Gün geçmiyor ki çevre kirliliğinden dolayı bir yerde canlıların öldüğü haberiyle karşılaşmayalım. Çevrebilimciler çevreyi canlı, cansız bütün doğal varlıkların ve doğadaki insan yapısı öğelerin bütünü olarak tanımlıyor. Çeşitli insan etkinlikleri sonucunda oluşan atıklar, duman, zehirli kimyasal maddeler ve diğer zararlı maddelerle sürekli çevre kirliliği yaşanıyor.
Aslında çevre kirliliği yeni bir kavram değil, ancak insanların bunun zararlarını görüp önlem almak için bazı çalışmalar yapmaları yeni bir gelişme. Ortaçağlarda özellikle kentler çok pisti ve su kaynakları kirliydi; salgın hastalıklar bu yüzden hızla yayılıyordu. Bunun en önemli kanıtı Avrupa’daki veba salgınında kıtanın üçte ikisinin ölmesiydi.
Kentlerin koşulları zamanla iyileştirildi; ama Sanayi Devrimi ile birlikte sanayi üretiminin ortaya çıkardığı atıklar çevre kirliliğine yeni boyutlar getirdi.
Kentsel alanlarda yoğunlaşan nüfusun çeşitli etkinlikleri sonucunda ortaya çıkan atıkların yok edilmesi, gittikçe daha karmaşık bir soruna dönüştü. Artan enerji gereksinimi karşılamak için kullanılan yakıtların dumanı havayı, akarsu ve denizlere boşaltılan atıklar suları kirletti. Kısa sürede çürüyüp ayrışarak doğaya karışan organik atıklara, uzun yıllar bozulmadan kalan plastik, metal, cam gibi sanayi atıkları eklendi. Çöplükler geniş alanlara yayıldı. Zehirli kimyasal ve radyoaktif maddelerden oluşan atıklar bütün canlı varlıklar için tehlike oluşturmaya başladı. Kirliliğin en yoğun olduğu yerlerde insanlar ve hayvanlar ölmeye başladı, bitkiler kurudu.
Doğadaki dengenin bozulması yaşamı tehdit etmeye başlayınca daha çok sayıda insan tehlikeyi farketti ve bunun önlenmesini istemeye başladı. Çevre kirliliğini önlemenin yolları arandı. Ama kirliliği önleyecek bütün önlemler, ek harcamalar gerektirdiği ve sanayi üretimini daha pahalı hale getirdiği için sorun çözülemedi.
Peki çözüm ne?
Çevre kirliliğini azaltmak için yapılabilecek en iyi çözüm; atıkların sanayinin hammadde gereksinimini karşılamakta kullanılması. Örneğin; kullanılmış şişe ve camlar, metal, kağıt ve plastik atıklar bu maddelerin yeniden üretiminde hammadde olarak kullanılabilir.
Öte yandan denizlere boşaltılan atıklar, önceden arıtılarak zararlı maddelerden temizlenmeli; radyoaktif ve zehirli kimyasal atıklar özel koruyucular içinde yer altına gömülmelidir.
ABD’deki Love Canal olayı bu tür atıkların tehlikelerine iyi bir örnek oldu. New York eyaletinde, Niagara yakınında plastik ve kimyasal maddeler üreten bir fabrika 1940’lardan başlayarak atıklarını fabrika yakınındaki eski bir su kanalına boşaltmış ve üzeri killi toprakla kapatılan kanalın üstüne okullar, evler yapılmıştı.
Ancak 1971’de zehirli kimyasal atıkların killi topraktan sızdığı ve bazı bölgelerin kansere neden olan kimyasal maddelerle kirlendiği belirlendi. Sonunda Love Canal yöresi felaket bölgesi ilan edilerek boşaltıldı. Sızıntıyı önlemek ve kirlenmenin zararlarını gidermek için 20 milyon dolardan fazla para harcandı.
Kongreler, konferanslar, çalışmalar…
Çevre kirliliğinin önlenmesi için uluslararası alanda da çalışmalar yürütülüyor. 1972’de Stockholm’da toplanan Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı’na 130’dan fazla ülkeden temsilciler katılarak çevre sorunlarını ve bu konuda alınması gerekli önlemleri görüştü. Konuya ilgiyi canlı tutmak için konferansın toplandığı 5 Haziran günü her yıl Dünya Çevre Günü olarak kutlanıyor.
Bunun yanında birçok ülke, çevre kirliliğini önleyebilmek için yasal düzenlemeler yapıyor. Türkiye’de de 1983’te çıkartılan Çevre Kanunu ile çevrenin korunmasına ve kirliliğin önlenmesine ilişkin önlem ve düzenlemeler getirildi. Tabii, yine her şey bilinçlenmekte ve duyarlılıkta bitiyor.