İnternetin hayatımıza girmesi gündelik yaşantımızla ilgili birçok şeyi değiştirdi. Buna aile ilişkileri de dahil. İnternet bağımlılığı daha iyi bir anne-baba olmamızı mı sağlıyor yoksa çocuklara göstermemiz gereken ilgiyi üzerine çekerek çocuklarla ilişkilerimize zarar mı veriyor?
Yeşilay Dergisi’inde yayınlanmıştır. Telif hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir.
Dr. Norhalina Bahar, Malezya’daki Selayang Hastanesi’nde Psikiyatri ve Ruh Sağlığı Anabilim Dalı’nda Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi alanında danışman olarak çalışıyor ve aşırı internet kullanımının çocuklar ve ebeveynler üzerindeki etkilerini inceliyor. Bahar, Yeşilay’ın ev sahipliğinde, 27-28 Kasım 2017 tarihlerinde İstanbul’da yapılan 4. Uluslararası Teknoloji Bağımlılığı Kongresi’nde bu konuda bir konuşma yaptı. Bahar, “Anneleri olarak internet kullanımımızın çocuklarımızı nasıl etkileyeceğini düşünmemiz gerekiyor. Ben burada sadece bir akademisyen olarak değil, aynı zamanda bir anne olarak bulunuyorum” diyerek başlıyor sözlerine, “İnternet bağımlılığı genç bireylerde sıklıkla gördüğümüz bir bozukluk haline geldi. İnternet Malezya’da 1990’larda gelişti ve bu dönemdeki gençler şimdi ebeveyn oldular. İnternetsiz dünyaya alışık olmayan nesil ebeveyn oldu veya olmak üzere. İnternetle birlikte fiziksel temas ve bağlantı olmadan iletişim dönemi başladı. Mobil cihazlar git gide çocuklar için daha büyük bir sosyalleşme aracı oluyor.”
Aslında internet iletişim kurmayı kolaylaştırıyor. Gel gelelim bunu yaparken fiziksel temasta bulunmuyoruz ve sorun da bu noktada başlıyor çünkü aşırı internet kullanımı zihinsel sorunlara yol açıyor. Nasıl mı?
İnsanlar internetten ne sağlıyor?
Dr. Norhalina Bahar ‘insanlar internette bu kadar zaman geçirerek ne sağlamaya çalışıyor’ sorusuna şöyle yanıt veriyor, “Çevrimiçi ortamda olan şeyler gerçeği yansıtmıyor ve orada kendinizi olduğunuzdan farklı gösterebiliyoruz. Bu da sosyal olarak bize karşı ‘arzulanabilirlik’ ve ‘kabul edilebilirlik’ yaratıyor. İçte yaşanan problemlerle başa çıkmanızı sağlıyor. Sosyal medyadan özgüvenimiz de olumlu yönde etkileniyor. Benlik saygısı ihtiyaçlarını karşılıyoruz” diyor.
Bahar ebeveynlik davranışlarının da internet aracılığı ile değiştiğini söylüyor, “Burada bir kaynak havuzu var. Arama motoruna ebeveynlik web siteleri yazarsanız birçok kaynağa ulaşırsınız. Gençler bu konuda bilgilerini buradan edinebiliyor. Bizim zamanımızda bu kadar çok kaynak yoktu ve sadece kendi anne-babamızı gözlemleyerek ebeveynliği öğreniyorduk. Buradaki kaynaklara sürekli ulaşılabiliyor. Veliler daha etkin iletişim kurarak okul süreçlerine daha fazla katılıyor, birbirleri ile etkin ve hızlı haberleşebiliyor.”
İnternetin yeni doğanlarda yarattığı riskler
Ebeveyn olmayı bu kadar olumlu yönde etkileyen internetin dezavantajları da mevcut. Her şeyden önce aileyle geçirilen ve kendinize ayırdığımız zamanı azaltıyor. Bahar özellikle yeni doğanlar üzerindeki risklere dikkat çekiyor, “Bebeğin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu biliyorsunuz. Doğduğumuz zaman çok sınırlı sayıda nöronumuz ve sınırlı bağlantımız oluyor. Bebeklerin beyin hücrelerinin gelişimine bakarsak nöronların birbirleri ile bağlantı kurduklarını görürüz. Saniyede 700 bağlantıya erişiyorsunuz. Daha sonra git gide daha da büyüyen bağlantılara sahip oluyoruz. Bu doğduktan sonra iki sene içinde oluyor. Bir yeni doğan ebeveyn ilişkisine baktığımızda bu her şeyin temeli demek, onunla iletişime geçmelisiniz ki nöronları gelişsin. Buna karşılıklı etkileşim adını veriyoruz. Sürekli göz teması kurmak bile iyi bir etkileşimdir. Bebek konuşamıyorken bile yetişkinmiş gibi etkileşime girmeniz gerekiyor onunla. Burada ebeveynin rolü bu sinyallere karşılık vermek. Hayatın ilk yılında internet veya sosyal medya gibi şeyler yüzünden bebek ile iletişim kesilirse veya beklenenin altında gerçekleşirse bu bebek üzerinde çok etkili oluyor.”
Nöron bağlantılarının az olması bebeklerin gelecek yaşamlarını ciddi anlamda etkiliyor, “Bebeklerin hayatlarının ilk yıllarındaki etkileşimler ileriki dönemde duygu düzenlemelerini sağlıyor. Eğer yeterli etkileşimi yaşayamazlarsa uyum bozuklukları başlıyor. Bağlanma Teorisi (Attachment Theory) kuramına göre bebek doğduktan sonra son derece kuvvetli bir iletim bekliyor. Bunun illa anne-baba olması şart değil, bu bağlanma benzer kişilerle de olabilir. Etkileşimin etkisi gelişimin basamaklarında gözlemlenebiliyor. Pozitif ve güvenli bağlanma bebeklerin güvenli hissetmesi için çok önemli, kuracağı ilişkilerin niteliği ve özgüveni için de öyle… Yani bebekler hem fiziksel hem duygusal gelişim için birine ihtiyaç duyuyor. Elimizdeki kanıtlar, erken ilişkilerde yaşanan sorunların ileriki hayatta bozukluklara yol açacağını söylüyor. Bir şeye konsantre olursak başarılı oluruz. Bebeğinizin sinyalleri yerine bu dikkati telefonlarınıza veriyorsanız bebekle ilişkide bozukluk olur. Fiziksel olarak orada olsanız bile zihinsel olarak başka yerdeyseniz ve bebek yeterli ilgiliyi görmüyorsa, çocukların yaşları büyüdükçe karşısındaki kişiden alacakları mesaj şu olur. “Beni görmezden geliyor, sürekli meşgul, beni hiç dinlemiyor.” Çocuk sizi meşgul gördükçe git gide daha fazla ilişki sorunu yaşar. Yapılan araştırmalar daha düşük eğitim seviyesi olan ebeveynlerin sosyal medyada daha çok vakit geçirdiğini gösteriyor. Sosyal medya kullanan ebeveynlerin tehdit etmeye ve ceza vermeye daha yatkın olduğu görülmüş. Çocuklarına daha az açıklama yaparak negatif sonuçlara yönlendirebiliyorlar.” Öte yandan odağınızı çocuğunuzda değil internette tutarak çocuğun yaralanmalara daha açık hale gelmesi bile olası. Bahar aile bireylerinin internet kullanımını örnek alan çocukların da evdekiler gibi internet kullanmaya başladığına da dikkat çekiyor, “Biz aşırı internet kullanıyorsak, çocuklarımız da aşırı kullanır. Evde yaşayan diğer kardeşlerinden, akrabalarından da bu tarz davranışları varsa etkileniyorlar” diyor.
Ne kadar kullanmalı?
Dr. Mehmet Dinç de Dr. Norhalina Bahar’ın sözlerine katılıyor ve çözüm için şunu öneriyor, “Pratik anlamda 0-3 yaşlarındaki bebeklere izletmemek çok mümkün olmuyor. O yüzden insanların uygulayabileceği şeyleri söylüyorum. İki yaşından sonra kullanım süresine ve içeriğine bakıyoruz. İki yaşından sonra süre ve içeriği kontrol ettiğimiz sürece onları teknoloji ile tanıştırabilirsiniz. İki yaşından 6-7 yaşına kadar günlük yarım saati geçmeyen bir kullanım tavsiye ediyoruz. Hadi bir saat olsun. 2-6 yaş arasında bir saati geçmesi çocuğa zarardır. Bu kullanımdan kastımız cep telefonundan yarım saat, bilgisayardan yarım saat, televizyondan yarım saat kullanım değil tabii ki. 24 saat içinde hepsinin yarım saat kullanmalı. Anne babalar çocuklardan kurtulmak için çizgi film açıyor. Biri başlıyor, biri bitiyor. Dolayısıyla onların sürelerini kontrol etmekte problem yaşıyorlar. Çocuk hırçınlaşıyor, agresifleşiyor. Bir diğer mesele, ‘kapatıp ne yapacağız’ denmesi. Cep telefonunu ve bilgisayarı kapattıktan sonra eğlenebileceği, vaktini geçirebileceği imkanlar sunmazlarsa orda yine problem var. Bu uygulamanın kalıcı olabilmesi için, anne babanın bu noktalara dikkat etmesi lazım. İkinci mesele içerik. Yani çocuğun seyrettiği süre kadar içeriğin ne olduğu da önemli. Maalesef anne babalar içerik kontrolünü çok fazla yapmıyor. Bilgisayarı, telefonun eline veriyor ve ne yaparsa yapsın diyorlar ya da kendi seyrettiklerini çocuğa da seyrettiriyorlar. Yetişkinin izleyeceği diziyi, üç yaşındaki çocuğun seyretmesi çok uygun olmayabilir. Kadın erkek ilişkilerindeki o sıcaklığı, romantizmi üç yaşındaki çocuğun bilmemesi lazım. Çünkü onun da bir ritmi var. Yani olgunlaşmanın, hayattaki gerçeklerin farkına varmanın süreleri var. Üç yaş onun için erken. Bu erken öğrenmeler söz konusu olduğunda bu sefer erken ergenlikler, erken uyarılmalar söz konusu oluyor. Çocuklar çocukluklarını yaşayamadan yetişkinlerin dünyasına giriyor. Bu da çocuklarda hayata dair olgunlaşmanın oturmamasına iki arada bir derede kalmalarına sebep oluyor. Bugün ergenliğin bu kadar uzamasının en büyük sebeplerinden birisi de bu. Klasik yaklaşım ergenlik dönemini 12-13 yaşında başlatır 18 yaşında bitirirdi. Bugün gelişim psikolojisi dokuz yaşında başlatıyor, 30 yaşına kadar sürebilir diyor. Bakıyoruz bugün 20-25 yaşlarında insanların ilişkilerini devam ettirme kapasiteleri düşük. Bir işte devam edebilme, sebat edebilme, sorumluluk alabilme kapasitesi düşük. Çünkü gelişim ritmik bir şekilde hakkı verilerek yaşanmamış. Bebekken bebek olmamış, çocukken çocuk olmamış, ergenken ergen olmamış. Bundan dolayı yetişken de yetişkin olmuyor. Tabii bunda çok fazla toplumsal sebepler var, tek bir sebebe bağlı değil.” Dinç fiziksel sağlığın etkilendiğini de söylüyor, “Bu dönemin çocuklarında ve gençlerinde yaşlılarda görüldüğü gibi eklem rahatsızlıkları görülüyor. Çünkü çocuklar gerektiği kadar hareket etmiyorlar, kemikler güçlenmiyor, vücut kalıbını bulamıyor. Dolayısıyla erken yaşlarda ağrılar ve bozukluklar görülüyor. Hareketsizliğe bağlı olarak aşırı kilo alma söz konusu oluyor gençlerde. Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, depresyon, sosyal fobi, dürtü kontrol bozukluğu gençlerde artmaya başladı. Tüm bunların tek değil ama en önemli sebeplerinden birisi bilinçsiz teknoloji kullanımı. Teknoloji vazgeçilmez olsa da hayatımıza zarar vermesine mani olmamız lazım.”
Ebeveyn tarzı nasıl olmalı?
Bahar internette uzun süre kalmanın ebeveynlik tarzını da değiştirdiğini söylüyor, “Çocuk üzerinde otorite kurulduğunda daha çok kontrol sağlanabiliyor. Bu noktada çocuk aile bireylerinden çekinerek internet kullanmayı azaltabiliyor. Çok gevşek davranmak ve çocuğu aşırı serbest bırakmak da internet kullanım oranını arttırabiliyor.” Bahar meseleye başka bir perspektiften daha bakıyor. Bir başka çalışmada ailenin işlevsel ve fonksiyonel olmasının internetin aşırı kullanımını etkilediğini söylüyor, “Mesela bireyler evliliklerinde mutlularsa internet kullanımına o kadar yönelmiyor.” Bu yüzden Dr. Norhalina Bahar çözüm önerilerini şöyle sıralıyor; “İnternet kullanımı çocuklarımızı ve ailemizi etkiler, bu yüzden doğru dozda kullanmalıyız. Ebeveynler daha yüksek seviyede internet bilgisi, deneyimi ve farkındalığı kazanmalı. Çocuklarına rehberlik etmede daha etkin olmak için internete karşı olumlu bir tutum takınmalı. Çocukların internet kullanımına yönelik daha iyi ebeveynlik davranışlarını göstermeli.”
Bağımlılık tedavisi mümkün mü?
Diyelim ki aile bebeklerinin eline cep telefonu veya bilgisayar verdi ve bir bağımlılık yarattı. Sonrasında da hatasını fark edip bunu değiştirmek istiyor. Bunu nasıl değiştirir sorusunda Dr. Mehmet Dinç şöyle yanıt veriyor, “Tabii ki insan nefes alıp verdiği müddetçe değişebilir ama zaman ve emek ister. Dünyada da ülkemizde de bağımlılık çalışması zor bir alandır. Tedavisi vakit alır. Ciddi mücadele etmek gerekir. Tekrarlama riski fazladır. Çalışan uzman sayısı azdır. Bunlar teknoloji bağımlılığında çok daha fazla geçerlidir. Baştan kontrollü şekilde, sağlıklı kullanım içerisinde çocuklara teknoloji ile ilişki kurması öğretmek en iyisi. Anne babalar sakinleşmesi için çocuklarına cep telefonu veriyorlar, böylece çocuk sıkılmayı öğrenemiyor. Bunu öğrenmediği için onunla nasıl baş edeceğini de öğrenemiyor. Hayatta her zaman eğlence olmaz, sıkılıp ne yapacağımızı bilemediğimiz zamanlar olacaktır. Mesela yaratıcı düşünce gelişmiyor. Çünkü yaratıcı düşünce boş zamanlarda ortaya çıkar. Sürekli bir içerik olduğunda çocuk hiç düşünmüyor. Niye yaratıcı düşüncesini ortaya koymak istesin ki. Kullanmıyor. Kullanamadığı zaman da gelişmiyor. Bir de devamlı birileri bana bir şey sunsun beklentisi oluşuyor. Bir dönem sonra bunlar devamlı idare edilmesi gereken, alttan alınması gereken insanlara dönüşüyor. Halbuki insan ilişkileri vermeden almayı kabul etmiyor. Dolayısıyla insan ilişkilerine olumsuz etki eder. İnsanı yalnızlaştırır. İlişkiyi derinleştiremez.” Dinç teknoloji bağımlılığı sorunu olanların da Yeşilay’a müracaat etmesini tavsiye ediyor.