Herkes kendine soruyordu; “Ben kimim, nereden geldim, insan nasıl oldu?” diye. Genç ve dinamik doğabilimci Charles Darwin ise sormakla kalmadı. Atladı Beagle’ye (onu evrim teorisine götüren gemi) ve İncil’deki Yaradılış kısmını ispatlamak için yola çıktı ama işler hiç de beklediği gibi gitmedi.
Charles Darwin iyi bir aileden geliyordu. Dedesi şair, doktor ve bilim adamı Erasmus Darwin idi. Babası Charles’ın doktor ya da bilim adamı olmasını istedi. Derslerinden çok doğayla ve sporla ilgilenen Charles ise başarısız bir öğrenci oldu. Önce tıp eğitimini, sonra da din eğitimini yarıda bırakarak babasını hayal kırıklığına uğrattı.
Darwin Cambridge’de din öğrenimi görürken tanıştığı botanik profesörü John Stevens Henslow ile dostluk kurdu ve sadece doğa tarihi ile ilgilenmeye başladı. Henslow’un desteğiyle beş yıllık bir bilimsel araştırma gezisine çıkan Beagle (çeşitli keşifler yapacak ve harita çizeceklerdi) gemisine doğa bilimci olarak kapağı attığında henüz 21 yaşındaydı. Geminin kaptanı koyu bir dindar olan Kaptan FitzRoy’du, Darwin’se hala papaz olmayı düşünüyordu.
FitzRoy bu yolculuğu İncil’i, özellikle de Yaratılış kitabını kanıtlamak için iyi bir fırsat olarak görüyordu. Darwin bu gezi sonucunda yaptığı gözlemlerde daha önce sahip olduğu tüm fikirlerini değiştirmek zorunda kaldı. Canlıların kökenleri konusunda o güne kadar bilinen ve savunulan her şeyi tepetaklak eden bulgularla geziden döndü.
Evrim Teorisi nasıl ortaya çıktı?
1858’de evrim konusunda kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan Alfred Russel Wallace’ın gönderdiği notları da ekleyerek bu konudaki görüşlerini bir bildiriyle duyurdu. 1859’da da çalışmalarını derleyerek Türlerin Kökeni (The Origin of Species) adlı ünlü ve tartışma yaratan kitabını yayınladı. Bu kitapta “doğal seçme ya da “doğal ayıklanma” yoluyla camların nasıl evrim geçirdiğini açıklayarak kuramının temel ilkelerini tanıttı.
Bu kurama göre bütün canlılar arasına sürekli bir yaşam savaşı vardı. Doğanın koşullarına daha iyi uyum sağlayacak biçimde değişiklik geçiren canlıların bu savaşı kazanarak ayakta kalma şansı fazlaydı. Besinini daha kolay sağlayan ve düşmanlarından korunma yollarını bulan canlılar bu özellikleri kendi döllerine de aktararak soylarını sürdürürken, aynı ortamdaki öbür canlılar doğal seçimle ayıklanarak yok oluyordu.
Geniş yankılar uyandıran bu kuram yalnız İngiltere’de değil bütün dünyada, özellikle din ve bilim çevrelerinde büyük bir tepkiyle karşılandı. Tanrı’nın yeryüzünü ve bütün canlıları bugünkü biçimleriyle yarattığına inananlar, canlıların doğada kendiliğinden değişikliğe uğradığını öne süren Darwin’in bu kutsal gerçeğe saldırdığını düşündüler. Oysa Darwin’in böyle bir amacı yoktu, o sadece bulguları değerlendirmiş ve gerçek olduğuna inandığı şeyleri savunmuştu. Üstelik papaz olmayı düşünecek kadar dindar bir insanken. 1871’de yayımlanan İnsanın Türeyişi (The Descent of An) daha da büyük tartışmalara yol açtı. Çünkü Darwin bu yapıtında insanın ve maymunların ortak bir atadan, büyük olasılıkla çok ilkel ve maymunsu bir canlıdan türemiş olabileceğini söylüyordu.
Darwin, evrim konusundaki çalışmalarının yanı sıra, yaptığı yolculukları, mercan resimlerini, çiçeklerin böcekler aracılığıyla döllenmesini ve böcek yiyen bitkileri anlatan birçok makale yazdı.
Beagle gemisiyle çıktığı yolculukta yakalandığı hastalığın giderek ağırlaşmasına ve aldığı sert eleştirilere karşın canlılar üzerindeki araştırmalarına hiç ara vermedi. Darwin çalışmalarını 1882 yılına kadar sürdürdü.