Genç bir şair ve öykücüyken kendi yayınevini kuran Kadir Aydemir, Yitik Ülke ile 21 yılda 300 kitaba ulaştı. Yitik Ülke genç yazarları ve Türk edebiyatını destekleyen ve popüler kitap akımına kendini kaptırmadan edebiyatın arkasında duran nadir yayınevlerinden biri…
Alman yazar Gerhard Köpf Borges Yok adlı kitabında, “Onun adı aramızda bir şifre gibiydi” dediğinde gerçekten Borges okuru olmanın beni özel bir okur kitlesine dahil ettiğini iliklerime kadar hissetmiştim. Herhalde tüm Borges okurları böyle düşünüyor olmalı ki Alman bir edebiyat sever de aynı hissiyatı dile getirmiş. İyi bir edebiyat okuru için, Yitik Ülke’nin böyle bir “şifre” olduğunu düşünüyorum bir süredir. Çünkü Kadir Aydemir’in yaklaşımı, kitap seçkisi ve yazarlarına yaklaşımı çok sahiplenici, çok kapsayıcı… Fazla söze gerek yok! Röportajı okuduğunuzda ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Sizi önce şair olarak tanıdık. Biraz kendinizden bahseder misiniz? Yayıncılığa sizi hazırlayan süreç nasıl gelişti? Neden şiir? Neden edebiyat?
Yayıncılığa kendi şiir dergimi çıkartarak adım attım. Bu konuda herhangi bir bilgim yoktu, bir grup arkadaşımla ortak hayallerimiz vardı. 1997’de Kadıköy sokaklarında “Başka” adında bir şiir dergisine can verdik. Aynı yıl Yitik Ülke’yi de düşledim ve www.yitikulke.com sitesini açtım. Sonrasında şiirler, kitap tanıtım yazıları, söyleşiler, denemeler, kısa öykülerle geçti zaman. Birçok yayınevine dışardan düzeltmenlik yaptım, kitapçılık, tezgâhtarlık, bilgisayar teknik servisliği işi, ofis elemanlığı derken editör yardımcılığı, yazı işleri müdürlüğü ve editörlüğe geçiş yaptım. Şimdi anlatması kolay, oysa uzun yıllara dayanan bir yolculuk bu… Çok emek var elbette, atladığım şeyler de eminim vardır. Bazen insan zor zamanları unutmak istiyor. Yayıncılıkta tecrübe kazandıktan sonra kendi yayınevimi kurmaya karar verdim. Kitapları, kitap kokusunu hep sevmişimdir. Şiirle, kısa öykülerle dolu yıllardan sonra Yitik Ülke’de kaybolma zamanı geldi.
Neden şiir, neden edebiyat sorusu zor bir soru; sanırım tüm cevaplarımı yazdığım şiir ve öykü kitaplarımda verdim. Hesaplaşmamı tamamladım.
Yitik Ülke ne zaman kuruldu? Neden böyle bir yayınevi kurmaya karar verdiniz?
Yitik Ülke’yi 1997’de düşledim. Bir edebiyat inadının yanında kimseye eyvallah dememek için yola çıktık. Şiirin gücüyle doğdu Yitik Ülke. İlk kitaptan bugüne hep edebiyatı destekleyen, önemseyen, paylaşıma ve dayanışmaya dayalı başka bir yayıncılık alanı açmaya çabaladım.
Yayınevi kurma süreci, dediğim gibi, kendi kendine şekillenen ve hayatın acı-tatlı bir hediyesi oldu. Üniversite hayallerim yarım kalmıştı, bir gecekondu mahallesinde doğup büyüdüm, işçi bir ailenin çocuğuyum ve gecekondu yaşamının tam göbeğinde var oldum. Dünyaya gözlerimi açtığım yerin aksine, kentte okudum. Bana dayanışma pratiğini öğreten, üretip paylaşma güdüsünü veren çocukluk ve ilk gençlik yıllarım bugün yaptığım her şeyde hâlâ etkindir. Bu geleneklerle büyüdüm ve tüm zorluklara, acılara ve kayıplara rağmen yaşama dört elle sarıldım. Hayallerim vardı sadece, bunun dışında bir hiçtim. Kitaplar en iyi dostlarımdı, delirmenin sınırına dek okudum, yazdım, orada burada yayımlamaya çalıştım yazdıklarımı… Şiir ödülleri aldım, birçok dünya diline çevrildi yazdıklarım. Kitaplarım yurtdışında yayımlanmaya başladı.
Yitik Ülke’yi kimseye biat etmeden, imkânsızı düşleyerek var ettim. Bu yola çıktığımda 20 yaşındaydım, şimdi 300’üncü kitabına ulaşan genç bir ağaç o, bense 41 yaşındayım. 21 yıllık bir emek! Dünyayı kitapların ve edebiyatın -sanatın- değiştireceğine inanan biriyim, öyle de olacak biliyorum. En azından kendi dünyalarımızı güzelleştirmenin yegâne yolu bu. Kitapçılarda ve birçok yayınevinde içerden ya da dışardan işler yaptıkça bu işin mutfağından en uç noktasına dek her detayını öğrendim. Şeref Bilsel, Onur Behramoğlu, Doğan Ergül, Gökçenur Ç., Yaprak Öz, Cüneyt Uzunlar, Mehmet Altun gibi kardeşlerimle fikir alışverişi yaptım. Mustafa Köz, Serdar Koçak, Turgay Kantürk, Savaş Çekiç, Enver Topaloğlu gibi dostlarımla uzun sohbetler ettim, onların tecrübelerinden faydalandım, hep dayanışma içinde olduk, hepsi sağ olsun.
İlk kitaplarımız benim yayına hazırladığım “Cunda Öyküleri” ve Onur’un “Asit ya da İksir”i oldu. Yitik Ülke 2006’da yayıncılıkta vira dedi! O günden bugüne, aynı heyecanla her kitabın doğuşunu izliyorum. 10 yıl kadar da gazetecilik tecrübem oldu. Bunu da sonlandırıp sadece yayıncılığa geçiş yaptım. Yola devam ediyoruz.
Nasıl bir çizgide yayın yapıyorsunuz? Sizi diğer yayınevlerinden ayıran farklar nedir?
Özgür bir çizgide… Temelimiz edebiyat ve kültür yayıncılığı. Şiire, öyküye, Türk edebiyatına ayrı önem veriyoruz. Genç yazarları elimizden geldiğince destekliyoruz. Modern Türk şiirinde, öykücülüğünde, romancılığında güçlü bir genç dizimiz var. Bunların yanında çocuk ve gençlik edebiyatı, başvuru kitapları, inceleme ve araştırma dallarında çeşitli eserlere sahibiz. Dünya edebiyatından çeviri kitaplar da yayımlıyoruz. Çevirmenleri özgür bırakıp eser seçimini onlara devrediyorum, bir farkımız bu. Kitap fuarlarında her okurumuza ağaç ve çiçek tohumları hediye ediyoruz. Yine bazı fuarlarda atık pilleri toplayıp gençlere kitaplar hediye ediyoruz. Yitik Ülke hayatla buluşan bir yer olsun istedim hep. Umarım başarabiliyorumdur. Köy okullarını ve kütüphaneleri de önemsiyorum, elden geldiğince, yıllardır destek olmaya çalışıyorum. Tüm bunları kendi imkânlarımızla yapıyoruz, tek destekçimiz okurlarımız… Yitik Ülke’nin bir kitabının bile alınıp okunması, okunduktan sonra bir başka okura ya da kütüphaneye hediye edilmesi bizim için çok değerli.
Bir edebiyat yayıncısının Türkiye’de karşılaştığı zorluklar neler?
Kitap yayımlamak ve okura ulaşmak gittikçe zorlaşıyor. SEKA’nın kapatılması, kitap kâğıdının tamamen yurtdışından ithal edilmesi, dövizdeki oynaklık ve Türk lirasının değer kaybetmesi (alım gücümüzün düşmesi) çok üzücü… Artan maliyetler yüzünden kitap basımları, dağıtılan adetler her geçen gün azalıyor. Bağımsız kitapçılar elle sayılır hale geldi… Dağıtım ayrı bir zorluk, AVM kitapçıları her kitaba yer vermiyor. “Çok satanlar” raflarına bakın, içinde olduğumuz saçma durumu anlarsınız. Edebiyat hep geri planda, çünkü satış rakamlarını düşük buluyorlar. Edebiyat tüm zamanların yolcusudur. Kitapçılar çok seçiciler, onları da anlıyorum fakat şiirin, öykünün, romanın okura ulaşamadığı bir ortamda edebiyatımız nasıl gelişecek? Genç yazarlar nasıl ilerleyecek? Yayınevleri dağıtılamayan kitaplar çoğaldıkça yeni eserleri nasıl kabul edip basacak? Zor günler… Umarım hep birlikte bir an önce atlatırız bu süreci… Biz Yitik Ülke Yayınları’nın web sitesini açarak bu tekeli biraz da olsa kırmaya çabalıyoruz. Geçen haftalarda yayına girdi www.yitikulkeyayinlari.com -Okurlarımıza hem indirimli kitaplar sunuyoruz, hem de kitapları hediyeleriyle beraber daha hızlı ulaştırıyoruz. Okurumuzun ilgisi ve desteği mutlu ediyor. Başka kimsemiz yok.
İçinden geçtiğimiz kağıt darboğazı ve dövizin yükselişi sizi nasıl etkiledi? Bundan sonra Yitikülke neler yapmayı planlıyor?
Kâğıt fiyatlarının artışı bizi de bir süre durdurdu. Normalde ayda 4 kitap yayımlarız, ancak Haziran başından beri yavaşladık. Kitap maliyetleri yüzde 70 oranında arttı. 2-3 ay yayın yapamadık, şu sıra hazırlıklarımız sürüyor. “Ella ve Yoyo” adlı bir çocuk kitabı yayımlayarak yeni dönemimizin açılışını yaptık. Sırada yeni eserler var, umudumuzu asla yitirmiyoruz. Direniyoruz. Dediğim gibi online kitap satış sitemiz açıldı, orayı önemsiyorum, iyi olacak. Her okurumuza bir de sürpriz hediye yolluyoruz. Zamanla farklı projelerim var, hepsini gerçekleştireceğim. İnatçıyımdır. Yılgınlık yok. Dayanışmanın gücüne inanıyorum. 20’ye yakın yeni kitap yayın planımızda yer alıyor, altı aylık süreçte hepsini yayımlarız diye düşünüyorum. Bu zor zamanlar geçer ve kendi kâğıt üretimimizi sağlarız umarım, ne güzel olur…
Birçok yazar yayınevlerine ulaşmaya çalışıyor ve genelde yanıt alamamaktan şikayetçiler. Bu konuda yayınevlerinin durumu ne? Çok mu dosya geliyor? Bu dosyalar hakkıyla değerlendirilebiliyor mu? Türk yazarların en büyük eksikleri ne?
Çok dosya geliyor evet. Asıl sorun, dosya yollamak için seçilen yayınevini hiç tanımamak… Hiçbir kitabını okumadan, yayın planını ve yayın çizgisini algılamadan dosya yollanması ilginç. Her dosyaya bakıyoruz, fakat bunların hepsini yayımlamak imkânsız. Sadece seçtiğimiz, çok özel ve benzersiz bulduğumuz dosyaları bir köşeye ayırıyoruz. Emek-yoğun, alternatif bir edebiyat yayıneviyiz. Yıllık yayın planıyla çalışıyoruz. Öykü ve şiirde 2019’da bile neyi basacağımız şimdiden belli. Çeviri eserler anlamında yayın planımız tekliflere açık. 2019 sanırım 2018’den daha zor geçecek. Umarım yanılıyorumdur.
Eksiklikler konusuysa geniş bir konu. Türkçe yazım kurallarını önemsemek ve anlatım olanaklarını zorlamak gerekiyor. Dosya hazırlamak ve sunmak da ayrı bir mesele. İyi bir dosya hazırlığı ve kendimizi ifade ediş biçimimiz yazdığımız eser kadar dikkat çekebiliyor. Acele etmeden yapmalı bunları. Ayrıca yayınevleri kabul eder ya da etmez, ne önemi var? İnadına üstüne gideceksin hayallerinin. Bundan yanayım. Edebiyatta kimse otorite değil, olamaz da.
Bir edebiyat yazarı kariyerini nasıl çizmeli? Bir yazar kendisini -yazma haricinde- nasıl çalışmalı?
Yazarın kariyeri yoktur bana göre. Okur, düşler, yazar ve üretir. Beğenen beğenir. Kimin ne dediğinin hiçbir önemi yok. Çıldırana dek okumalı yazar. Dil, okudukça ve yazdıkça gelişir. Okumanın yanında doğayla iç içe olmak, sanatın diğer alanlarını takip etmek, sokakta ve insanların içinde olmak besleyici elbette… Yazar inatçı olmalı, doğru bildiğini yapmalı. Gerekirse kendi dergisini çıkarıp kendi yayınevini kurabilir, güzel de olur. İnternet dünyasından uzak kaldıkça çok daha iyi metinler ortaya çıkarıyoruz, ben kendi adıma bunu tecrübe ettim. Bu kadar hız iyi gelmiyor insana. Sakince okuyup yazmaktan yanayım. Dijital dünyayı bilinçli şekilde kullanmakta fayda var. Matbu edebiyat dergilerinde kendimizi sınamak gerek. Her dergi bir okuldur. Yeni yazarlar dergilerde yetişmeli, gelişmeli. Yol çok uzun. Herkese başarılar dilerim. Eminim nice yetenekli insan hepimizden daha başarılı olacak ve bu bayrak yarışını devam ettirecek.
Teşekkür ederim. Okudukça güzelleşsin dünya. Yitik Ülke’den selam. Herkesi aramıza bekleriz. @yitikulke