi’ndeki idareci görevini bıraktı; pedagoji, sağlık bilgisi, psikoloji öğrenmek üzere üniversiteye başladı.
Özürlü çocuklara dokunma, görme, koklama ve duyma duyularını uyaran aletler vererek onların da normal çocuklar gibi öğrenebilmelerini sağladı. Maria’nın parlak geometrik ve matematiksel şekilleri, farklı kokuları, sert ve yumuşak dokunma deneyleri çok başarılı oldu.
Maria ruhsal bakımdan özürlü çocuklara uygulanan metodların, sağlıklı çocuklarda da yararlı olacağından emindi. 34 yaşına geldiğinde öğretmenleri eğitiyordu. Bu aşamadan sonra yaşamının en önemli işi olan San Lorenzo’daki, Çocuk Evi projesine başladı. Burada tutuğu notlarla Montessori Metodu denilen öğrenim yöntemini geliştirdi. Çocuk Evi o kadar başarılı oldu ki hemen yeni evler açıldı. 1909’da Maria’nın çalışması bir ekol haline geldi. San Lorenzo çocukları için, özürlü çocukları eğitirken kullandığı malzemeleri getirtti. Bu aletlerle deneme yanılma yöntemiyle öğrenmeleri sağlanıyordu.
İlk kitap
Montessori Metodu (The Montessori Method) 1910 yılında İtalya’da basıldı ve 20 dile çevrildi. Ardından velilerin “çocuklarının okuma-yazma öğrenmeleri” beklentisi içinde olduğunu gördü. O dönemin yine sıkıcı yöntemlerini alt üst ederek çocuklara önce yazmayı, sonra okumayı öğretti ve bunu da “eğlenceli” şekilde yaptı.
Metod, İtalya’daki ve İsviçre’deki okullarda resmi eğitim sistemi olarak kabul edildi. Montessori okullarının; Hindistan’da, Çin’de, Meksika’da, Kore’de, Arjantin’de ve Hawaii’de kurulması tasarlanıyordu. 1911’de ünü Amerika’ya da yayıldı ve onun yöntemlerini kullanan ilk okul, New York’ta açıldı. Amerika’da iki yıl içinde Montessori okullarının sayısı yüzü geçti.
Mussolini ve yeni politika
İki dünya savaşı arasında sorunlar büyüdü. 1922’de Mussolini, Maria’yı destekleyeceğini söylemişti ve onu İtalya’daki tüm okullara genel müfettiş tayin etti. Fakat 1934 yılında Habeşistan’a savaş ilan etti ve Faşist Gençlik Örgütleri kurmak için; Montessori okullarındaki çocukların örgütlere katılmasını istedi. Maria buna karşı çıkınca okulları bir günde kapatıldı.
Maria, İtalya’dan ayrılarak İspanya’ya göç etti; ama orada da iki yıl sonra iç savaş patlak verdi. 1930’lardaki olaylar nedeniyle artık araştırma yapamıyor, kitap yazıyordu. Çocukluğun Sırrı (The Secrets of Childhood), Kavrayıcı Zihin (The Abrobent Mind) yazdı ve Montessori Metodu (The Mentessori Method) ve Dr. Montessori’nin El Kitabı’nı (Dr. Montessori’s Own Handbook) yeniledi.
İspanya’dan ayrıldıktan sonra, önce Hollanda’ya sonra da (2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden yalnızca bir ay önce) Hindistan’a yerleşti. Orada altı yıl kaldı ve kendi eğitim metodu hakkında dersler verdi. Savaş bitiminde yine Hollanda’ya döndü. Seksen bir yaşında ölümüne kadar da ülkeleri dolaşmaya ve yöntemini insanlara anlatmaya devam etti. Son yıllarında oğlunu yeğeni olarak tanıtıp yanına aldı ve çalışmalarını onun desteğiyle sürdürdü.