Edwards ve Steptoe 1978 yılında ilk tüp bebeğin doğumunu sağladıkları zaman gözlemcilerin çoğu bu türlü çocuk yapma tekniğinin geleceğini kuşkuyla karşıladılar. Başarı oranı ancak yüzde 1 veya 2 dolayındaydı.
Ama 1980’li yıllara girerken Avusturalyalı A. Trouson büyük bir yenilik gösterdi: daha önce koyular üzerinde yaptığı çalışmalardan esinlenerek, bir anda çok sayıda embriyon yaratacak şekilde çok sayıda döllenme yapılmasını ve bunlardan en az üçünün aynı anda ana rahmine yerleştirilmesini önerdi. Bu yöntem embriyonların yuvalanma oranını arttırdığı gibi, tüp bebek yöntemindeki başarı oranını da yüzde 7 veya 8’e çıkardı. Bu da tekniğin bütün dünyada 1980’lerin başında genel bir yaygınlık kazanması için yeterli oldu.
Böylece her girişim için gerekli üç embriyondan daha fazla embriyon üretilebilir oldu. İlerde gerekebilecek bir değiştirme için bu fazla insan embriyonlarını dondurmak mümkün.
Bu sayede embriyon bankaları kurulmuş olacak ve bu embriyonlar gerçek veya farazi niteliklere göre istediklerine dağıtılabilecek. Böylece suni doğum yoluyla yeni bir ögenizm (yararsız sayılan genlerin üremesini engelleyerek veya yararlı sayılan genlerin üremesini destekleyerek, insanlığın genetik mirasını iyileştirme yöntemleri) çağı açılabilecektir. Bu ihtimal 1983-84 yıllarında bütün bu sorunları düşünmek amacıyla ahlak komiteleri ve hükümet komisyonları kurulmasına yol açtı.