1999 depreminden sonra dergici meslektaşım, “Depremden sonra dergi çıkartıyor olmak bana çok anlamsız geldi. Bir an, öleceksem neden dergi yapıyorum diye sordum kendime” dedi. Ben de kendime sordum, öleceksem dergi yapar mıyım? Öleceksek hangi işin anlamı kalıyor?
Bu yazı 1999 yılında yani 20 yıl önce yazılmıştır.
Elbette eğlence sektöründe çalışmak doğal afet gibi hayati durumlar karşısında önemsiz kalıveriyor. Acil bir durumda doktora, dişçiye ya da “önemli” iş yapan birilerine ihtiyaç olur da bizim işimize ihtiyaç duyulmuyor. Krizden etkilenen ilk meslekler arasında yer alıyorsak bu önemsiz iş yaptığımızı mı gösterir? Bence hayır. Gündelik hayatta bize ihtiyaç yoksa neden istihdam edilelim?
Dergicilik. Mesleğim bu. Oysa dergicilik meslek mi? Ben gazetecilikten mezun oldum. Gazetecilik sanki ana meslek de, dergicilik onun yan ürünü izlenimi doğuyor bu tanımdan. Mesleğimi soran insanlarla üç-dört sorulu diyalog geçiyor aramızda:
– Ne iş yapıyorsunuz?
– Gazeteciyim.
– Hangi gazete?
– Gazete değil dergide çalışıyorum.
– Ne dergisi?
– Dekorasyon.
– Siz orada ne yapıyorsunuz?
– Yazı işleri.
– Yazı işlerinde göreviniz ne?
– Yazı işleri müdürüyüm.
Habercilikte unvan önem taşımaz. Önemli olan haberin, içeriğin üretmesidir. Mesleğin temelinde muhabirlik veya editörlük yatar. Bu yüzden yıllarca unvanımı söylemekten hoşlanmadım fakat insanlar ne yaptığınızı anlayana kadar bırakmıyor.
Dergicilik gazetecilik altında ezildi
Sorun başta İletişim Fakülteleri’nin (İ.Ü.) müfredatından kaynaklanıyor. 1991-1996 arası İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi en lakayıt okullardan biriydi. Uydu nasıl çalışır gibi işimize hiç yaramayan teknik dersler (üç yıl geçemediğim bu ders, son sınıftayken kaldırıldı da kurtuldum), bir hocanın bir yıl boyunca Barzani ile nasıl röportaj yaptığını anlatması, “Futbol oynamaya gidiyorum, gelen var mı?” diye dersi daha ilk on dakikasında bırakıp halı sahaya koşan Samsun Demir… İlk yılın sonunda 450 kişiden okula devam eden sayısı 10-12’ye düşmüştü. Hepimiz sadece sınavlara geliyorduk. Okul yöneticileri, “Bizimki alaylı meslek, öğrenciler gelmiyor çünkü çalışıyor” derdi. Bize kol kanat geren ancak 2-3 hoca oldu.
Keşke dergicilik dersimiz olsaydı. İkinci ve üçüncü sınıfta uzmanlaşsaydık. Parlamento muhabiri, spor muhabiri, moda editörlüğü, kültür-sanat editörlüğü gibi derslerimiz olsaydı.
Üniversitemizin Türkiye’nin aynası olduğunu telaffuz etmeye gerek bile görmüyorum.
Hedef kitle ve ulaşılabilirlik
Bir diğer unsur hedef kitle ve ulaşılabilirlik. En fazla satan derginin tirajı 50 bini geçmiyor. Oysa en az okunan ulusal gazetenin tirajı bu kadar. Gazetecilik reklam kisvesi altında çok ezilmez ama dergiciliğin ciddi sorunlarından biri reklama çok fazla boyun eğmek zorunda kalması.
Uzmanlaşma neyin kurbanı?
Basında çalışabilmek tıp, mühendislik gibi diplomalı formasyon gerektirmiyor. Biraz yetenek, biraz girişkenlik, biraz çevre işi. İstediğiniz işi, istediğiniz kurumda yapabilme şansınız -eğer sağlam çevreniz yoksa- yok denecek kadar az. Bu durumda umduğunuz içeriği üretecek mecralarda çalışamıyorsunuz. İstediğiniz dergi ya da gazeteye girseniz bile formatlar ve beklentiler insanın önünü tıkıyor. Alınacak tavır tüketiciden değil, her zaman reklam verenden yana. İşte tam da bu noktada yazı işlerinin kendi politikasından taviz vermemesi şart.
Dergilerin gidişatı
Haftalık haber dergileri
Aktüel ve Tempo’nun bir dönem giriştiği spekülatif haber yarışı eskiden kayda değer haberler yapan ve gündemi belirleyen “Nokta” dergisinin ciddiyetini çöpe atıverdi. İnsanlar işin kolayını seçti. Magazinleşmiş, sulanmış ve spekülatif ama ilgi çeken “haber dergiciliği”ne prim verdiler. Ondan sonra da hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Haber dergiciliğin içine karışan magazin geri dönüşümsüz şekilde haber dergilerinin ciddiyetini rafa kaldırdı.
Kadın dergileri
Eskiden kadın dergileri kadınları eğiten içeriklerle yayınlanırmış. Artık bu dergiler kadının kimliğiyle ya da gündelik yaşamda ne gibi sorunlarla karşılaştığıyla, neyi nasıl aşacağıyla ilgilenmiyor. Bir kadın nasıl güzel görünür (kozmetik malzemelerinin satılması gerekiyor), bedeni nasıl şekil alır ve hangi şekli almalıdır (gene güzellik merkezleri falan) ve sonuncusu erkek nasıl tavlanır, nasıl elde tutulur, nasıl üzülür, nasıl sevindirilir… Ne yenir, ne giyilir?
Hayatımın kaçta kaçının bu tür sorunlarla bire bir ilişkilendirildiğine bir bakıyorum. Gündelik yaşamda insanlar konuşacak konu bulamadıklarından birbirlerinin şekilleriyle ilgileniyor. Kilo almışsın-vermişsin, saçın yakışmış-yakışmamış, kıyafetin şık olmuş olmamış.
Tabii önemli olanın bu olmadığı ortada. Önemli olan ne? İnsanın insan ilişkilerinde başarılı olması, işini düzgün yapması, tavırları. Bunlar yaşamın güvenli alanları… Bir de insanların özel yaşamları için ne yapabilecekleri seremonisi var.
Kozmetik sektörünün kadın dergileri üzerinde Demokles’in kılıcını andıran hükümranlığından rahatsızım. Kadın dergilerinin kadınları soktuğu kılıklardan da. Gerçek kadın kim ve gerçekte sorgulanması gereken şey ne? Buna cevap vermeli kadın dergileri ama o zaman çıkamazlar. Çünkü reklam veren bu içeriklere para yatırmaz, kadınlar da sorunlarını çözmeye çalışan yayınları alıp okuyup kendini geliştirmeye çaba harcamaz. Harcasaydı bugün burada mı olurduk? Endüstriler bilinçli tüketici karşısında böyle mi pozisyonlanırdı?
İhtisas dergileri
İhtisas dergilerinin iki handikapı var. Bunlardan birincisi başka konularda uzman kişiler tarafından yayınlandıklarında dergicilik formatına hiç oturmadıklarından sıkıcı ve itici oluyorlar.
Dergici tarafından çıkartıldıklarında ise o kişi konunun uzmanı değilse karşı tarafın içerik talebini anlaması zor olabiliyor. Her iki vasfa sahip olacak uzmanlar olması şart.
Dergiciliğin amacı ne?
Her şeyden önce derginin amacını net olarak belirlemek gerekiyor. Her dergi projedir ve ticari kaygıların yanında okuyucusuna sahiplendiği kültürü kazandırmak zorunda. Belki mesleki bilgi, belki yaşam pratiği ama sonuçta sınırları iyi çizilmiş dergi başarılı dergidir.
Derginin içeriğinin sunumu
İnsanların zamanını boşa harcamamak için her sayfanın maksimum fayda üzerine kurgulanması gerekiyor. En fazla bilgiyi en rahat ve kolay okunur biçimde sunmak. Burada da tasarıma büyük görevler düşüyor. Dergiye konacak her sayfanın işlevini sürekli sorgulamak şart. Dergiciliğin doğası gereği serbest bir yanı var ama bunun yanında meslek etiği bu serbestinin önünde olmak zorunda! Kendi kurallarım şu, içerikten önce ben tatmin olmalıyım. ‘Keşke şunu da koysaydım’ diyebileceğim bir şey kalmamalı. Zaman darlığı, koşullar, bütçe engelim olmamalı.
Dergicilik hobi değil uzmanlık. Hobi veya ticari kazanç kapısı gibi görüldüğü sürece zarar gördüğünü düşünüyorum. Öleceksem dergi yapar mıyım? Yarın ölsem gene yaparım. Galiba bu hayatın anlamını nerede bulduğumla ilgili bir soruymuş. Ben bu yanıtı dergicilikte bulabiliyorum.