Çoğumuz dertleşmeyi, içimizi dökmeyi severiz. Hatta günümüzde en çok ihtiyaç duyduğumuz şey haline geldi. Ancak dertleşirken, sorunları çözmeye çalışmaktan öte, karşınızdakini dertlerinizle boğuyor olabilir misiniz? Ya da tam tersi, sizi duygusal çöplüğe dönüştürenler çıkıyor olabilir mi? O zaman durum tehlike arz ediyor demektir.
Elele Dergisi’nin Nisan 2014 sayısında yayınlanmıştır. Yayın hakları DBR’ye aittir.
Hepimizin uzun saatler boyunca sohbet edecek, her şeyi yapacak zamanı olsa keşke! Yaşamında hedefi olanlar hep zaman sıkıntısı çeker. Yapılacaklar listeleri hep doludur. Hazırlanılacak sınavlar, bitirilecek sertifika programları, edinilecek yeni beceriler… Dertleşmek ise zaman zaman hepimizin ihtiyaç duyduğu bir şey. Gelgelelim bazen hem bizim için zaman ziyanlığına dönüşüyor hem de stres katsayımızı katlıyor, patlayacak gibi oluyoruz. Oklahoma Üniversitesi’nden psikolog Jennifer Byrd-Craven kadınların arkadaşları ile birlikte olduğunda kişisel sorunları tartışma yani dertleşme eğiliminde olduğunu tespit etmiş. Byrd-Craven, “Olumsuz duygulara yoğunlaşmak, gerek fiziksel gerekse psikolojik açıdan insana zarar verir” diyor. Bunu ispatlamak için de bir çalışma yapmış. 88 kadın denek iki gruba ayrılmış. İlk grupta sürekli sorunlar konuşulmuş, diğer gruptakilere ise ‘çözüme odaklanmaları’ söylenmiş. Ve bir çözüme ulaşmaksızın sürekli dertlerini birbirine anlatan grupta stres hormonu olan kortizol seviyesinin aşırı oranda yükseldiği görülmüş.
Kaç… kaç… kaç…
Dertleşmek eğer dert alışverişine dönüyorsa tehlikeli. Peki ne yapmak lazım? Siz bir ‘duygusal çöplük’ olmadığınıza göre bu durumdan kurtulmalısınız. Eğer arkadaşınız bir olayla ilgili çözüm arıyorsa ve fikrinizi soruyorsa bu güzel! Ona düşündüklerinizi söyleyin ama sürekli aynı konuyu tekrarlıyor ve sizin de sabrınız taşmak üzereyse konuşmaları yönlendirmeyi deneyin. Mesela, “Biliyor musun dün akşam başıma ne geldi?” dediğinde “Bugün sinemaya gitmeye ne dersin, çok güzel bir film var, konusu da…” diye başlayarak onun sizi dert küpüne dönüştürmesini önleyebilirsiniz. Eğer açık olabileceğiniz biriyse ona yaşamındaki her şeyi sorun olarak algıladığını ve çözüm odaklı düşünmesi gerektiğini söylemelisiniz. Bu tür arkadaşlarınızla programlarınızı hep bir etkinliğe katılma üzerine yapın, örneğin bowling oynamak, ders çalışmak, birlikte tiyatroya gitmek ya da koşuya çıkmak gibi… Böylelikle zamanınızı birlikte güzel geçirmiş ve dert paratonerine dönmemiş olursunuz.
Yapılan işle ilgili sorguya çekilmek!
Bazen işinizden dolayı sorguya çekildiğiniz olur. Mesela doktorsanız karşılaştığınız herkes size rahatsızlıklarını anlatmaya kalkar, bilgi işlem uzmanıysanız bilgisayarını tamir ettirmek isteyenler kapınızda sıraya girer ya da psikolog, yaşam koçu gibi bir mesleğiniz varsa sizinle arkadaş olmak isteyenler size şirin görünmek için ellerinden geleni yapar. Onlara bir şekilde ‘hayır’ diyebilmelisiniz. Dert dinlemekten bıkan bir doktor arkadaşım iş dışında dert dinlememenin formülünü ‘kamuda memurum’ demekte bulmuştu. Avukat olan başka bir arkadaşım ise ‘eğer ofisime gelip profesyonel anlamda görüş almak isterseniz konuyla ilgili mevzuata sizin için bakarım’ diyerek çözüme ulaşmıştı. Siz de insanları kırmadan kendi mesleğinizle ilgili bir formül geliştirebilirsiniz kendinize. Kimse haftanın yedi günü, 24 saat çalışmak zorunda değil!
Yanlış imajınızı kırın!
Güler yüzlüyseniz, hele de iyi bir dinleyiciyseniz birçok kişide dertlerini anlatma içgüdüsü oluşturabilirsiniz. Sık sık “Neden bilmiyorum ama içimden sana anlatmak geldi” cümlelerini duyuyorsanız yarattığınız imajı sorgulayın. Cem Yılmaz’ı her gördüğümüzde nasıl yüzümüze bir gülümseme gelip yerleşiyorsa, her karşılaştığınız insan da size ‘ağlama taşı’ muamelesi yapmasın! Çünkü bunlar şartlanmış insanlardır; hemen akıllarında anlatacak dert aramaya başlarlar ve 1-2 kere konuşmalarını engellemek bu imajınızı kırar.
Unutmayın, özümüzde acıya meyilli varlıklar değiliz. Kodlanmalarımız tamamen sevgi, huzur ve mutluluk üzerine kurulu. Acı ve hüzün bizim sonradan öğrendiğimiz şeyler ve bu iki kavram da tabiatın dengesine aykırı. Bizim dışımızdaki bütün canlılar, içinde bulunduğu zamanın tadını doyasıya çıkarıyor. Biz de yaşadığımız anı dertlerle değil, güzel şeylerle doldurabiliriz değil mi?