Kuantum Koçu ve eğitmeni Ebru Demirhan’ın Bedenin Şifa Kapıları kitabı çıktı. Demirhan aslında hepimizin sahip olduğu şifa bilgisinin yıllar içerisinde nasıl kaybolduğunu; kendimizi, çevremizi nasıl şifalandırabileceğimizi, hangi organda sorun yaşıyorsak bunun bize neyi anlatmaya çalıştığını, kısacası kendimizle ve bedenimizle nasıl iletişime geçebileceğimizi anlatıyor.
Yazın hayatımda her şey iyi gidiyor ve müthiş bir dinginlik yaşıyorken, içten içe bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştım, yayın yönetmenimiz Yaprak’a durumdan bahsettim; “Ebru’ya git, bu mesajı alıyorsan bir sebebi vardır” dedi. O gün Ebru ile yaptığımız çalışmada hayatım hakkında ne kadar anlamsız yeminler ettiğimi hayretlerle gördüm, sanki o gün bir domino taşını devirdim. Önce minik farkındalıklar yaşamaya başladım, sonra “kesinlikle değişmez” dediğim şeylerin nasıl değiştiğine şahit oldum! Her şey güzel giderken, annemin yaşadığı sağlık sorunları, arka arkaya gelen bir iki talihsizlik bedenime yansıdığında yine Ebru’nun kapısını çaldım. Beni masaya yatırdı, şifalandırdı, yattığım yerden kalktığımda yürüyecek gücü bile bulamadım kendimde… Meğer şifa alınca öyle olurmuş, bir iki saat sonra toparlanıp çıktım. Ertesi gün ise bedenimde baş göstermeye başlayan zonadan iz kalmamıştı. Ebru Demirhan’ın bu kitabı çıkardığını duyduğumda “deneyimlemiş” biri olduğum için Yaprak beni aradı, “Bu röportajı sen yapmak ister misin?” dedi. İlk kez önce bir gazeteci olarak değil bizzat deneyimlemiş biri olarak röportaj yaptım Ebru ile… Herkese şifa olsun diyerek!
Yazmış olduğun Bedenin Şifa Kapıları kitabı organlarımızla ve bedenimizle nasıl iletişim kurabileceğimizi anlatıyor. Bu kitapla neyi amaçladın?
İçini duymayan insanın dışını duyamayacağını, yaptığımız bütün çalışmalarda gördük. O yüzden insanın kendi içi ile iletişime geçmesi gerektiğini ve dışarıdaki anlayışsızlık, iletişimsizlik gibi problemlerin aslında içimizde organlarla olan bir problem olduğunu göstermek istedim. İçimizde, bilincimizde çalışan, kendi matematiği olan bir sürü sistem var. Sindirim sistemi, dolaşım sistemi gibi… Bu sistemler biz farkında olalım ya da olmayalım çalışıyor. Şu anda kalbimiz atıyor, böbreğimiz çalışıyor, bağırsağımız başka bir faaliyette, beynimiz bambaşka bir faaliyette… Bunların hiçbirisinden bilincimizle haberdar değiliz, bedenimizin bilinci biliyor.
Bunlar kendi içinde çalışan sistemler, onlarla neden iletişim kurmamız gerekiyor?
Burada en önemli konumuz hastalıklar. Bir takım hastalıklar varsa, bazı hastalıklardan korkuyorsak, genetiğimizde bunun bir dökümü varsa o zaman organlarla iletişime geçip buradaki muhtemel riskleri minimize edebilir ya da mevcut problemleri aşağıya çekebiliriz. İç içe evrenler gibi düşünelim kendimizi… Beden çalışırken biz onun ne kadar farkında olmazsak, ihtiyaçlarını da o kadar karşılayamayacağız demektir. Biz o sistemlerin, organların, hücrelerin, kas gruplarının ihtiyaçlarını yediklerimizle, içtiklerimizle, duygularımızla, düşüncelerimizle karşılayamıyorsak günü geldiğinde de o bizim ihtiyaçlarımızı karşılayamamaya başlıyor. Basit bir makine gibi düşünebiliriz; gerektiği şeyi gerektiği kadar verip gerektiği kadar performans beklemek gibi. Uzun vadede kendimize yapacağımız bir yatırım bu.
Kitabında bedenin şifa kapılarından bahsediyorsun. Bedenin şifa kapıları nedir?
Bedenin en temel şifa kapısı kendisidir. Bir şifa ile uyumlandığımızda bedenin her noktası şifa için bir araçtır. En temel ve sürekli akış sağlayan noktalardan birisi gözler. Diğerleri ses, eller ve ayakaltları… Bunlar alışverişi en sık olan ve kendiliğinden yapan şifa alanları… Gözlerin renkleri de hangi şifa alanına ait olduğumuzu gösteriyor.
Mesela?
Mavi gözler hava elementini kullanır. Şifayı havadan alır, bedenlerinde kullanır, tekrar havaya verirler. Sürekli alışveriş vardır. Yeşil gözler sudan alır, çoğunlukla yeşil gözlü insanların mutsuz olduğunda deniz kenarına gider, su birikintisinde rahatlamaları bundandır ya da kendilerini hemen duşa atarlar. Şifayı sudan alır, bedeninde işletir, sonra geri verirler. Sarı ela gibi daha bal rengi gözlere sahip olanlar bitki örtüsü ve güneşten alır. Güneşin canlılığı onlar için çok önemlidir. Bitki örtüsündeki canlılık da öyle… Oradan toplar ve yine şifayı saldığında o alana yayılır. En güzeli kahverengi göz çünkü benim gözüm. Tüm elementlerden alır, toprağa verir. Daha toplayıcı bir şifa kanalıdır. Her şeyden alır, her şeye verir ama asıl elementi topraktır. Gözün alanına giren herkes, her şey, her yer şifalanır ve şifayı alır-verir sürekli işletiriz. Beden şifa ile uyumlandıktan sonra bu kendiliğinden olur, bunu yönetmeyiz. Bir kere şifa almak yeterlidir. Ses yine aynı şekilde ulaştığı her yere her şeye, herkese şifa verir ve şifayı kendine geri toplar. Avuç içleri, parmak uçları dokunduğumuz her şey, her yer, herkes aynı oranda şifalanır, tekrar geri toplarız. Ayak altları da özellikle var olduğumuz mekanlarla ve zamanla şifa bağı kurar.
Şifa nasıl aktive ediliyor?
Şifanın mayası kalbimizdeki sevgi. Kalbimizde ne kadar sevgi varsa o kadar şifa alışverişinde bulunabiliriz. Sevgi içinde milyonlarca duyguyu barındırır, şifa da bunlardan biri… Hem duygu bütünü hem de bir hal… Şifa için frekans olarak bir yüksek kişiden el almakta fayda var. Kendi kendimize de aktive edebiliriz. Kişiye göre tamamen kişinin bilinçaltının ve ruhsal durumunun belirlediği bir süresi var. Sürekli “ben şifayım” diyerek bir zaman bir yerde bu frekansa çıkabilir. Tabii burada şifanın alışverişine inanıyor ve kalbindeki sevgiyi yükseltebiliyor olmalıyız. Bunun dışında biz bir günlük eğitimle şifayı aktive ediyoruz.
Şifa omurgamızın içinde bulunan ve kullanılmadığı zaman dibe çöken bir sıvı gibi… Teknik olarak öyle değil ama öyleymiş gibi düşünelim. Yüksek frekanstan birisi el verdiği zaman o omurganın içinde canlanır, bütün hücrelerin içinde yayılır ve böylelikle kullanılabilir hale gelir.
Hastalıklar neyin yansıması, onları nasıl bertaraf edebiliriz?
Her organın, eklemin, kas grubunun yani hücre bütünlüğünün her birinin tek tek konuları vardır. Her bir organ yaklaşık üç duygu ve düşünce biriktiriyor. Söylemediğimiz, düşündüğümüz, hissettiğimiz ama bedenimizde biriktirdiğimiz herhangi bir şekilde çıkarmadığımız auramızın içinde tuttuğumuz her şey bir posta dağıtım merkezi gibi bu kas gruplarına, organlara yayılıyor. Sıkıntı yaşadığımız organ ne ise onun meridyen açılımına bakmamız gerekiyor. Mesela böbrekler ilişkilerin meridyenidir. Sol ve sağ böbreğin on altışar konusu var. İlişkiler diyince sadece partner, anne-baba değil. Aslında işle, parayla ilişki de bir ilişki konusu. Bunların hepsini bir bütün olarak düşünmeliyiz. Sürekli kabızlık ya da bağırsak tembelliği yaşayan kişi paraya olan bakış açısını yorumlamalı. Bununla birlikte geçmişe olan bağımlılıklarını düşünmeli, bundan arınma yollarını bulmalı. Bu anlamda organlarla iletişime geçmek önemli. “Seni anlıyorum, bana verdiğin mesajları duyuyorum” diyebilmek önemli. 368 meridyenimiz var. Her bir nokta en az üç duygu ve düşünce barındırır. Kol dirseğini sürekli çarpıyorsak gelecekle ya da işle ilgili bir şeyi itme ihtiyacımız var demektir.
Zihnimizi de şifalandırabilir miyiz?
Evet. Zihnin şifası düşünceyi doğru tarafa kanalize etmekten geçer. Sürekli korku, kaygı, endişe bazlı düşünce ve duygu sistemimiz varsa, bedeni şifalandırmaktan da uzaklaşırız. Bedeni şifalandırmanın ön koşulu düşünceyi şifalandırmaktır. Bir sürü alışkanlık kazandığımız ama bize faydası olmayan düşünce şeklimiz var. Bunların farkına varmalıyız. Söylediklerimizi kulağımızın duyması gerekir. Böylelikle kendimizi tanıyıp anlayabiliriz. Bir işe bakışımız negatiften gidiyorsa bu problem demek. Zorluk, imkansızlık gibi düşüncelere kolaylıktan daha çok pay ayırıyoruz. Bir işe, ilişkiye başlarken “nasıl olsa bitecek” gibi düşünceler… Söylediklerimizi, hissettiklerimizi kulağımız duyarsa, zihnimizi temizlemek için nereden başlayacağımızı biliriz. Çünkü düşündüğümüz pek çok şey bize normal gelir, sonuçların normal olmadığını ise hastalıklardan anlayabiliyoruz. O yüzden kendimizi duymamız şart. Örneğin zorluk ve imkansıza alan açıyorsak “ben bunu nasıl kolaylaştırabilirim” ya da “neden kolaya inanmıyorum?” ya da “neden kolayın gücüne anlam yüklemiyorum?”, “kolay benim için değersiz mi?” gibi şeyleri düşünerek yol alabiliriz.
Bedeni nasıl şifalandırıyor ve sürekliliği nasıl sağlıyoruz?
Aslında günde iki dakikaya ihtiyacımız var. Gün içinde biraz farkındalık, kendimizi duymak, onun dışında bedene günde 30 saniye-1 dakika şifa verip karşımıza çıkan sorunlar halinde de o organın ya da grubun yani uzvun mesajını almaya odaklanırsak, kendimizi sorun tarafında değil de, çözüm tarafında tutmaya çalışırsak bedeni şifalandırmak çok kolay. Bedeni şifalandırarak arzu ettiğimiz gençliğe de, kiloya da ulaşabiliriz. Bazı insanlar durumundan mutlu değildir. Bu mutsuzlukla ilgili düşüncesini şifalandırdığında burnunu daha güzel görmeye başlar gibi… Şifa ile uyumlandıktan sonrası çok kolay!
Pratikte nasıl uyguluyoruz?
Yöntemi gayet basit! İnsanların bir şekilde şifa uyumlamalarını almalarını öneririm. Ya da kendi kendilerine süresini bilmediğim bir zaman aralığında “Ben sevgiyim, ben şifayım” diyerek şifaya kendi kapılarını açabilirler. Bunun içinde günde 1-2 dakika dokunarak, düşünerek, bedenini şifalandırmayı söyleyerek, bedenini gözle tarayarak şifaya kendini her gün tekrar uyumlayabilir.
Yedi beden bilgisi nedir?
Üçüncü boyutta yedi bedenimiz var. Dördüncü boyutta artı iki bedenimiz daha gelecek. Şu an onların bedenlerimizde alanları açıldı fakat aktive edilmedi. Dördüncü boyuta insanlığın çoğu geçtikten sonra aktive edilecek. Yedi beden eterik, astral ve bağlantı beden, ara beden, fiziksel, duygusal, ruhsal, enerji beden, auramız 4-3 ana ve ara bedenler olmak üzere toplamda yedi bedendir.
Burada en önemlisi bütün hastalıkların eterik bedende başlaması. Eterik beden bilinçaltı kütüphanemizin 25 bin katı büyüklüğünde devasa bir kütüphaneye sahiptir. Bütün hastalık kayıtları eterikte başlar fizikselde son bulur. Ara bedenler sürekli yer değiştirebilir. Eterikte başlayıp sonra duygusala, ruhsala, astrale verebilir. Eterik bedenle başlayan hastalık kayıtları fiziksel bedende son bulana kadar, biz onlara kendi bedenimize şifa çalıştığımızda bir sürü hastalık başlangıcını ortadan kaldırabiliyoruz. Fiziksel bedeni şifalandırırken iç içe bir sürü dinamiği de şifalandırıyoruz. Böylelikle bir sürü insanda “45 yaşıma gelince kalp hastası olacağım” gibi bilgiler bulduk. Üç yaşında çevresinde duyduğu bilgileri almış, benimsemiş, bilinçaltına böyle yazılım yapmış. 45’e kadar bununla ilgili hazırlık süreci yaşıyor. “Bizim ailede herkes şeker hastası, ben de şeker hastası olacağım” diyip mühürleyen bir sürü insan var. “40’a geldikten sonra yakın gözlük takılır” gibi bilgiler yerleşe yerleşe bizi o yaşta o sürece götürüyor. Bedeni şifalandırarak bu tarz bilgilerimizi de duyarak bunlardan bağımsızlaşabiliyoruz. Oradaki aşamaları da yedi beden iletişimi hallediyor. Bunun için de bizim fiziksel bedeni şifalandırmamız yetiyor.
Kitabında “Şifacı yok, şifa olmak var” diyorsun, bu ne demek?
Şifa insanlar göçebe iken herkesin kendiliğinden yaptığı yemek yemek gibi bir eylemdi. Şifacı olmak diye bir tanım yoktu, herkes şifa idi. Özellikle göçebe insanlar, yaşadıkları bir yerden bir yere giderken bütün şartları hemen tanır, hangi soruna ne iyi gelir, çevrede bunu denetler bulur ve uygulardı. Dolayısıyla onların yaşam standartları bizden çok daha iyiydi.
Yerleşik topluma geçildikten sonra nasıl birisi ayakkabı üretti, birisi ekmek üretti, birisi de şifacı oldu. Yavaş yavaş kendi yeteneklerinden ve özelliklerinden vazgeçip iyileşmek için başkalarına gitmeye başladık. Bu yüzden bu bir sıfata dönüştü. Böyle olunca insanlar kendi güçlerini bırakıp bir başkasına bunu teslim ettiler. Bunun özünde şifacılık yok çünkü şifa her insan doğarken kendiliğinden getirdiği bir şey. Sonradan sahip olmayız ama unuturuz, az kullanırız, çok kullanırız. Bu hayatın içindeki seçimlere bağlı. Bu yüzden şifacılık yok, şifa olmak var. Günlük hayatta ‘şifacı’ diye geçtiği için biz bile kendimizi bazen böyle tanımlamak zorunda kalabiliyoruz.
Unuttuğumuz bir bilgiyse, bunu geri kazanmamız için ne yapmalıyız?
“Ben sevgi ve şifayım” diye sürekli içimizden tekrar edebiliriz. Muhakkak güvenilen bir kişiden el alınmasını da öneririm. Bu insanların seçiminde, “Ben şifa eli almak istiyorum” diyorlarsa mutlaka güvendikleri, kalplerinin inandığı bir kişi olması gerekir. Çünkü birisinden şifa eli alıp kullanamadığınız zamanlar da olabiliyor. Burada kalbi bir uyumsuzluk olmuş demektir. Bu yüzden mutlaka bu konuda kalplerini tartmalılar.
İnsanlar çocuklarını, eşlerini, çevresindekileri şifalandırabilirler mi?
Evet, şifa olmanın özelliği önce kendine sonra dışarıya bu konuda etkileşim vermek. Şifa yüksek titreşimli bir oluşum. Yüksek titreşimli bir oluşumun hastalığı da çok düşüktür. Yüksek titreşim verdiğimizde önce nötrlenir daha sonra yüksek titreşimle uyumlanırız. Bu da rezonans kanunudur. Az yoğun yani aşağıda olan çok yoğun olana akmak zorundadır. Şifanın bedendeki etkileşimi budur. Herkes şifa olduğunda birinin öbürünü iyileştirmesine ihtiyacımız yok. Bence her anne şifa uyumlaması sürecinden geçmeli. Kendi ya da bir başkasına giderek… Çünkü anne yemek yapar, anne evi temizler, anne çocuğunu yıkar. Sürekli dokunur, temas eder, mırıldanır ve çocukların burada hem sevgiyi hem de sevgi ile birlikte şifayı almaları kendilerini onarma gücünü de onlara hatırlatır. Bir çocuğun ateşi şifa ile uyumlandıktan sonra duvara elini koyup çocuğun alnına elini koyup kendinden geçirip duvara vermekle yani topraklanma ile 30 saniyede düşürülebilir. Bu kadar basit yöntemler var. Kimyasal bir sürü ilaçtan da uzak kalabiliriz bu yöntemle. O yüzden her annenin şifa sürecinden bir şekilde geçmesini öneririz.