Yazarlar dosyalarını yayınevlerine nasıl teslim etmeli? Kitaplarını nasıl bastırıp ve dağıttırabilirler? Kitap dosyası teslim ederken nelere dikkat etmeli? Yayınevleri kendilerine gelen dosyalarda öncelikli olarak nelere bakıyor? Yayınevlerinin yazarlardan, yazarların yayınevlerinden beklentileri neler? Ceres Yayınları’nın sahibi Tuba Dedeoğlu Demir’e yanıtlıyor.
Ceres olarak iş kitapları, roman, kişisel gelişim aynı zamanda edebiyat kitapları konusunda güzel yayınlar yapıyorsunuz. Genelde yazarlar dosyalarımızı gönderiyor, cevap alamıyoruz diyorlar. Yazarlar dosyalarını yayınevlerine nasıl teslim etmeli? Dosyalara bakarken neleri göz önünde bulunduruyorsunuz, yazardan ne bekliyorsunuz?
Bize ulaşan dosyalarda şöyle cümleler oluyor, “Ben bir kitap yazdım değerlendir misiniz?” Ekinde ne bir özet ne kitapla ilgili bir bilgi oluyor. Mümkün olduğunca hepsine bakmaya çalışıyoruz, fakat sonsuz bir ekibimiz de yok. Nerden bakıyoruz? En yakın mecramız sosyal medya. Adını-soyadını giriyoruz, ekrana benzer isimde 15-20 sayfa dökülüyor. Bunlardan hangisi bu kitabı yazarı? Bunun üçüncü aşamasına geçemiyorsun çünkü yayınevi onu araştıramaz.
Bir kere kitabı yazan, önce yayınevini iyi araştırmalı. Onun yazdığı konunun yayınlayıcısı olabilecek bir yayınevi mi? Bazen yazar adaylarından mailler geliyor. Mailin ekinde bizde dahil olmak üzere 50’den fazla yayınevi var. Tüm yayınevlerine göndermiş. Bakıyorsun, aynı kategoride yayın yapmadığımız yayınevleri de var aralarında. Oltayı yanlış yere sallamış oluyorsun. Bir sürü yayınevine göndermektense nokta atışı yapmakta fayda var. Birincisi bu…
İkincisi yazar ya da yazar adayı, hele ki ilk kitabıysa, piyasadan hakkında hiçbir bilgi almayacaksak bir yayınevine kitap gönderirken özetini göndermeli. CV’si mutlaka olmalı. Özellikle anlattığı konu ile ilgili sahada çalışmış mı? Yazdığı alandaki uzmanlığı nedir? Tecrübesi var mı? Başarısı var mı? Backgrounduna bakıyoruz.
Bugüne kadar ne yapmış? Edebiyat ile ilgili gönderiyorsa daha önce bir makalesi var mı, bir yazısı yayınlanmış mı? Bir öyküsü herhangi bir dergide çıkmış mı? Bu gibi şeyleri araştırıyoruz.
Yayınevi olarak yazarı seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Hangi yazarları tercih ediyorsunuz? Tercih kriterleriniz ne oluyor?
Bizim alanımızda mı? Yani satışını yapabileceğim bir alan mı? Tanıtabileceğimiz, pazarlayabileceğimiz, şirketlere götürebileceğimiz bir kitap mı? Yayınevi olarak belirli kriterlerimiz var fakat öncelikli olarak sosyal medyaya ne kadar takipçisi olduğuna bakıyoruz. Yazar, “Takipçim yok ama iyi bir yazarım” diye geliyor. Evet, iyi bir yazarsın ama bizim kitabını satabilmemiz için bunu duyurmaya ihtiyacımız var.
Yayınevi hem maddi hem manevi bir yatırım yapacak. Yazar da o kitabı yazmaya belki ömrü boyunca okuyarak, öğrenerek, kendini geliştirerek yatırım yaptı. Yayınevinin, o yazar satacak ve buradan bir gelir elde edeceğim, onunla beraber başka iyi yazarlar da gelecek diye umudu var. Dolasıyla sosyal medyasına mecburen hepimiz bakıyoruz. Kaç takipçisi var, takipçi sayısı da önemli değil, burayı ne kadar verimli kullanıyor? Kendi için ne kadar kullanmış? Ne kadar dürüst kullanmış? Yani biz kitabı çıkardığımız anda oradaki sosyal medyası bize hitap edecek mi? Nasıl bir çevreye sahip? Özellikle bunu ilk kitapları için önemsiyoruz.
İlk çember yazarın kendi çevresi ve kendi tanıdıkları, biz ikinci çemberden sonra hiç tanımadığımız insanlara ulaşıp o kitabı satabiliyoruz. O yüzden her zaman ortada yazar var, bütün kurgumuz onun etrafında dönüyor.
İki tarafta birbirinden bir şeyler bekliyor, iki tarafın da üstlenmesi gereken şeyler var. Piyasada yazarlarla konuşuyorum, yayınevlerinden çok şikâyetçiler, geri dönmüyorlar, yeterince tanıtım yapmıyorlar gibi… Nedir bu işin gerçeği? Sizden dinleyebilir miyiz?
Kişisel beklentiler çok önemli. Bir kere en baştan yayınevi ile çok açık ve net olmak lazım, yayınevinin de yazarla çok açık ve net olması lazım. Çünkü herkesin ulaşabileceği bir alan var, neticede bu sonsuz bir kaynak değil. Oranlara vurduğunuzda hakikaten okuma oranına göre çok fazla kitap çıkıyor.
En son zincir mağazalardan biri ile görüştüğümüzde ayda ortalama ikinci, üçüncü baskılar da dâhil nerdeyse ayda 2000’e yakın kapak görüyoruz dediler. 2000’e yakın kapak görmeleri mail kutularına 2000’e yakın kitap tanıtımı düşüyor demek. Bazı yazarlar kitabım neden rafa çıkmadı diye kızıyor. Neden işte bu 2000’nin içinde onların da bir seçme kriteri var. Dağıtımcının bir seçme kriteri var, satın almacının da seçme kriteri var. Aslında yazarlar bu tarafı, buradaki çabayı görmedikleri için hep yayınevini suçluyorlar.
Matbaadan elimize aldığımızda artık bu bir ürün ve bu ürünü bizim satmamız gerekiyor. Aynı şey yazar içinde geçerli, yazar için bir şey değişmiyor, bu bir ürün ve sen yazar olarak artık bunu satmakla yükümlüsün, sen artık bir satışçısın.
Bu noktada ne bekliyorsun yazardan? Ne yapması lazım, yani imza günlerine katılmasını, röportaj yapmasını, halkla ilişkilerini yürütmesini… Neler bekliyorsunuz?
Kitaba göre değişiyor bu, çünkü hepsinin ayrı bir kategorisi var. Mesela kişisel gelişim alanında bir kitap yayınlıyorsanız mutlaka bunun etkinliklerini yapıyor olmanız, eğitimlerini veriyor olmanız bunun sosyal medyasını iyi yönetiyor olmanız, mümkünse workshoplarınız varsa bunları yapıyor olmanız ve bunları -bağırmayın, haykırmayın- ama yüksek sesle duyurmanız gerekiyor.
Instagram’ını, Youtube’unu, diğer mecraları yönetiyor olmanız, mümkünse bu tarz dergilerde, kişisel gelişimle ilgili dergilerde bir röportajınız çıkması… Belki sürekli bir köşe ediniyor olmanız, bu konudaki internet sitelerini, internet dergilerini iyi kullanıyor olmanız gerekli. Bizim yazarlarımızın pek çoğunun işi bu. Dolayısıyla yayınevi olarak kitaplarını satarken, onlar da iş hacimlerini genişletiyorlar. Üç tane danışanı varken kitap çıktıktan 2-3 ay sonra danışanlara yetişememeye başlıyor.
Satış mecraları hakkında neler söylemek istersiniz?
Dağıtım mecrası çok. Hem Anadolu’ya hem de yurtdışındaki web sitelerine, satış sitelerine dağıtım yapan büyük dağıtımcılar var. Bunun dışında D&R, Remzi, Nezih gibi zincir mağazalar var ve bunlar da birer ticari işletme, çok ciddi bir operasyon yürütüyorlar. İçlerinde binlerce çalışanları olan var.
Dolayısıyla bir kitaba koyduğunuz fiyatın büyük kısmını dağıtımcıya veririz. Bu oran anlaşmalarınıza göre değişir. Geri kalandan hem yayınevi hem yazar kazanır, yeni baskıyı da duyuruları da tanıtımları da bunun içinde yaparsınız.
O yüzden para kazandığımız bölüm dardır. Çok satmak isteriz bir kitabı -ki her iki taraf için de verimli olsun. Onun dışında internet satış siteleri çok önemli bizim için. Bulunduğunuz mekândan satın alabiliyorsunuz, üstelik taşımıyorsunuz. Kapınıza kadar geliyor, çoğunda belirli bir rakamı geçtiğinizde kargo bedeli de ödemiyorsunuz. Orada size bazı bonuslar yapabiliyorlar, puanınız biriktiğinde size hediye kitap gönderebiliyorlar.
Yayınevlerinin internet sitelerinden sipariş verince yayınevlerini daha çok desteklemiş olur muyuz?
Dağıtımcıya gitmeden biz doğrudan satış yapmış oluyoruz, size daha hızlı gönderiyoruz. ceresdukkan.com’a bir sipariş düştüğünde ertesi günü o siparişi yolluyoruz.
Teknoloji sürekli gelişiyor. İşin teknoloji boyutunu da konuşalım. Değer Odaklı Satış kitabınızda teknoloji epey rol oynadı. Kitabın geleceği nasıl olacak? Sizin bu konu ile ilgili başka projeleriniz var mı?
Birçok proje var. Değer Odaklı Satışı bir arttırılmış gerçeklik kitabı oldu. Aslında bir satış kitabı ama içerde yer alan çizimden yazarı çıkıyor bir uygulamada, üç boyutlu olduğu bölümü anlatıyor. Ücretsiz bir uygulaması var. IOS ve Android’den indirebiliyorsun ve izleyebiliyorsun. Dolayısıyla yani ders kitapları da buna dönüşmeye başlayacak, yazılımlar yapıldı, şu anda çok pahalı gibi dursa da hologram geliyor.
Hologramda, ise Mürsel, çıkıp burada editörlük nasıl yapılır, editör nasıl olunur, bir kitap incelemesi nasıl yapılır diye anlatıyor olacak. Ben de masamın üstünde hareket eden bir Mürsel Çavuş izliyor olacağım. Bu yapılıyor da pahalı bir teknoloji, QR kodlara nasıl vay diyorduk. QR kod nerdeyse şimdi her kitabın içinde var. Bunlar da sıradan olarak. Evimize girmeye başlayacak çocuk kitapları, ders kitapları böyle yapılacak, eğitimler böyle verilecek.
Bir tespitim var. Bir iki tane kadın platformunda da çalışıyorum. Özellikle bir tanesinde fiziki verdiğimiz eğitimlerden ziyade sanalda verdiğimiz eğitimler daha çok ilgi görüyor. Çünkü kimse bir yol kat etmiyor, üstelik dünyanın her yerinden katılabiliyor. Sınırlar ortadan kalkıyor.
Kitap yayınlanmadan önce bir yayın öncesi editörle çalışmanın yazarlara ve yazar adaylarına ne gibi katkıları olabilir?
Gelen dosyaların ilk 3-4 sayfasını okuduğunuzda bu dosya üzerinde çalışılmış mı, çalışılmamış mı hemen anlıyorsunuz. Muhtemelen çalışılmamış oluyor. Bir yazara arkadaşı “Sen hiçbir şey yapma zaten yayınevi yapacak” demiş. Bu dosyada nokta, virgül bile yoktu. Yazarlar, eğer iyi bir yayınevi tarafından kabul edilmek istiyorlarsa, yayınevine gitmeden önce bir editörle çalışmalı. Çünkü editör size dili öğretir. Örneğin, sen öyle çalışıyorsun. Çünkü bu bir proje ve yazara yol haritasını çiziyorsun, üstüne dili oturtuyorsun, o dil o yazara uygun mu, eğitimlerine uygun mu?
Sizin işiniz çok meşakkatli yani tabiri caizse oya gibi işliyorsun. Metni yazılmış olsa da sıfırdan alıp bambaşka bir metne ve yayınevine gidebilecek hale büründürüyorsun. Bizim editörlerimiz gelen dosyaya bakar ne olmuş, bu dosyada tutarlılık var mı, zaman akışı doğru mu, tekrarlar var mı, dil bilgisi doğru mu? Zaten dosya senin gibi bir editörden geliyorsa yayınevi son okumayı yapıp, ufak tefek bir şey eklemek istiyorsa ekleyip baskıya sokabiliyor.
Editöre gitmeyen bir dosya geldiğinde hakikaten kabul etmek zor oluyor ama daha okunabilir, daha akıcı, ne yazdığına hâkim, tekrarları olmayan. Örneğin, 15. sayfada yazdığını 80. sayfada tekrarlamamış olan kitapları tabi ki daha çok önemsiyoruz. Bizim editörlerimiz var mı? Elbette var. Editörden geçirecek miyiz? Bütün yayınevleri geçirecek zaten ama bir yayınevi eğer kitabınıza bir editör denetimi yaptırmıyorsa, bir son okuma yaptırmıyorsa lütfen o yayıneviyle çalışmayın!
Okurlara ve yazarlara, tavsiyeleriniz nelerdir?
Seçici olsunlar. Yazarlar, yayınevini seçerken ne olur hangi yayınevine dosyanızı gönderdiğinize bakın. Niye bakın? Size uygun bir yayınevi mi, siz bu yayınevi ile yürüyebilir misiniz? Kitap çıkarmak, çok uzun süreli bir ortaklık, evlilik gibi… Dolayısıyla o yayınevi sizin ortağınız olabilir mi? Yayınevi de buna bakıyor.
Onun haricinde bir okursanız ne okuyorsunuz ona bir bakın. Okuduğunuz yazar daha önce ne yapmış? Yazdığı alanla ilgili gerçekten ne yapıyor? Yoksa sadece bir sosyal medya fenomeni mi? Çünkü şunu biliyoruz ki, piyasa da 4-5 tane kitabı önüne alıp ondan bir parça bundan bir parça birleştirip, intihal yapıp ve intihali ortaya çıktığında umurunda olmayan “Olur öyle şeyler” diyenleri mi okuyorsunuz yoksa gerçekten kendi bilgisini paylaşan, kendi öz bilgisini, öğrendiğini size aktarmak için bir efor sarf eden insanları mı okuyorsunuz?
En son olarak bize hangi kitapları tavsiye edeceksiniz?
“Kanatların Çırpınışı” Selma Keskitepe harika bir roman. Bu romanda disleksiyi anlatıyor. Kahramanı bir disleksi, o yüzden tavsiye ederim. “Eril Beril’den Afrodit’e” Gülen Gündüz Yılmaz’ın kitabı. İş dünyasında erilleşen kadınların o dişi özlerine nasıl geri dönebilecekleri konusunda kaynak bir kitap. Bir workbook gibi çalışabileceğiniz sayfaları var.
“Oyun Bozan Bağırsak” da Türkiye’de bir Crohn hastasının -Crohn’u belki bilmeyenler olabilir bir bağırsak hastasının kaleminden- kendi tecrübelerini anlattığı ve kendi gibi rahatsızlıkları olanlara tavsiyelerde bulunduğu bir kitap. İçinde birçok uzman görüşü de var. Uzman görüşleri almadan yazılmış bir kitap değil. Yazarı Sibel İnan’ın beslenme ile ilgili tavsiyeleri de var.
Meltem Kura’nın “Çocuk Ruh Sağlığında Güzellik“ özellikle ebeveynlere, öğretmenlere çok tavsiye ediyorum. Meltem Hanım tahmin edeceğiniz gibi bir psikolog. Çocuğun hayatına sanatı ve estetiği aldığınızda estetik değerleri kattığınızda ondaki değişimin, dönüşümün, gelişimin üzerine yazdığı bir kitap. Öğretmenler, ebeveynler, eğitmenler hepiniz için harika bir kaynak.
Deşifre: Nagehan Dural Çiftçioğlu