Feyza Altun aktivist bir avukat. ‘Kadının Fenni’ kitabının yazarı. Duruşmaya 7 aylık bebeğiyle girmesi onu daha popüler ve medyatik yaptı. Oysa mesele sadece duruşmaya bebekle girmesi değildi, bu hikayenin öncesi ve sonrası da var, o “Hayat gerçekten kısa, kadınlar bu hayatı mutsuz mu geçirmek istiyor? Zorunluluklarla, kurallarla ve sırtlarındaki yüklerle mi geçirmek istiyorlar?” diye soruyor ve değişim için de elinden geleni yapıyor.
Pozitif dergisinde yayınlanmıştır. Telif hakları DBR’ye aittir.
Bir plazada avukatlık yapmayı tercih etmeyen, eski mahalleleri seven, gerçeği olduğu gibi kabul eden, muhalifliğini yaşamı daha da iyiye evriltmek için kullanan akıllı, güzel ve yüksek enerjili bir kadın Feyza Altun. Aktivist tavrıyla fark yaratan bir kadın aynı zamanda. Bebeğiyle duruşmaya giriyor ve öyle ses getiriyor ki; Anadolu Adliyesi Cumhuriyet Başsavcısı adliyede her bloğa emzirme odası yapılmasını ve her yemekhaneye mama sandalyesi konulması talimatı veriyor. Sadece bu da değil. Kadının Fenni kitabıyla “insanların feminizme bakış açısı değişti” diyecek kadar da iddialı!
Muhalifliğin hukuktan mı besleniyor yoksa böyle biri olduğun için mi hukuku seçtin?
Her ikisi de birbirini besliyor. Hem böyle biri olduğum için hukuku seçtim hem de hukuku seçtiğim için böyle biri olmaya devam ediyorum. Daha ilkokul birinci sınıfta çok sessiz bir arkadaşımı köşeye sıkıştırdılar, o hiç itiraz etmemişti, ben çok sinirlenmiştim. Olaya müdahale edip, “Bir daha sıkıştırırlarsa bana gel” demiştim.
“Böyle bir kadın olacağım, adaleti şu yollarla sağlayacağım” gibi ideallerin var mı?
İlkokuldayken saçımı kesip bir arkadaşıma vermişim ve “Bir gün başbakan olduğum zaman gösterirsin herkese” demişim, yıllar sonra bana saçlarımı gönderip bunu hatırlattı. Her zaman iddialı bir çocuktum. Beni tanıyanlar yaptıklarıma şaşırmıyor, sadece beni tanıyan insan sayısı arttı. Bir avukat arkadaşım, “Her maden bir gün keşfedilmeye mecburdur. Bir gün başka bir şekilde de olsa seni yine göreceklerdi” demişti. İdeallerim ve istediğim şeyler var. Yaptıklarımı bilinçli yapıyorum.
Hikayen dışarıdan şöyle görülüyor; bebeğiyle adliyeye geldi, bir anda olay patladı, medyatik oldu, bir şeyleri dönüştürdü ama bu hikayenin öncesi ve sonrası da var. Kökünü, dalını, çiçek açan ağacını da anlat bize!
Birçok insan hala benim duruşmaya, bebekle girdiğim için ‘olayın ekmeğini yediğimi’ düşünebiliyor. Sadece duruşmaya giren ‘avukat anne’ olsaydım, bu olay orada kalırdı. Ben insanların ilgisini canlı tutup, söylemek istediğim birçok şeyi söyleyip, bu noktaya getirdim. Akademisyenlerin yazdıkları kitapları akademisyenler okuyor. Ben daha farklı bir kadın- erkek kitlesine yazıyorum. Kendisine yüklenmiş görevleri ve zorunlulukları normal karşılayan ve feminizmi ‘cinsiyetçilik’ olarak algılayan insanlara karşı yazıyorum. Kimseyle tartışma ve kavga halinde değilim, açıklayabildiğim kadarını açıklıyorum, almak isteyen alsın. O anlamda popüleritenin faydasını gördüm.
Eskiden de gazete manşetlerine haber olmuş eylem fotoğraflarım vardı ama ismim yoktu. Eylemden eyleme koşuyorum, aktivistim. Uzun süredir siyasi bir partide çalışıyorum. Eylem ve protesto hep hayatımda. Üniversitedeyken babam üzerimde döviz arardı eyleme gitmeyeyim diye. Elektrik kutusuna sopaları saklar, vapurda kartonları bantla yapıştırıp, iki dakikada gazlı kalemle dövizlerimi hazırlardım. Yaptığım organizasyonlara eskiden 10-20 kişi geliyordu şimdi 500 kişi geliyor.
Peki sokak eylemleri mi yoksa masanın diğer yanında çalışmak mı daha efektif?
Sokakta eylem yapmak önemli ve sokaklar asla boşalmamalı. Ben muhalifim, bu herkese itiraz etmek değil, bir kontrol mekanizması. Yani gücün, erkin, bu benim siyasi görüşüm bile olsa, onun kontrolünün sağlanması, sınırını aşmamasını sağlayan bir güç. Sosyal medyayı keşfettiğimden beri, daha etkili. Paylaştığım postun binlerce kişinin zihninde yer ettiğini gördüğümden beri, bunu farklı şekillerde kullanmam gerektiğini kavradım. Aktivist deyince sokak aklımıza geliyor, sokak olacak ama aktivizm farklı boyutlara evrildi.
Sosyal medya paylaşımlarının ‘sibop etkisi’ yarattığını düşünmüyor musun? İçimizdeki öfkeyi boşaltıyor ve hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam ediyoruz. Erk ise yapmak istediğini yapmaya devam ediyor.
Aslında bu paylaşımımızla değil sistemle alakalı. Ben bilinçlendirme konusunda çok yol kat ettim. Takipçilerim meraklı ve açık insanlar. Örneğin, ‘Bayan değil kadın’ paylaşımını çok sık yapıyorum. Geçen gün biri bir fotoğraf paylaştı benimle, ‘Bayan Cemaat, lütfen kullandığınız seccade ve tespihleri kaldırın’ yazısındaki bayanın üstü çizilip, kadın yazılmış. Bunun hangi kitlede ses bulduğunu görmek mutluluk verici. Bu kadın muhtemelen birçok şeyi benim gibi düşünmüyor, aynı siyasi görüşü paylaşmıyor ama kadın olarak aynı noktada duruyor. Belki o caminin imamı da bir daha böyle yazmayacak.
Sokağı ve sosyal medyayı konuştuk, bir de hukuki boyuttaki mücadeleni sormak istiyorum.
Elimden geldiğince ücret almadan dosyalara bakıyorum ama bu pek mümkün olmuyor çünkü ayda 100 kadın mesaj atıyor. Benim fiziksel ve zaman açısından 100 dosyayı götürmem mümkün değil. Olabildiğince doğru kanallara yönlendiriyorum, baroların adli yardım birimleri, ücretsiz hizmet veren dernekler kolektif biçimde kadınlara yardım ediyor. STK’larda çalışıyorum. Aynı zamanda kurduğum Tarafsız Çalışan Anneler Platformu var, burada da çalışan kadınlara, annelere gebelik ve doğum sebebiyle yaşadıkları süreçlerde hukuki destek sağlamaya çalışıyorum.
İngilizce, Fransızca, Farsça biliyorsun, bu kadar dili nasıl öğrendin?
Dil öğrenmeyi seviyorum. Hiç bilmediğim bir dilde konuşsalar dahi oradan bazı kelimeleri alır, çeker, aynen tekrar ederim, ucunu da bırakmam, azimliyimdir. Kendi kendime Farsça öğrendim. Doğu masallarından bazıları, Batı masallarından çok daha az cinsiyetçi ve çok daha kadını öven formatta. Orta Doğu’da da, İran’da devrim 1979’da yapılmış. İslam şeriatını 30 seneye sıkıştırmaya çalışanlar var, halbuki 3500 yıllık Pers İmparatorluğu ve kültürü söz konusu. Aşık olduğum Füruğ Ferruhzad daha 1940’larda İran’da ciddi şeyleri tartışan bir kadın. İran’ı çok seviyorum. Son 30 yılda apolitize olan gençliğinin git gide kendi kültürlerinden uzaklaştıklarını, uyuşturucunun arttığını, kadınların bir kısmının zengin ve yakışıklı koca bulup evlenme gayretine sıkıştıklarını görüyorum. Eski İran ile Yeni İran arasında çok fark var. Orada da başarılı olmuş bir ‘dönüşüm’ var. İran’daki gelişmeleri yakından takip ediyorum ve yakında Arapçayı da öğreneceğim.
Bir de kitap yazdın; ‘Kadının Fenni’ ne demek?
Fent kelimesi hile ve desise anlamında. Fenna da Arapça ‘zor işin üstesinden gelmek’ manasında, ‘yaptı, becerdi’ denir. Kadının fendi, erkeği yendi derken aşağılama içeriyor. Ancak hile ile kadın erkeği yenebilir anlamını ben kabul etmiyorum. Bizim de aklımız, fikrimiz var, bu yüzden zikrimiz de var. Biz sadece erkeği değil, sistemi yeneceğiz. Kadının sistemi yenmesi gerekiyor, erkek de sistemin bir parçası!
Kitabın içeriğinde ne var?
Kadının yasayla ve yargı kararlarıyla imtihanı, yargının cinsiyetçiliği, bütün kadınların muhtemelen yaşadığı olaylar var. Mahalle baskısı, kayınvalide terörü, çocuk doğduktan sonraki zamanlarla ilgili yazılar var. Edebi eser değil, araştırma-inceleme kapsamına giriyor. Yorumlar, ‘İçimi dökmüşsün’ şeklinde. Bir insanın içindekileri dökebilmiş olmak çok kıymetli bana göre.
Kitabın nasıl bir farkındalık yarattı?
Birincisi insanların feminizme bakış açısı değişti. Yapmak zorunda olmadıkları şeyleri yaptıklarını fark etti kadınlar. Erkekler de ‘Hiç bu açıdan bakmamıştım’ dedi. Erkeklere karşı acımasız davranmak istemiyorum, ataerkil yapıya doğdukları için bunu devam ettiriyorlar. Çoğu zaman düşünmemiş oluyorlar. Kadınlar olarak görevi elimize alıp erkekleri düşündüreceğiz, bu görev de bize düşüyor. Sistem böyle ve sistemin bir yerinden sıyrılmamız lazım. Bu kitap bir başlangıç. Kitabı okuyan kadınlar babalarına, kocalarına verdiklerini söylüyor. Esas erkekler okumalı. Ardından birçok şeyin hayali duvarlardan ibaret olduğunu fark ediyorlar ya da içinden geleni söylemenin kötü bir şey olmadığını…
Kadınların en çok neyin farkında varması gerekiyor?
Bize öğretilen kurallar, geleneğin ve düzenin devamı için bize öğretildi. Bu kurallar, devam etmemiz için birer baskı unsuru ve biz bunun farkına vardığımızda bunu değiştirebiliriz. Olmayacağını düşündüğümüz her şey, bize bu dayatılanların sonucu. Kafamıza ‘bu doğrudur’ diye soktukları şeyin doğru olmadığını fark etmeliyiz, fark etmek önemli. Bunların hepsi zor geliyorsa, ‘radikal bunlar’ diye düşünmemek gerek, ben de bu noktaya kolay gelmedim. En azından konuları tartışmaya açmak gerek. Hiçbir şey tabu değil. Hayatta her şey insanlar için, insanlar ‘Bunu yaşamayacağım’ dedikleri her şeyi yapıyor. Avukatlığımda da, kendi hayatımda da gördüm bunu. O yüzden daha esnek olmak gerekiyor. Hayatın getirdiğini olduğu gibi kabul etmeli. Tevekküle de inanıyorum. Tevekkül, Tefekkür, Tebessüm (Teşekkür) üçlemesi çok hoşuma gidiyor, mutluluğun sırrı da burada. Sonra ayıplanmaktan korkmamak gerekiyor. Ahlak algısı bazı yönlerde çok yanlış, bunu kendime sorun etmiyorum. İkiyüzlü olmamak gerekiyor, prensipte savunduğun şeyleri gerçek hayatta yapıyorsan, orada bir güvensizlik oluşuyor. Ben çok mu doğruyum? Tabii ki değilim. Yapmayacağım şeyi söylemiyorum. İnsanları yargılamamaya çalışıyorum, bu bana hem güç hem de içsel bir olgunluk veriyor. Türkiye’de herkes herkesi pervasızca eleştiriyor, dönüp o kişinin hayatına baktığında, “Eee hani sen bunu demiştin” demek istiyorsun, diyemiyorsun.
Hayat gerçekten kısa, kadınlar bu hayatı gerçekten mutsuz mu geçirmek istiyorlar? Zorunluluklarla, kurallarla ve sırtlarındaki yüklerle mi geçirmek istiyorlar?
Önemli olan insanların kiminle, nasıl, ne şekilde mutlu olduğunu seçmesi. Bizde insanları aile bağları sıkıyor. Tasvip edilme, hepimizin içgüdüsel ihtiyacı, ben de onaylanmak ve takdir edilmek istiyorum ama eleştirilmeyi göze almak gerekiyor. Sırf akrabamız diye bazı şeylere katlanmak zorunda değiliz. Bu ayrımı yaptığımdan beri daha mutluyum. Bazı arkadaşlarım kan bağım olanlardan çok daha yakın bana. Başta çok tepki gösterenler, şimdi sağda solda beni anlatıyor. “Bir sürü olmazlar, ayıplar, yapılmazlar vardı neden şimdi beni anlatıyorsunuz?” diyorum. Kadınlar “Bunu nasıl başardın, şunu nasıl yaptın?” diye soruyor. “Sen neden yapamayasın?” diye sorunca bahanelerle geliyorlar. İstediğin herhangi bir şey uğruna çaba sarf etmiyorsan başaramazsın.
Ben hayal etmekten korkan insanlar görüyorum.
Hayalin ne kadar büyük olursa ona ulaşmak için o kadar çabalıyorsun. Bana, “Sen neye oynuyorsun?” diyorlar, siyasete oynadığımı düşünüyorlar. Bugüne kadar kaç hükümet kuruldu, kaç bakan geçti, kaç başbakan geçti, kaçını hatırlıyoruz ama ben fikren bana ufuk açmış insanları unutmuyorum. Filozoflar, romancılar… Ben öyle olmak ve öldükten sonra hatırlanmak istiyorum. İnsanlara anlatacak başka düşüncelerim var. Amacım bu dünyada yerimin olması, bunu kalben söylüyorum.
Yurtdışından diyet ithal ederken Canan Karatay Türk usulü beslenme önerdi ve bir zinciri kırıldı. Sen çocuğunu alıp adliyeye gittin ve bir zinciri kırdın. Kadınlar nasıl bakarsa zincirlerini kırabilir? Bir avukat olarak tespit edebildiklerin ne?
Birinci sorun ekonomik özgürlük, geçiniyor olabilmek parayla ilintili, en başta somut sıkıntı para. Gerçek anlamda kadınlar istediklerini yapamıyorlar.
Tarafsız Çalışan Anneler Platformu’nda, Bağkurlu yani işveren statüsündeki kadınların da ‘İş Göremez’ ödeneği alabileceğini, Baro’nun doğum ödeneği verdiğini ilk defa orada öğrenen avukat kadınlar oldu. Eğer işyerinde kreş yoksa 170’yi arayıp şikayet edebilirler mesela. Hukuki haklarını bilmeyenler olduğu gibi bilse de ‘işsiz kalırım’ diye korkanlar oluyor. Bilmediğimizi araştırmıyoruz da. Bu hakları bilenler de örgütlenemiyor. Bazı konular siyaset üstü, Türkiye’deki kadınlar birlikte hareket etmemiz gereken konularda birleşemiyor. Bazen de normal görüyoruz. Bana en başından beri en çok kadınlar tepki gösterdi, şimdi ise erkeklere karşı beni müdafaa ediyorlar.
Geçenlerde okuduğum haberde baba iki kızına tecavüz ediyor, oğluna da cinsel istismarda bulunuyor, anne ise oğluna “Dayan oğlum, babanın cinsel ihtiyaçlarını karşıla” diyor. Bir annenin başına daha kötü ne gelebilir? Nasıl bir sıkışmışlık yaşıyor ki bunu çocuğuna söyleyebiliyor?
Ben herkesin bilinçli anne olduğunu düşünmüyorum. Bu kadın muhtemelen, çocukken de cinsel istismara, psikolojik şiddete uğradı. Bu insanlar üremeye devam ediyor, üremek zor bir şey değil. Türkiye’de kimsenin konuşmadığı bir sorun ensest. Pornografik yayın izleyip aile içinde deneyenler var. Altı kız kardeşten biri, hepsinin babasıyla cinsel ilişkiye girerek büyüdüğünü anlatıyor psikologuna. Psikolog, “bir şey yapmamız lazım, böyle olmaz” diye tepki verince kız bir daha gelmiyor. İnsanlar bunun konuşulmasından bile korkuyor, adliyeye gelmeden dosyalar ört pas ediliyor. Üstelik sadece köyde değil şehrin göbeğinde de oluyor bunlar. Bitkinin saksıda yetiştirilmesi ile çocuk yetiştirmek arasında fark görmeyen insanlar var, halbuki bitki yetiştirmenin bile kuralları var. Anne olma bilinci yeni ortaya çıkıyor.
Anne babanızla ilgili söylemek istedikleriniz var mı?
Kitabımın önsözünde “Beni ilk isyan ettiren erkek olan babama teşekkür ederim” yazıyor. Babam bunu güzel bir söz sanıp bana teşekkür etti, “Anlamadın değil mi?” dedim, “Kötü bir şey mi demeye çalıştın?” diyince, ben de “Kötü sayılmaz” dedim. Benim ailem de genel aile yapısından farklı değil. Yasaklarla, yapamazsınlarla büyütüldüm. Ama ayrık otu gibiydim, hep sivrilip çıktım, hep karşı çıktım.
Orhan Kural da ayrık otu gibi, arada ona çok kızıyorlar, hatta dayak yediği oldu. Sen nasıl başa çıkıyorsun?
Bu toplumun kilit noktaları var, kavga ederek bir şeyi söylerseniz kavga ediyorlar, fakat açıklamak için söylerseniz sizi dinliyorlar hatta hak verebiliyorlar. Yeterince kavga var hayatımızda, kavgacı üslup kullanmıyorum. Haksızlığa karşı çıkıyorum ama bir yandan kimseye hakaret etmek, üzmek, kırmak istemiyorum. Belki kadın olmamın sebebiyle dayak yemiyor olabilirim.
Uzlaşmacı ton, her yerde işe yarıyor, ben bu ülkede huzur istiyorum. Barış, beraber yaşama kültürü istiyorum. Farklı kimliklere karşı nefret söyleminde nasıl bulunuruz, nasıl yargılarız? Ne cüretle? Bazen herkes yükselir, özür dilemek, yanlışını kabul etmek insanlarımızda eziklik gibi algılanıyor ama öyle değil. Bu dünya herkesin, sadece insanların da değil. Biz birilerine yaşamayı, ölmeyi hak görüyoruz. Ben böyle bir dünya istemiyorum, çocuğumun da böyle kötü şartlarda yaşamasını istemiyorum. Çok daha güzel bir dünya istiyorum.