egitim

Psikolog, eğitmen, yazar Prof. Dr. Acar Baltaş tüm kariyeri boyunca çocuk eğitimi için pek çok çalışma yaptı ve çocuk yetiştirirken yapılan hataları bilimle bertaraf etmenin mümkün olduğuna inanıyor. Baltaş’a çocuk, aile ve çevre ilişkisini sorduk ve çarpıcı yanıtlar aldık.

Yeşilay Dergisi’inde yayınlanmıştır. Telif hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir.

Psikolog, eğitmen, yazar Prof. Dr. Acar Baltaş, “Her insan kendi doğrularıyla yaşar. Ancak inanıyorum ki, bedelini önce çocuklarımıza sonra kendimize ödettiğimiz hataları, çağdaş bilimin bize kazandırdığı bilgilerin yardımcıyla görebilmek, bunları azaltarak yaşamak mümkün” diyor. Baltaş’a göre bilgi bir konuda doğru davranmak için yeterli değil. Ancak bütün uyguladıklarımız da bildiklerimizin arasından seçilenlerden oluşuyor. Bilinen birçok şeyin, uygularken ne kadar zor olabileceğini kendi çocuklarında da deneyimleyen Baltaş tüm tecrübelerini ışığına çocuk eğitimi ve çocuk/aile ilişkilerini değerlendirdi.

Ana baba olmanın temel ilkeleri nedir?
İstediğiniz gibi bir çocuk yetiştirmeniz söylediklerinizden çok, kurduğunuz ilişki biçimine bağlıdır. Kimse kimseye yaşamayı öğretemez. Çocuğunuza hayatı hazır bir reçete olarak sunamazsınız. Çocuğunuzun hayat yolunu çizemezsiniz, ona ancak kendi yolunu çizebileceği bir harita verebilirsiniz. Çocuklara hayatı öğretmek, onlara doğruları söylemek ve anlatmakla olmaz. “Neden?”, “Nasıl?”, “Bana….anlatsana”, diye başlayacağınız cümleler çocuğunuzun doğruları kendi bulmasına imkan verecektir. Çocuğunuzun “dünyada en iyi olmak” gibi belirsiz bir hedef için mücadele edeceğine, “dünya için en iyi olmasını” sağlayın. “Dünya için en iyisi olmak demek” yaşadığımız dünyaya karşı sorumluluk hissetmek demektir. Bu anlayışa sahip olanlar, dünyayı dedelerinden ve babalarından ödünç aldıklarının, çocuklarına ve torunlarına bu emaneti devretmeleri gerektiğinin bilincindedirler. Dünyaya karşı sorumluluk hissetmek, gereksiz yere tükettikleri elektriğin, suyun bedelini ödediklerinde, dünyadan bunlar için aldıklarının karşılığını vermediklerinin bilincinde olmak demektir. Çocuğa saygı göstermek demek, onun bağımsız bir varlık olduğunu kabullenmek demektir. Bir gün içinde çocuğunuzu eleştirdiğiniz ve ona müdahale ettiğiniz durumları sayın. On müdahalenizin en az sekizinin gereksiz olduğunu göreceksiniz. Fazla sevginin çocuğunuza zarar vereceğini düşünmeyin. Sevinin fazlası zarar vermez. Zararlı olan yanlış sevgidir.

Çocuk doğru davranışı nasıl öğrenir?
Çocuğa doğruları söyleyerek doğru davranmasını sağlayamazsınız. Bu nedenle çocuğa örnek olmaya gayret etmek doğru davranışları sergilemesine daha büyük katkı sağlar. Ancak bunun çok sınırlı bir etkisi vardır. Anne ve babanın doğru davranışı sadece sergilemesi yetmez bunun iletişiminin de yapılması gerekir. Doğru davranışların kazanılmasında en önemli mesafe, problem olmayan zamanda kurulacak ilişki biçimiyle alınır.

Çocukları hayata nasıl hazırlamak uygundur?
Çocuklarınız için birinci önceliğiniz, onların sorumluluk düzeyini geliştirme ve olgunlaşmalarını sağlamak olmalıdır. Çocuğunuzu olgunlaştıracak olan, sorumluluk almasıdır. Bunun için de hata yapmasını göze almak ve bunu kabullenmek gerekir. Çocuğunuzun, davranışlarının sonuçlarıyla yüzleşmesine imkan verin. Ancak bu konuda yaşadığı zorluklarda onun yanında olun. Potansiyel baskı altında ortaya çıkar. Konfor alanından başarı çıkmaz.

Özgüveni yüksek çocuklar nasıl yetiştirilir?
Özgüven, “başkaları beni nasıl görüyor?” sorusunun cevabını verir. Başarıya bağlıdır ve dış değerlendirmeye açıktır. Başkaları tarafından yapılan değerlendirme sonucunda belirlenir. Toplumun kabul ettiği başarı ölçütleri ise, “para kazanmak, mevki sahibi olmak ve tanınan bir insan olmaktır”. Bir de buna güzel veya yakışıklı olmayı eklemek gerekir. Fakat bunun fazla önemi yoktur, çünkü “başarı” algısı, dış görünüşten bağımsız olarak erkekleri “yakışıklı”, kadınları da “güzel” yapar.
Ancak herkesin bildiği bir gerçek vardır ki, başarısızlık hayatın en doğal parçasıdır. Her insan, her çocuk, her takım, her ülke başarısız olur. Başarılı olduğu zaman kendisini değerli hisseden, çevre tarafından “iyi, doğru, değerli, güzel/yakışıklı” olarak değerlendirilen kişi; başarısız olduğu zaman kendisinin “kötü, yanlış, değersiz ve hatta çirkin” olduğunu kabul etmek zorundadır. Bunu içe sindirmek kolay değildir. Değerini sadece ve doğrudan başarısına bağlayan ve davranışlarının sorumluluğunu üstlenmekte zorlanan kişinin böyle bir durumda önünde üç yol vardır: Başarısızlık nedenini kendi dışında aramak, yalan söylemek ve fırsat bulduğunda hile yapmak. Başarısızlık insanı üzer ve mutsuz eder. Ancak aynı zamanda insanı geliştirir, derinleştirir, bilgelik yolunda ilerlemesini sağlar ve kendisinden daha az şanslı olanlara karşı empati geliştirmesine yardım eder. Başarısızlığın getirdiği üzüntüyü yaşamak, başarısızlık nedenleri üzerinde düşünmek insanı geliştirir.

Bu noktada değerli olan kavram “özsaygı”dır. Özsaygı, “ben kendimi nasıl görüyorum?” sorusunun cevabıdır. Yüksek özsaygı, “Değerim başarıma bağlıdır” yerine “başarısız olduğum zaman da değerliyim” anlayışını temsil eder. Özsaygısı yüksek insanlar hayatın sadece başarılardan ibaret olmadığının farkındadır. Böyle bir anlayış, başarısız olduğu zaman kişinin, nedeni kendi dışında aramak yerine, enerjisini kendisinin kontrol edebileceği noktalara odaklamasına imkan verir.
En tehlikeli yalan, içine doğru karışmış yalandır. Bu ifadelerin hepsi gerçeğin çok sınırlı bir bölümünü temsil etmektedir. Çünkü başarılı insanlar özgüvenleri yüksek olduğu için değil, başarılı oldukları için özgüvenli gözükürler. Başarılı olmak için özgüvenini artırmak ve özgüvenli bir insan olmak isteyen bir insanın önünde iki büyük engel vardır: Birincisi, “haydi özgüvenimi yükselteyim” diyerek özgüveni yükseltmek mümkün değildir. Özgüven öyle kendiliğinden ve isteğe bağlı olarak yükselmez. İkincisi, özgüvenin yükselmesi herhangi bir alanda başarı için gerekli olan yeteneği kişiye kazandırmaz.

Farklı alanlarda istisnai başarı gösteren Türk veya yabancı bütün insanlara bakıldığında (O.Pamuk, F.Özpetek, H.Şükür, L.Gencer, M.Ali, T.Woods, B.Obama, M.Jordan, R.Nadal, M.Streep) başarılarının özgüvenlerine değil, yeteneklerine ve yeteneklerinin olduğu alanda sıkı çalışmalarına borçlu olduklarını görülür. Hiç şüphesiz bunun sonunda elde ettikleri başarı bu insanların özgüvenlerini artırmıştır.

Çocuklara özsaygı nasıl kazandırılır?
Çocuğunuzun güçlü yönlerine odaklanın. Onun her konuda mükemmel olmasını beklemeyin. Zayıf taraflarının ancak önlerindeki büyük engeli aşacak kadar güçlendirilmesi yeter. Çocuğunuzun doğru yaptıklarını yakalayın ve o konularda ona olumlu geri bildirim verin. Her yaptığını övmeyin. Küçüklükten başlayarak oynadığı her oyunu o kazanmasın. Başarısızlığın doğal olduğunu öğrenmenin ilk adımı budur. Mümkün olduğu kadar az müdahale edin. Ortalama bir ailede yapılan on müdahalenin sekizi gereksizdir. Müdahale çocuğun yaptığına “yapma”, yapmadığına “yap” şeklinde ortaya çıkar. Doğrudan ve hemen müdahalenin gerekli olduğu durumlar “tehlike” olan durumlardır. Bunun dışındakiler çocuğun yaşına göre, önceden prova ederek veya sonradan söyleterek (söyleyerek değil) çözülebilir. Başarılı olduğu durumlarda zekasını, yakışıklılığını/güzelliğini övmeyin. Gayret ve çalışmasını dile getirin. Arkadaşlığın önemini vurgulayın. Arkadaşlık hoşgörü ve bağışlayıcılık gerektirir. Bu da ortak geçmiş yaratmaya imkan verir. İnsanlara iyilik yapmak, kendisinden daha az şanslı olanlara karşı kendini borçlu hissetmek empati ve şefkat duygusu geliştirir. Hafta sonları “Bu hafta kime iyilik yaptın/yardım ettin?” sohbeti yapın. İnsanlara kendisini iyi hissettirmek için ona örnek olun. Samimi ilgi gösteren sorularla, yeni tanıştığı insanlar dahil, konuşmaktan çok dinlemeye yöneltin. İnsanlardan ayrıldıktan sonra arkalarından iyi konuşun. Yaşadığı olumsuz duyguları kabul edin. Duygularının yatışmasını bekleyin. Olumsuz duyguyu yaşadığı sırada yargılamaktan ve akıl vermekten uzak durun.

Aileler çocuklarıyla nasıl konuşmalı?
Ailelerin çocuklarına hitap şekillinde iki boyut vardır: Birincisi biz boyutu, diğeri annecim, aşkım, sevgilim boyutu. Ayrı ayrı ele almak lazım ama vardığı nokta aynıdır. Bir tanesi çocuğun kazanacağı kimliğe müdahale etmek, bağımlı kılmak, çocukla annenin daha az olarak babanın aynılaşmasıdır. İkincisi, çocuğun kendi kimliğini konumlandırması, zorluk çekmesidir.
Bir annenin çocuğuna ‘annecim’ demesi, büyükannenin ‘anneannecim, babaannecim’ demesi, ‘aşkım’, ‘sevgilim hitapları doğru değildir. Bu kelimelerin mecazi de olsa içerdiği anlamları düşündüğümüz zaman, çocukla nasıl sağlıksız bir ilişki kurulduğu, ileride nasıl tercihlere sürüklemek zorunda bırakılacağını anlayabiliriz. Çocuk ileride kendi hayat arkadaşıyla, annesi veya babası arasında seçim yapmak zorunda kaldığında ne yapacak? Babası, annesi sevgilim diyor! Mecazi anlamlar ama biliyoruz ki derimizin altına, bilincimizin ötesine yerleşiyor. Annesinin sevgilisi olan bir erkek çocuk, babasının sevgilisi olan bir kız çocuk! Babasının, annesinin aşkı olan çocuklar!. Bu maalesef son 10 yılda giderek artan bir şekilde yaygınlaştı. Çocuk kiminle ilişkideyse onun bir parçasıdır. Bu nedenle çocuklara bu şekilde hitap etmek son derece sakıncalı bir yoldur.

Türk kültüründe çocuklarımızla geliştirdiğimiz biz veya “anneciğim, babacığım” dili ilişkilerinde bağlı ama kararlarında bağımsız insanlar yetiştirmek için bir dil engeldir. Biz yüzdük, sınava girdik, iyi notlar aldıysak, yarın ben hayat arkadaşımı nasıl seçeceğim? Biz seçeceğiz zaten. Ben mesleğimde kararları nasıl verebilirim ki? Zaten ben değil biz vereceğiz. İnsan hayatındaki en önemli iki karar, ‘ne yapacağım, bunu kiminle yapacağım?’dır. Üçüncüsü de zaten, nerede yaşayacağım? Yarının dünyası için gerekli olan özellikler, anneyle babayla bütünleşmek değildir. Aşkım, sevgilim, annecim, anneannecim gibi hitaplar, çocukta ciddi bir kimlik karmaşası yaratır. Bu çocuklar için sağlıksız. Bunu siz, söyleyin ben söyleyeyim kim dinler, kimse dinlemez. Bazı yanlışların nasıl tekrarlandığını anlamak mümkün değil.

Çocuklara sorumluluk nasıl kazandırılır?
İnsanı geliştirenin sorumluluk olduğuna inanıyorum. Bir hayatın içinde acı, fedakarlık, hayal kırıklığı, başarısızlık, engellenme duygusu yoksa o hayattan bir hikaye çıkmıyor. Çocuklardan beklenen tek şey başarılı olmaları. Halbuki başarılı olmak, para kazanmak, iyi bir okulu bitirmek insanları mutlu etmiyor. Aileler, çocuğum zorluk görmesin, rahat yaşasın diyor. İnsanı insan yapan, yaşadığı acılar, hayal kırıklıkları ve engellenme duygusudur. Bunları yaşamadan gelişen bir insan, olgunlaşmadan hayata atılıyor. İş hayatına girdiği zaman da hiçbir şeyden memnun olmuyor. Her şeyden şikayetçi, hayattan hep alacaklı. Yaz okulları da bunun bir parçası. ‘Aman çocuk yoruldu, yaz okuluna gitsin, dil öğrensin, spor yapsın!’ Yaz okullarına göndereceğinize çalıştırın. 13 yaşından itibaren mutlaka yazın bir buçuk, iki ay çalışmalı. İnsan ilişkilerinde sınırın nereden geçtiğini görmek için. Para kazanmak için değil. Sorumluk alsınlar, zor hayat yaşayan insanlara yakın olsunlar.

Çocuklar ailelerin refahlarına ortak, hayatlarına değil. Problem burada. Odalarını bile toplatamıyorlar, nerede kaldı hayata ortak etmek. Para vererek, aile bütçesinden kaynak aktararak görevlerini yerine getirdiklerini sanıyorlar. Aileler, çocukları sorumlulukla ödüllendirsin. Yaşı çalışmaya uygun değilse de, mutlaka evin içinde bir görevleri olmalı. Bunu iyilik olsun diye değil, seve seve aileye yardımcı olmak için yapsınlar. Köyde yetişen çocuklara bakın! Tarlada bir şey yapamıyorsa, tarladakilere su taşır çocuk. Şehirde de evin içinde çocuğun görevi olmalı.

Dünyanın hiçbir yerinde 3 aylık yaz tatili olmaz! En verimli, hayattan en çok öğreneceği çağda, bilgisayarın başında, etkileşim içinde olmadan zaman geçiriyorlar. İnsanı geliştiren etkileşimdir. Yaz okullarında ne etkileşimi olacak ki? Oralarda çocuklar, yaşlarına göre kötü alışkanlıklarını, cinsel bilgilerini geliştirecek, öğretmenler de kendi aralarında flört edecek. Yaz okullarının genel görüntüsü budur. İstisnası tabi ki vardır. Umarım ebeveynler bu istisnaları arayıp bulurlar.

Yaz tatillerinde çocuklar mutlaka entelektüel, zihinsel gelişim içinde olması gerekir. En büyük yanlış onları bu faaliyetlerden uzak tutmak. Çocuğun da kabul edeceği, düzenli faaliyetler olabilir. Gelir gruplarına göre eğitim başarısı arasında farklar vardır. Bu fark, birinci yılın başında küçüktür. Her ders yılının sonunda çocuklar birbirine yakın gelişme gösterir. Ama Haziran – Eylül döneminde aradaki fark açılır. Bunun sebebi, alt gelir grubundaki çocukların, ‘Bırakın oynasınlar, okul bitti, okul başlayınca okul başlar’ anlayışına maruz kalması. Halbuki, okul bittiği zaman da zihinsel faaliyeti sürdürmek gerekir.

Kasaba.works Digital Agency