Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Mayıs ayında aldığı kararla dijital oyun oynama davranışının bağımlılık kriterlerini belirledi ve Oyun Oynama Bozukluğu Hastalıkların Uluslararası Sınıflandırılması (ICD) tanı kitabına girdi. Yeşilay Bilim Kurulu üyesi ve Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Tolga Arıcak Dünya Sağlık Örgütü sürecini ve Yeşilay’ın çalışmalarını bizimle paylaştı.
Yeşilay Dergisi’nde yayınlanmıştır. Telif hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir.
Oyun Oynama Bozukluğu Dünya Sağlık Örgütü’ne göre artık hastalık olarak kabul ediliyor. Yeşilay Genel Başkan Vekili Mehmet Dinç ve Yeşilay Bilim Kurulu’ndan Tolga Arıcak’ın da içinde olduğu uzmanlar beş yıl boyunca Dünya Sağlık Örgütü’nün bu konudaki uzman toplantılarına katıldılar. Farklı ülkelerden uzmanların oluşturduğu bu grup, oyun oynama bozukluğunun tanımı için gerekli olan bilimsel altyapıyı tartışıp kriterleri belirledi. Geçen yıl ICD-11’de yer alması için bir taslak teklif edildi. Bu konudaki çalışmanın önemine dair Dünya Sağlık Örgütü’ne çok sayıda psikiyatr, sağlıkla ilgili sivil toplum kuruluşu destek mektubu gönderdi. Bunlar arasında Uluslararası Yeşilaylar Federasyonu da vardı. Sonunda oyun oynama bozukluğu 2022’de ICD-11’de yayınlanmak üzere bir hastalık olarak kabul edildi.
Her oyun oynayan bağımlı değildir
Yeşilay Bilim Kurulu’ndan Tolga Arıcak sözlerine oyun oynamak kötü değildir diyerek başlıyor, “Uzmanlar olarak oyun oynanmasının karşısında değiliz. Oyun oynamak bağımlılık yapar algısı oluşmamalı. Her aşırı oyun oynayan da bağımlı değildir, bunun için bunun kriterlerine bakmalısınız.” Peki, oyun oynama bozukluğu kriterleri nedir? Arıcak’a göre şu anda panik olmayı gerektirecek bir durum yok, “Bunu bir yelpaze gibi düşünün ve bizce dört aşaması var. Birincisi normal oynayanlar var. Tabii ki dinlenmek ve eğlenmek için hepimiz oyun oynayacağız. Hayatının düzenini aksatmayan kullanıcılar bunlar. İkinci grup oyun oynarken bazı risklere maruz kalan gruptur. Bu kişiler bazı sorunlar yaşarlar, mesela araba kullanırken, yolda yürürken oynadığı için kazalara maruz kalabilirler. Üçüncü aşama zararlı diyebileceğimiz düzeyde oynayanlar. Günün büyük kısmını oynayarak geçirdikleri için duruş bozuklukları, görme bozuklukları, yemeyle ilgili bozukluklar gibi sorunlar yaşarlar, bazı işleri aksasa da günlük yaşamlarını devam ettirirler. Dördüncü aşama ise bağımlılıktır. Halk içerisinde ikinci ve üçüncü aşamayı da bağımlılık gibi nitelendirebiliyoruz ama bu yanlış. Bu nedenle sayı sanki yüksekmiş gibi görünebilir, çünkü herkesin elinde bir telefon var. Türkiye’de tahminimiz bağımlılığın 11 yaş üzerindeki nüfusun yüzde 1-3’ünü kapsadığı yönünde ki bu da dünya ortalamasına eşdeğer.”
Oyun oynama bozukluğu kriterleri
Oyun oynama bozukluğu kriterleri DSÖ’nün ICD-11 kitabında belirtiliyor. Bu kriterleri Arıcak’a sorduk, “DSÖ’ye göre bu hastalığın üç belirtisi var. Birincisi çevrimiçi ya da çevrimdışı oyun oynamanın -buna video oyunları da dahil- kişinin hayatında öncelikli yer etmesi, her şeyden daha önemli olması. İkinci kriter kişinin dijital oyun oynama davranışı üzerinde kontrolünü kaybetmesi. Yani bırakmak istediğinde bırakamaması. Üçüncüsü de fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak olumsuz sonuçlarını yaşamasına rağmen uzaklaşamaması. İşine, okuluna gidememesi, derslerini, işini, aile yaşamını aksatması gibi…”
Bu noktaya nasıl gelindi?
Biraz da Dünya Sağlık Örgütü’nün oyun oynama bozukluğunu nasıl tespit ettiğine bakalım. Arıcak yaşanan süreci şöyle aktarıyor, “2013 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) yayımlamış olduğu Akıl Hastalıklarının Tanı ve İstatistiksel El Kitabı’nda (DSM-5) internet oyun bağımlılığının hastalık olarak düşünülebileceğini ve daha fazla araştırma yapılmasına gerek olduğunu yazmıştı. Henüz resmi olarak hastalık olarak tanımlamasa da kitapçığın ekinde bunu belirtmişti. Bu kitapçık 10-15 yılda bir güncelleniyor.
2013’ten itibaren DSÖ bu konuyla ilgili dünyadan veri toplamaya başladı. 2014 yılında Tokyo’da bir toplantı düzenledi. Orijinal tabiriyle İnternet Oyunları Oynama Bozukluğu (Internet Gaming Disorder) hakkında dünyadan 20 kadar ülkeden katılımcıyla görüşmeye başladılar. Bazen ülke sayısı 25’e kadar çıktı. Bunlar ABD, Çin, Japonya, Güney Kore, Avrupa ülkeleri, İran, BAE gibi ülkelerdi.
DSÖ Türkiye’den yani Yeşilay’dan da davranışsal bağımlılıklarla ilgili uzman talebinde bulunmuştu.
2015 yılında Yeşilay Bilim Kurulu üyesi oldum. Yeşilay, Başkan Yardımcımız Mehmet Dinç ile birlikte beni önerdi. 2016 yılından itibaren DSÖ’nün Davranışsal Bağımlılıklar toplantılarına katılmaya başladık. 2016 yılı toplantısı Hong Kong’da yapıldı.
Toplantılarda internet oyunu oynama bozukluğuyla ilgili ülkelerin elinde yeterince kanıta dayalı veri var mı, kliniklere başvuran hastaların sayıları ve durumları nedir, böyle bir bozukluk varsa bunun kriterleri ne olmalı gibi konular masaya yatırıldı. 2017 yılı için DSÖ’yü Türkiye’ye davet ettik ve bu toplantı Yeşilay bünyesinde İstanbul’da yapıldı. 2018 yılında Çin’de yapıldı, hastalığın kitapçıkta yer almasıyla ilgili güçlü bir kanı oluştu, tanı kriterleri oluşturuldu, bunlar tartışıldı. Sonuçta 2019 yılı Mayıs ayında DSÖ tanı kitabı ICD-11’e dahil oldu. 2022’den itibaren de DSÖ’ne dahil olan ülkelerde bu tanı kriterleri kullanılacak.
Türkiye’de durum ne?
Türkiye oyun oynama bozukluğu konusunda ne durumda? Arıcak bu soruya şöyle yanıt veriyor, “Oyun oynama bozukluğu hakkında üniversitelerimizde yürütülen çok sayıda araştırma var. Ankara, Konya, Sakarya, İzmir ve İstanbul’da çalışmalar yapıldı. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Kliniği’nde hasta takibi yapılıyor. Klinik Şefi Doç. Dr. Gül Karaçetin ile iletişim halindeyiz. Son iki yılda internet oyunu oynama bozukluğu tanısı alan 200’e yakın hastaları olduğunu ve bunların tedavileriyle ilgilendiklerini söylediler. Yine de tüm Türkiye’yi kapsayan bir çalışma henüz yok.”
Yeşilay da araştırıyor
Arıcak Yeşilay’ın da konuyla ilgili yoğun araştırma içinde olduğunun altını çiziyor, “2016 yılında üç proje önerisinde bulunmuştum. Birincisi oyun oynama bozukluğunun İstanbul genelinde incelenmesi, ikincisi internette iddia, bahis, kumar oynamanın yaygınlığı, üçüncüsü internetin cinsel amaçlı kötüye kullanımı idi. Bunların hepsi sonuçlandırıldı. İstanbul’un 39 ilçesinde ortaokul ve lise öğrencisi 12-19 yaş arası 6116 kişiyi taradık. Bu öğrencilerle klinik görüşme yapmadığımız için bağımlılık diyemeyeceğimizden “problemli kullanım” olarak nitelendirdiğimiz vakalara rastladık. 6116 öğrencinin yüzde 8,5’i yani 520 kadarı problemli kullanım kapsamına giriyordu. Bu gençlerin oyun oynama davranışlarına ailesinin, çevresinin ve okulunun etkilerini inceledik. Türkiye’nin ilk en geniş çaplı çalışmasıydı bu. Yine Mehmet Dinç hocamızla oyun bağımlılığını hedef aldığımız başka bir çalışmamız oldu. O çalışmada da İstanbul’da yüzde 1 ile 3 arası oyun bağımlısı genç olduğunu tespit ettik. Dinç hocamızın yapmış olduğu bir diğer çalışmada kendisine destek vermiştim, oyun oynama bozukluğuyla ilgili İstanbul ve birkaç ilde yine çalıştık.”
ICD-11 neyi değiştirecek?
ICD dünyada bütün hastalıkların tanılanma sistemi. DSÖ’ye bağlı ülke doktorları hastalarına tanı koyarken bu tanılama sistemini kullanıyorlar. DSÖ’ye üye ülkelerin Sağlık Bakanlıkları bu kitapçığı kullanmak ve hastalık tanısını buna bağlı olarak koymak zorunda. Bazı hastalıkların tanılama sistemi değişiyor, bazı hastalıkların ölüm oranları değişiyor. Bu yüzden kitapçık 10-15 yılda bir değişiyor. ICD-11 ise 2022 yılında kullanılmaya başlanacak.
Peki, DSÖ’nün oyun oynama bozukluğunu ICD-11 kitapçığında hastalık olarak tanımlaması ne anlama geliyor? Arıcak, “Bağımlılık tanısı konmuş bir kişinin tedavi olması gerekir. Bağımlı kişiye, “İstersen bırakabilirsin” diyemezsiniz. Tedavi için hastaneye başvurduğuna bunun bir bedeli var. Hastalık olarak tanımlanmasaydı sağlık sigortası veya sosyal güvenlik sisteminde tedavi masrafları karşılanmazdı. Bu tanı ICD’de yer almazsa doktor böyle bir teşhis koyamaz ve sizi tedavi edemezdi” diyor.
Oyun üreticilerine bir yaptırım gelecek mi?
Oyun üreticileri elbette bu gelişmelerden rahatsız. Dünyadaki oyun üreticileri arasında oyun oynama bozukluğu hastalığı tanımlamasına karşı bir lobi oluştu, çünkü bu onlar tarafından bir tehdit olarak algılanıyor. Arıcak’a oyun üreticilerine bir yaptırım gelip gelemeyeceğini soruyoruz, “Bazı oyunlar gerçekten daha kolay bağımlılık yapıcı nitelikte. Bazı insanlar da genetik ya da psikososyal olarak bağımlı olmaya daha eğilimli. Ülkelerden bazıları kendi yaptırımlarını getirebiliyor. Mesela Güney Kore’de 16 yaş altı bir çocuksanız gece 00.00-06.00 sırasında oyun şirketi sizin oyun oynamanıza müsaade etmiyor. Saat başı uyarı veren sistemler var, “Bir saattir oynuyorsun, hiç kalkıp dolaştın mı?” gibi bildirimleri kullanan oyunlar var. Çok fazla oynandığında internet servis sağlayıcılar oyunu yavaşlatabiliyor. Rekabet içeren oyunlarda bu kişileri caydırabiliyor. Bu tarz yaptırımlar yaygınlaşabilir.”
Oyun oynama bozukluğu ile nasıl başa çıkarız?
Arıcak olaya makro düzeyde bakıyor ve bakanlıkların bu konuda yoğun mesai harcaması gerektiğini düşünüyor, “Olaya Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığı çatısında bakmalıyız. Çocuklar oyuna neden yöneliyor? Çünkü oyun dışındaki alternatifleri çok sınırlı. Şehirleşmeyle, yaşam biçimlerimizin değişmesiyle birlikte, çocuklarımızı sözde koruma güdüsüyle oyuna, bilgisayara, sosyal medyaya mahkûm ediyoruz. Erken yaştan itibaren birbirine paralel olarak yapılması gereken bazı şeyler var. Şehirlerde, çocukların oyun oynayabilecekleri alanlar olmalı. Küçükçekmece’de bazı sokaklar trafiğe kapatılıp “oyun sokağı” yapılıyor mesela. Spor alanları arttırılmalı. Psikiyatrist arkadaşlarımız sanat ve sporu tedavide kullanıyor, önleyicilikte de etkili bunlar.
İnternetin belli bir yaşa kadar kullanılmaması, bir yaştan sonra da sınırlı kullanılması gerekiyor. Gençlik ve Spor Bakanlığı e-spor başlığı açtı. Elektronik sporu milli olarak temsil edilen bir spor kabul ediyorlar. Bu çocukları ve gençleri özendiriyor, bu tür özendirici uygulamaların yapılmaması gerekiyor. MEB ilkokul dördüncü ve beşinci sınıftan itibaren dijital vatandaşlık dersi koymalı. Bu dersler internet teknolojilerinin doğru, güvenli ve verimli kullanımını öğretmeli. Sadece kullanmak değil gerekirse üretime dönük, dijital medya okur-yazarlığı gibi bilgiler verilmeli. Telefon ve tableti çocuklarımızın eline veriyoruz ama nasıl kullanılması gerektiğine dair onları eğitmiyoruz. Bu da bağımlılığa yatkın kişilerde bağımlılık gelişmesine neden oluyor. Fransa’da, Avusturalya’da okullarda akıllı telefon kullanımı yasaklandı. Akıllı telefonun erken yaşta çocuklara verilmemesi öneriliyor. Bu yüzden topyekûn bir sistem olarak, ülke olarak önlemini almamız lazım. Bireysel müdahaleler önemli ama olaya mahallî değil genel bakmalıyız. Onun için de bakanlıklarımızın koordineli şekilde sürece dahil olmaları gerekiyor.”
Anne babalar dikkat!
Arıcak’ın velilere de bir çağırısı var, “Danışmanlığını yaptığımız bir okulda anne babalara ödev verdik. Dedik ki sizin ödeviniz çocuğunuzla sadece yarım saat yaşına uygun oyun oynamak, bire bir çocuğunuzla ilgilenmek. Babaların büyük kısmı bunu hiç yapmadı. Anne babalar çocuklarıyla bu güven ilişkisini geliştirmeyip onlara zaman ayırmadıklarında çocuklar bağımlılıklara daha kolay meylediyor. Yeşilay olarak yaptığımız araştırmaya göre anne-babasıyla ilişkisinde sorun olan çocuklar, ailesinde huzur olmayan çocuklar daha fazla oyun bağımlısı oluyor. Anne baba ve çocuk arasındaki güven ilişkisi koruyucu bir faktör. Bu yüzden ebeveynlere her gün yarımşar saat çocuklarıyla bire bir oyun oynamalarını öneriyoruz. İlgilenmek onların sadece maddi ihtiyaçlarını karşılamak değil, onlara zaman ayırmaktır.”
Prof. Dr. Tolga Arıcak kimdir?
1993 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını Marmara Üniversitesi’nde tamamladı. 1994-1999 yılları arasında Trakya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler programında araştırma görevlisi olarak çalışan Arıcak, 1999 yılında aynı programda yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. Dr. Arıcak 2006-2007 yılları arasında Indiana Üniversitesi Bloomington Psikolojik Danışma ve Eğitim Psikolojisi Bölümü’nde konuk araştırmacı, 2007-2008 yılları arasında Tulane Üniversitesi New Orleans Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. ABD’de lisans ve lisansüstü düzeyde iki dönem halinde dersler verdi. 2008 yılında tekrar Trakya Üniversitesi’ne döndü. 2010 yılında Eğitim Psikolojisi alanında doçent oldu. 2013-2014 akademik yılında Harvard Üniversitesi Berkman Center for Internet and Society gençlik ve medya laboratuvarında araştırmacı olarak çalışan Arıcak, halen Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği, Amerikan Psikologlar Derneği, Uluslararası Okul Psikologları Derneği (ISPA) üyesi ve Yeşilay Bilim Kurulu üyesidir.