Hollanda kökenli olan ve Brezilya’da büyüyen Leilani Van Rheenen 18 yaşında Türkiye’ye gelmiş ve buraya yerleşmiş. STK kariyeri onu zamanla duygusal zeka (EQ) eğitmenliğine yönlendirmiş. Akademik eğitimin önemsendiğini ama hem gündelik hayatı yönetmede hem de iş yaşamında çok gerekli olan duygusal zekanın göz ardı edildiğini söyleyen Rheenen’e göre EQ eğitimi bir lüks değil herkes için bir ihtiyaç!
Formsante’de yayınlanmıştır. Yayın hakları DBR’ye aittir.
Leilani van Rheenen’in kişisel gelişime olan merakı çocukluğunda başlamış. 18 yaşında ‘hiç bilmediği bir ülkede’ yaşamaya karar verdiğinde Rio de Janeiro’daki tüm arkadaşları ‘İstanbul çok tehlikeli bir yer, bir senede gidip dönersin’ demişler. Türkiye’ye geldiğinde önce Türkçe öğrenen ve Sivil Toplum Kuruluşları’nda proje yöneticiliğine kadar yükselen Rheenen, “Bir dönem gençlik eğitmenliği yaptım. Türkiye’ye gelen gönüllülere kültürel değişikliklerle ve belirsizlikle başa çıkma, iletişim, kriz yönetimi gibi konularda yardımcı oluyordum. Hem yabancı olduğum hem de bu konulara yoğunlaştığım için Avrupa Birliği Ulusal Ajansı beni İsviçre, İsveç ve Finlandiya’da eğitmen eğitimlerine gönderdi. O zaman kişisel gelişimle profesyonel olarak ilgilenmeye karar verdim” diyor. Rheenen bunu fark ettiğinde Amerikan bir kurumdan genel yaşam koçluğu ve Anthony Robbins Koçluk Merkezi’nden stratejik müdahale eğitimi almış. Bu da yetmemiş ve yoluna EQ ile devam etmiş!
Koçlukla ilgili birçok eğitim alıp neden EQ’da karar kıldınız?
Birçok farklı yöntem var. Tek yönteme odaklı değilim, o an danışanım için hangisi gerekliyse o yöntemi kullanıyorum. Yöntemlerin bazılarından daha iyi ve hızlı sonuç aldım. Kendi yaklaşımlarım da var. Bazı yöntemler gerçekten basit olduğu için faydalı. EQ ile ilgili ilk aldığım eğitim çok akademikti ve EQ’nun bu olmadığını, “Aptal mıyım, akıllı mı?” gibi testlerin de bir anlam ifade etmediğini düşündüm. “Bunu yapabiliyorsam böyleyim, yapamıyorsam değilim” kadar basit değil hiçbir şey.
Siz nasıl yaklaştığınız EQ’ya?
En basit yöntemlerle, bir çocuğun bile hemen alıp kullanabileceği, hayatında pratiğe geçirebileceği şekilde… Dahil olduğum AB ve Toçev projeleri sayesinde ‘Özgürlüğüm’ adı altında anne-çocuk iletişimi çalışmalarımız var. Duygusal zekayı arttırma, öfke ve stres yönetimi öğretiyoruz. Bu proje bir yıl sürecek. Yani aynı konsept, aynı yöntemler ama farklı yaklaşımlarla farklı ortamlarda hem çocuklarla hem şirketlerle hem kurumlarla hem cezaevleriyle daha iyi iletişim sağlamak için çabalıyoruz.
Kendi mesleğinizi tanımlarken ‘duygusal fitness koçu’ diyorsunuz. Neden böyle bir tanım seçtiniz?
Akademik taraftan ayrılmak için… Herkesin farklı olduğu ya da zayıf olduğu noktalar olabilir. Duygusal zeka ile empati yapabiliyorsunuz. Tabii empati kurmanız gerektiği durumlarda… Karşısındaki ile çok fazla empati kuran ve kendi ihtiyaçlarını göz ardı eden bir insanın ise daha az empati kurması şart. O yüzden şu anda hangi yönünüzün güçlendirilmesi ve üstünde durdurulması gerekiyorsa oraya bakıyoruz. Fitness konsepti kullanırsak, diyelim birisi çok şişman ve hasta, ona farklı bir program uyguluyoruz, birisi genel anlamda sağlıklı ve sadece belli yönlerini güçlendirmek istiyor, onu da daha üst noktalara taşıyoruz.
EQ’yu öğrenmek sizde neleri değiştirdi?
İlk başta bunu meslek olarak uygulamaya başladım. Sonra kendimde de değişmesi gereken şeyler olduğunu fark ettim. O yüzden çalışmayı durdurdum, bir yıl kendime döndüm. Bu yöntemleri kendimde uyguladım ki daha sağlıklı sonuçlar alabileyim. Eğitimi aldıktan sonra koçluk yapmaya hazırsınız diyorlar, bu aslında başlangıç noktası. Koçluk yapanların bu yoldan önce kendileri geçmeli. Ben hep çok olumlu biriydim ve herkese nazik davranıyordum. Kendimde çalışmaya başladığımda ise beni kıran ya da öfkelendiren şeylerin içimde kaldığını fark ettim. Bir denge bulmam gerekiyordu. Daha gerçekçi olmaya başladım. Çok gülümseyeceğim ve her şey iyi olacak değil de ‘gerçek nedir, benim için en iyi olan nedir’ diye sormaya başladım. Hala olumlu biriyim ama artık gerçekçiyim de! Derginin adını da düşünürsek amaç pozitif olmak değil. Ruh sağlığınız iyiyse pozitif olacaksınız ama sağlıklı olduğunuz için… Herkes zayıf hissedebilir, hastalanabilir. Önemli olan çıkar yol bulmak, kendini güçlendirmek ve hayatına devam edebilmek.
İnsanlar yaşam koçuna gidiyorsa hep sorunları vardır gibi algılanıyor. Anadolu Toastmaster’da yaptığınız konuşmada, “Bir hedefiniz varsa ve ilerlemek istiyorsanız yaşam koçuna gidebilirsiniz” demiştiniz… Duygusal yaşam koçuna hangi durumlarda gitmeliyiz?
Nasıl ki bir atlet daha hızlı olmak için antrenöre ihtiyaç duyuyorsa insanlar da hedeflerine ulaşmak için, ilerlemek için koçlara gidebilir, ben böyle görüyorum.
EQ eğitiminden sonra aynı sorunda aynı duygularla farklı sonuçlar elde edebilirsiniz diyorsunuz. Örnek verebilir misiniz?
Mesela suçluluk hissediyorum. Hem olumlu hem olumsuz duygular bize mesaj verir. Suçluluk duygusu neden kaynaklandı? Değerlerime karşı bir şey yaptım, kendi kurallarımı yıktım. Bunu düzeltmem ve bir daha yapmamam gerek. Suçluluk duyan iki kişinin duygularından bu mesajı aldığını varsayalım. Biri bunu düzeltmek için çabalar ve iyi hissedebilir. Biri ise “Ben kötü biriyim, hiçbir işe yaramam” diyerek daha büyük suçlar işlemeye başlayabilir. O yüzden o duygusal mesajı nasıl anladığımız önemli. O duyguda kalmanın bir yararı yok.
Diyelim ki bana yakın biri vefat etti ve çok üzüldüm. Belki ağlayacağım ve kendimi iyileşmek için bir süreliğine kendimi rahat bırakacağım. Durumu değerlendireceğim. Bundan sonra hayatımı devam ettirmek için kendimi değiştirebilirim. Başka biri aynı durumdan geçerken depresyona giriyor. Çünkü o duygunun mesajını almıyor, ondan sonraki süreçte ilerlemek için bir şey yapmıyor. Aynı durumda olan iki kişi farklı sonuçlar çıkarır. Önemli olan kendi içinde bunu nasıl değerlendirip sonuçlandırdığınız…
DUYGULARIMIZI DOĞRU YÖNETEBİLİYOR MUYUZ?
Akdeniz insanları hep duygularıyla yaşar fakat duygularımızı doğru yönetebiliyor muyuz? Farklı ülke insanlarıyla çalışmış biri olarak sizin gözleminiz ne?
Çelişkiler gözlemliyorum. Bir yanda çok duygusal bir yandan da duyguların çok baskılandığı bir toplum. Kendimize duygularımızı ifade etmiyoruz, etmeyince de patlıyoruz. Mesela çabuk aşık olan birisi birden “Sana aşığım, sensiz yaşamıyorum” diyorsa aslında bir ihtiyacını karşılamaya çalışıyor ve o ihtiyacın o insanda karşılanacağını düşünüyor. Duygularımızı normal hayatımızda daha iyi ifade edebileydik daha sağlıklı olurduk.
Şiddet sadece fiziksel değil. Duygusal şiddet de olabiliyor ve maalesef bu ülkelerde çok yaşanıyor. Kendimizi ifade edebilseydik buna engel olabilirdik. Ama buna uygun ortam yok. İş hayatında ‘ben bunu hissediyorum’ derseniz buna kimse değer vermez. O insan bir şeyler yaşıyor ve bir şekilde etkileniyor. Eğer önlem almazsak daha sonra daha kötü etkilenecek. Keşke bu ülkelerde duyguları güncel hayatta ifade etmemiz daha normal kabul edilse…
Küçük bir şey olduğu zaman hiçbir şey demiyoruz ama bir yandan da kırıyoruz. 5-6 kere aynı şey olduktan sonra reaksiyonumuz büyük oluyor. Keşke küçük olduğunda ifade edebilseydik. “Gerçekten şuna ihtiyacım var, karşılamak için bunu yapman mümkün mü?” diyebilsek. Ülke olarak düşünürsek daha ciddi sorunlar getiriyor. Gezi’de bir ifade patlaması vardı. Herkes kendini hangi konumda olursa olsun ifade ediyordu. Böyle bir şey biriktiği için oluyor. Ruhsal sağlığı yerinde olan biri diğerine tecavüz edilip öldürülmeye ihtiyaç duymaz. Kendi ihtiyaçlarını sağlıklı şekilde karşılar. Bastırınca böyle şeyler yaşanıyor. O yüzden bu tarz eğitimlerin erken başlaması gerektiğini düşünüyorum.
Hangi adımlar atılmalı?
Duyguları ifade etmek, kendi ihtiyaçlarını sağlıklı karşılayabilmek, kendi başına düşünebilmek… Bunlar okullarda okutulmuyor. Liselerde bu eğitimleri yapıp yapmadıklarını sordum. Herkes şaşırmış bir şekilde baktı. Akademik bilgi veriyoruz ama o insanın duyguları nasıl yöneteceğine dair eğitim vermiyoruz. Bu duygu nedir, nasıl hissediyoruz, ne mesaj veriyor, bununla nasıl baş edebilirim, kafamda büyütmüş olabilir miyim?
Gaziosmanpaşa’da, Bahçelievler’deki liselerde Türkiye Basktebol Federasyonu’nun projesi içinde bu eğitimi verdik. “Şöyle bir durumla karşılaşsanız ne yaparsınız?” diye sordum. Öğrenciler “vururdum, döverdim, öldürürdüm” gibi şeyler söyledi. Öfkeli olduklarında tek çözümün şiddet olduğunu düşünüyorlar. Oysa, “Bu duygu yanlış değil ama o duyguyu anlayarak daha iyi sonuçlar doğurabilecek başka çözümler de var” dediğimde çok şaşırdılar. Eğitim sonrası doldurulan formlarda “Bunu her hafta görmemiz gerek. Matematik veya tarih kadar önemli” diye yazmışlar. Şahsi düşüncem daha da önemli olduğu çünkü bunlar hayatı doğrudan etkileyen şeyler. Bilgileri akademik boyutta çok iyi olabilir ama duygusal zeka olmadan başarılı olamazlar. Duygusal zekayı arttırdığınızda her konuda bir şeyi öğrenmek daha kolay. Kendini, nereye gittiğini anlıyorsan bilgiyi almak, öğrenmek, gelişmek doğalında oluyor. Maalesef bu ülkede lüks olarak görülüyor ve çoğunlukla CEO’lar koçluk hizmeti alıyor, halbuki temel ihtiyaçlarından biri.
“Türkiye’de naz yapmanın ne olduğunu öğrendikten sonra ‘hayır’ deme şeklimi değiştirdim” diyorsunuz. Nasıl bir değişiklik bu?
Kendimi bir şekilde ifade ediyorsam ve karşı taraf başka bir şekilde anlıyorsa o zaman bunun farkına varmam ve yöntemlerimi değiştirmem duygusal zeka ile bağlantılı bir şey. Aynı şeyleri yapmaya devam edip farklı sonuçlar beklememeliyim. Mevlana, “benim ne anlattığım değil karşı tarafın ne anladığı önemli” diyor. Türkiye ifadeleri, anlayışları farklı bir kültür olduğu için duygusal zekamı çok arttırdım. İstediğim sonuçlara varabilmek, kendimi daha iyi ifade edebilmek için çaba harcamam gerekti. Yani toplumun gözünden kendime bakmam gerekti, sadece sözlerimde değil, vücut dilimde de çok şey değişti. Hepsini değerlendirip hangisinin kalacağına hangisinin gideceğine ben karar verdim. Kendimi ve kişiliğimi keşfettim. Mesela dürüstlüğümden taviz vermedim ama kıyafetlerimde bazı değişiklikler yaptım.
Bir danışan size geldiğinde, duygusal zekasını geliştirmesi için ne kadar süre ayırması gerekiyor?
Genelde kalıcı bir sorunu çözmek için geliyorlar. İlk başta o insanın ne istemediğini değil ne istediğini bulmaya çalışıyoruz. Çünkü çoğu zaman ne istemediklerini söylüyorlar. Süreci üç aya böldüm. Tabii gerçekte çok böyle olmuyor. İlk ay vizyonu oluşturuyoruz. Ne istiyor? Hayatında ne değişecek, oraya ulaşmasını etkileyen faktörler neler? İkinci ay daha çok iyileşmeye yönelik. Biriken öfkeler var, belki o yüzden ilişkileri yolunda gitmiyor. Belki yetersiz hissettiği için işe giremiyor ya da istediği maaşı alamıyor. Bazen geçici iyileşme oluyor, eskiden bir şeyler taşıyorsa sorun farklı bir şekilde nüksediyor. Mesela yetersizlikten kaynaklı sorunu çözdü, sonra bir bakıyorsunuz işkolik olmuş. Bu yüzden sorunları kökünden çözmek önemli. Üçüncü ay da hedefe yönelik çalışıyoruz. Hedefine nasıl ulaştı? Belki istediği gibi olmadı, bunun nedenlerini araştırıyoruz. Koçluğun ana teması gelişim ve geleceğe odaklı olmak.
Danışanlarınızdan hayatı radikal şekilde değişenler var mı?
Dört yıl kimse ile çıkmayan biri iki aylık süreç sonunda yeni bir ilişkiye başladı. Hayatında ilk defa kendi seçtiği ve mutlu olduğu biriyle… Daha önce evlendiği kişi bile öyle biri değildi. Bu da kendisi ile ilgili inandıklarını değiştirerek oldu. İnançları değiştirmek koçluğun en zor ama en önemli kısmı.
EQ’YU DAHA İYİ YÖNETMEK İÇİN
Duygusal zekayı daha iyi yönetmek için pratik önerileriniz var mı?
Evet, birincisi inanç üçgeni. İnandıklarımızı üçgen olarak düşünelim. Üçgenin bir noktası odağımız. Sabah kalktığımızda, gece yattığımızda neye odaklanıyoruz? Bu bize güç veriyor mu? Odağımızı bize güç verecek şeylere kaydırmalıyız. İkincisi nasıl kelimeler kullanıyor, kendimizi nasıl tanıtıyoruz? Üçüncü nokta da vücut. Vücudu normal hayatımızda nasıl kullanıyoruz? Şu anda vücudumuzu ve onu nasıl kullandığımızı fark etmeliyiz. Depresyonda olan biri vücudunu daha aktif kullanmalı. Bu üçü birbirini çok etkiliyor. Hepsinin altında inançlarımız var. İnançları hızla değiştirmek mümkün değil ama bu üçlüye dikkat edersek zamanla inançlarımız da değişir.
İkinci önerim kontrol alanımızı yönetmekle ilgili… Küçük bir daire bizim kontrol alanımız, onun dışına çizeceğiniz ikinci daire etki alanımız, onun da dışına çizeceğimiz bizi etkileyen ama bizim etkileyemediğimiz kontrol edemediğimiz alan var. Odağımızı kontrol edebildiklerimizde tutmamız gerek. Bir sorunla karşılaştığınızda eğer kontrol alanınız dışındaysa bu sadece enerjinizi tüketir. Aileden, devletten şikayet etmek gibi… İnsanlar ya da dünya için neler yapabilirim demek kontrolümüzdeki daireyi büyütebilir. Bir şeyi değiştirmek için ilk başta kendi içimizi değiştirmemiz gerek.
Aklımızla kalbimiz başka şeyler söylediğinde hangisini dinleyeceğiz?
Biz farklı yerlerden bilgiler alıyoruz. Diğer insanların beklentileri ile hareket ediyoruz ama iç duygumuz her zaman doğrudur. Onu duymaya alışık değiliz. Bir şeyi yapmamız için birinin söylemesini bekleriz. Anne, doktor, hoca… Bence herkesi dinlememiz gerek. Hangisinin doğru olduğunu ise içimizdeki ses söyler. Bu çatışma olduğu zaman tavsiyem beyin çalışmasını susturmak. Önemli bir kararsa içimiz ne söylüyor onu duymalıyız. Bu tamamen duygularla hareket etmek anlamına gelmiyor. Her şey sakinleşince içinden gelen cevaplardan bahsediyorum. Ne kadar bunu dinlemeye alışırsak o kadar kolay anlayacağız. İçgüdülerimle hareket etmek beni hiç yanıltmadı. Kafamızda gürültüler olduğu için kendimizi dinleyemiyoruz. İçgüdümüzün saf olması gerekiyor.
İş hayatınca EQ nasıl kullanılır?
İş yerinde insanlara insan olarak bakılması gerekiyor. Çok fazla somut bilgilere bakılıyor, yani hangi üniversiteden mezun olduğuna bakıyoruz kağıt üzerinde… Oysa EQ konusunda yetersizse CV’si ne kadar mükemmel olsa da başarılı olamayabilir. Bazı firmalar EQ alanında personelimiz nasıl gelişebilir diye çalışanlarına koçluk veriyor fakat bu yetersiz. Çünkü bunu belli bir amaç için yapıyorlar, iletişim eğitimi, takım çalışması eğitimi gibi. Hiçbir şey yapmamaktan daha iyi tabii, yalnız işe yaraması için bunun o insanın ihtiyacından doğması gerek. EQ eğitiminden 6 puan aldım gibi bir sistemde işlemez bu… Daha farklı yaklaşmak gerek.