Bundan 100 yıl önce feminist bir kadın çıktı, “Kadınlar olarak üniversite istemek hakkımızdır, bunda nasıl bir fevkaladelik var?” diye sordu. Kadın dergisi kurdu, lobicilik yaptı, bakanlarla görüştü ve sonunda kadınlara üniversite yolu açıldı. Nuriye Ulviye’nin açtığı yoldan ilerleyen kadınlar olarak 100 yıldır üniversitelerdeyiz! Hem de tüm dünyaya örnek olacak şekilde!
“Telif hakları DBR’ye aittir.”
Feminist bir Osmanlı kadını Nuriye Ulviye. Tuttuğunu koparan, ileri görüşlü, sözünü dinleten bir kadın. 4 Nisan 1913’te Kadınlar Dünyası dergisini yayınlamaya başlıyor. Amacı net; kadınların toplumda ilerlemesini için gerekli adımları ‘cesaret’le atmak! Dergi önce yüksek öğrenim hakkının kadınlara tanınması için bir kampanya başlatıyor, etkili lobi çalışmalarıyla 12 Eylül 1914’te Zeynep Hanım Konağı’nda, kadınlar için edebiyat ve fen bölümlerinden oluşan İnas Darülfünunu, yani ilk kadın üniversitesi açılıyor, onun ve ekibinin sayesinde 100 yıldır üniversiteliyiz. Bugün tüm dünya genelinde ilginç bir tablo ile karşı karşıyayız. Türkiye’de yüzde 47,5 oranında kadın akademisyen var ve bu dünyada genelinde en yüksek kadın akademisyen düzeyini oluşturuyor.
Peki bu noktaya nasıl geldik?
Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu ve İstanbul Kadın Müzesi Türkiye’de kadınların üniversiteye giriş hakkını elde etmelerinin 100. Yılı dolayısıyla bir sergi hazırladı. Küratörlüğünü Meral Akkent’in yaptığı ve üzerinde bir buçuk yıl çalıştığı “Kadınların Üniversitede 100 Yılı – İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 – 1919” sergisini Sabancı Üniversitesi’nin Tuzla kampüsünde görebilirsiniz. İşte bu sergi bu yolun yapı taşlarını anlatıyor. Sayfalarımızda yer verdiğimiz bilgiler de bu sergiden yaptığımız bir seçki niteliğinde!
Erkeklere yazdırmayacağız!
Nuriye Ulviye sarayda yetişmişti. Aykırı fikirlerle dolu bir kadındı. Daha 20’li yaşlarındayken dergi çıkarmaya karar verdi. Derginin adı Kadınlar Dünyası’ydı. Dergi için tüm servetini, mücevherlerini harcadı. 1913’ten 1921’e kadar yayın hayatını sürdüren derginin yazı ekibi kadınlardan oluşuyordu, mürettipleri bile kadındı. Kadın hakları tanınmadıkça dergide erkek yazılarına yer vermeyeceklerdi. Dergiye gelen kadın okur mektupları derginin politikasını belirliyordu. Dergi ekibi eğitim ve çalışma alanlarındaki hak elde etme politikaları geliştirdi. Kadınlar arası somut dayanışma projeleri yaptılar, kadınlar için işyerleri kurdular. Ekonomik bağımsızlığımız için ilk adımlar işte bu dönemde atıldı. Kadınlar Dünyası yazı kadrosu: (seçki) Nuriye Ulviye, Aziz Haydar, Emine Seher Ali, Mükerrem Belkıs, Atiye Şükran, Nebile Akif, Mes’adet Bedirhan, Meliha Cenan.
Fevkaladelik hakkımızın verilmemesinde!
Nuriye Ulviye, “Darülfünun istemek bizim hakk-ı insaniyemizdir. Bilmiyorum bunu istemekte ne fevkaladelik görülüyor? Asıl fevkaladelik hakkımızın verilmemesidir!” diyordu yazılarında. Derginin editoryal ekibi bir de dernek kurdu; Osmanlı Müdâfaa-i Hukuk-u Nisvan Cemiyeti. Bu dernek kadın hakları için mücadele edecekti ve “Kadın haklarını savunan her kadın” derneğe üye olabilecekti. Hedefler şunlardı;
• Kadın erkek eşitsizliğine karşı çıkılmalı.
• Kadınlar da çalışma yaşamına entegre edilmeli.
• Kadınlar için de yükseköğrenim olanakları sağlanmalı.
• Kadınlar kamu kuruluşlarında da çalışabilmeli.
İlk başarı!
Kadın politikaları için atılan tohumlar 5 Aralık 1913’te yeşerdi ve ilk başarıyı elde ettiler! Müslüman kadınlar kamu dairesinde memur olma hakkını kazandı. Yedi kadın ilk kez Telefon İdaresi’nde işe başladı. Herkes elini taşın altına koyuyordu. Mesela kendi servetiyle kız öğrenciler için özel okul açan Aziz Haydar gibi kadınları Kadınlar Dünyası dergisi tanıtıyor ve destekliyordu. Dişçi olmak için Viyana’ya giden Semiha Hanım’ın fotoğrafları tam sayfa basılıyor, “Biz de maarif vergisi veriyoruz, eğitim bizim de hakkımız” diyorlardı.
“Söylememiz ve istememiz engellenemez”
“İstediğimiz, hakkımız şudur: Biz kadınlara da Darülfünun’un kadın bölümleri açılmalıdır. Bu hakkımızın gasp edilmesinden dolayı millette, hükümette vicdanı titreyen, gelecek nesillerin lanetlerinden korkan bir fert yok mu? Rusya’da Müslüman kızları, kadınları Darülfünunların bütün şubelerine girmişler, büyük muvaffakiyetler gösteriyorlar. Fark nedir? Onlar da Müslüman, biz de Müslüman. Onlar da insan, biz de. Yoksa eksiğimiz Osmanlı olmak mı? Hayır, Osmanlı olmamız değil. Sevgili hükümetimiz bu noktaları görmeyen, düşünmeyenlerin elinde… Evet istiyoruz. Söylememiz ve istememiz kesinlikle engellenemez. Çünkü hakkımızdır, insanlık hakkımızdır.”
“Zor konuları anlıyorlar, hayret verici!”
25 Ocak 1915’te İnas Darülfünün’unda erkek hocalar şöyle diyorlardı. “Kadın öğrenciler en zor konuları anlıyorlar. Hayret verici!” Evet, makaleler, lobi faaliyetleri sonuç vermişti. 7 Şubat 1914’te Darülfünun’da yani üniversitede kadınlara açık konferanslar başladı. Bu konferanslar, Türkiye’de kadınların yüksek öğrenime katılmaları sürecinin başlangıcı oldu. Kadın Üniversitesi (İnas Darülfününu) 1914’ten 1919’a kadar açık kaldı. Konferansları, 700’e yakın kadın büyük ilgiyle izliyordu. Edebiyat ve fen bölümlerinden oluşan eğitim üç yıldı. Fen bölümünde matematik ve tabii bilimler okutuluyordu. Sınavla okula girmeye hak kazanan 22 öğrenci üniversiteye başladı ve 1917’de ilk mezunlarını verdi. Edebiyat bölümünden yedi, tabii bilimlerden sekiz, matematik bölümünden de üç kadın mezun olmuştu.
Destekçi erkekler!
Kadın üniversitesi bizzat kadınların yürüttüğü lobi faaliyetlerinin sonucuydu. Bu süreçte bir iki erkekten de yardım aldılar. İsmail Hakkı Baltacıoğlu üniversitede pedagoji öğretmeniydi ve aynı zamanda bir eğitim reformcusuydu. Kadın üniversitesi fikrini destekliyor, politik karar vericilerle kadınlar arasında iletişimi sağlıyordu. Süleymanpaşazade Sami ve Ahmet Şükrü Bayındır da kadınların üniversiteye girişine büyük destek verdiler. Kadınlar da destekçilerini haksız çıkarmadı. Tanin Gazetesi şu tespiti yapıyordu; “Matematik bölümünün kadın öğrencilerinden üçü daha önce cebir öğrenmediği halde, lisede iki senede öğretileni üç ayda başarıyla öğrendiler, dersleri kolaylıkla takip etmeye başladılar.”
“Savaşta yenildik, kapatıyoruz!”
Osmanlı İmparatorluğu 1.Dünya Savaşı’ndan yenik çıkınca 13 Kasım 1918’de Müttefik Devletleri İstanbul’u işgal etti. Hükümet bu zorlu süreçte İnas Darülfünunu müdür ve öğretim elemanlarının maaşını kesti. Kadın Üniversitesi kapatılmıştı ama kadın öğrenciler Fen ve Edebiyat fakültelerinde erkek öğrencilerle birlikte okuyacaktı. Kadın ve erkeklerin birlikte eğitimine itirazlar yükselince bu defa erkek öğrencilerin sabah, kadınların ise öğleden sonra eğitim alması kararlaştırıldı. Bu kez de hocalar kadınların derslerine girmiyordu. Karma eğitime çok karşı çıkan Darülfünun Müdürü Ahmet Naim’i dönemin eğitim bakanı Ali Kemal görevinden aldı. Böylece 1921-1922 öğretim yılında üniversitede resmen karma eğitime geçildi.
“Güzel Sanatlar nerede?”
Üniversitede karma eğitim hakkını kazanan kadınlar bu kez de Güzel Sanatlar için kolları sıvadı! Ressam Mihri Rasim Müşfik Açba, dönemin eğitim bakanı Ahmet Şükrü Bayındır’a şöyle sesleniyordu; “Muhterem Nazır Beyefendi, memlekete Meşrutiyet’le birlikte hürriyet, müsavat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik) geldi ama bütün bu nimetlerden sadece erkekler istifade ediyor, kadınlar hala olduğu yerde, bir adım bile ileri gitmiş değiller. Acaba bu imtiyaz nereden geliyor? Bugün her yerde müsavat ve adaletten söz ediliyor. Fakat İnas Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar) nerede? Hep yapılanlar erkekler için.” Mihri Rasim’in Güzel Sanatlar Akademisi için yaptığı başvuru etkili oldu. Resim ve heykel bölümleri olan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’ne ilk sene 33 öğrenci alındı. Tarih 1 Kasım 1914’ü gösteriyordu.
Nereden nereye geldik!
Kadınlar kariyer basamaklarını böylece tırmanmaya başladılar. Mesela Saada Emin Kaatçılar ilk Müslüman kadın hekim oldu, Ayşe Seniha Nafiz Hızal Kadın Üniversitesi’nden birincilikle mezun oldu. Süreyya Ağaoğlu ilk müslüman kadın avukat olmuştu, Altan Edige ilk kadın yüksek makine mühendisi, Nüzhet Gökdoğan ilk kadın dekan… Bugün Times Higher Education Report 2013’e göre dünyadaki en yüksek kadın akademisyen oranı yüzde 47.5 ile Türkiye’de. Bu oran Danimarka, Norveç, İsveç Amerika, İngiltere gibi ülkelerde hala yüzde 30’larda seyrediyor.
Üniversitedeki cam tavan
“Ben 1958’de doçent olduktan sonra Ankara Üniversitesi Kamu Yönetimi Kürsüsü kuruldu, oraya geçtim: Ancak kürsünün yönetimi, daha kıdemli olduğu için benden genç bir erkek akademisyene verildi. Bu kişi benim profesör olmamı istemedi, bir sürü bahane buldu, tez konumun kamu yönetimi ile ilgili olmadığını ileri sürdü. Aslında bir kadının kürsü başkanı olmasına tahammül edemedi. Bu tutuma bugün toplumsal cinsiyete dayalı ayırımcılık deniyor. Kamu yönetimi kürsüsünden ayrılıp Anayasa Hukuku Kürsüsü’ne geçtim. Tabii kürsü değişikliği yeni bir tez gerektirdi. 1966’da profesör oldum.” Prof. Dr. Nermin Abadan Unat
Bıktırıcı ziyaretlerle tıbba girdik
“Kızların Hukuk Fakültesi’ne kabul edildiği 1921’deki menfi efkârı umumiye Tıp Fakültesi için devam etmekteydi. Gazetelerde kadınların doktorluk yapabilmelerinin imkânsız olduğuna dair çıkan yazılarda, mutaassıp fikirlerden başka, kadın organizmasının biyolojik farkı da ileri sürülmekteydi. Kızlar ise, büyük bir mücadeleye girişmişlerdi. Gruplar halinde, fikirlerine itimat edilir zevatı bir bir ziyaret ediyorlar ve iknaya çalışıyorlardı. Usandırıcı derecedeki bu ziyaretlerin ve lehlerine çıkarabilmeye muvaffak oldukları yazıların yardımıyla gayelerine eriştiler. Eylül 1922’de Tıp Fakültesi’ne 7 kız talebe girdi.” Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu